Sanırım bu öncelikle partilerce "seçim"in nasıl algılandığını gösteren önemli bir kanıt. Partiler için şimdilerde seçime nasıl girileceği, hangi partilerle veya görüşlerle ittifak yapılacağı, kimlerin nereden, nasıl aday olacağı her şeyden daha çok önem taşıyor olmalı.
Bu noktada iki seçenek var: Ya partilerin önceki programlarına bakarak bir değerlendirme yapacağız ya da süreç içinde sağlıkla ilgili çeşitli konularda yapılan tartışmalarda neler söylediklerine bakacağız.
İlk seçeneğin çok anlamlı olduğunu düşünmüyorum. Çünkü dört yıllık Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarı döneminde sağlık alanında "pek çok şey değişti." Eskiden söylenenlere bakarak, bugünkü duruma ilişkin çözümleri ortaya koymak ve değerlendirmek çok olanaklı değil.
"Ana muhalefet partisi" konumundaki Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) bile sağlık alanındaki bu değişime yönelik nasıl bir yol izleyeceği, nasıl çözümler getireceği belirsiz.
Dolayısıyla "partilerin sağlık alanındaki programlarını" ortaya koyup tartışmayı seçime daha yakın tarihlerde, partilerin bu alandaki politikaları ve yapacakları netleştikten ve ortaya konulduktan sonra yapmak daha doğru.
İkinci seçenek ise genellikle bir "düzenlilik ve tutarlılık" taşımıyor. Daha çok "günlük politik söylemlerden" ibaret.
Ama o zaman kadar hem topluma, hem bu programları hazırlayacak "partililere", hem de bu programları halka anlatmayı önemseyen "medya" organlarına, bir anlamda rehber olması bakımından bu programlarda yer alması gereken bazı ölçüt ve konu başlıklarını ortaya koyabiliriz.
bianet, içinde bulunduğumuz aşamada, en azından sürece ve seçimde oy kullanacak vatandaşlara bu anlamda bir katkıda bulunabilir.
Partilerin seçim programlarına nasıl bakılmalı?
Öncelikle "partilerin sağlığa ilişkin tanımlarının" ne olduğuna bakılmalı. Çünkü günümüzde "sağlık" deyince Dünya Sağlık Örgütü'nün (DSÖ) ortaya koyduğu, bilimsel olarak da üzerinde birleşilen tanımdan çok, hastalıklar ve onların tanı, tedavi süreçleri anlaşılıyor. Oysa sağlık bunun çok daha ötesinde bir kavram.
"Sağlık hizmeti" deyince de ne yazık ki yalnızca "tanı, tedavi ve bir ölçüde de bunlara destek olan rehabilitasyon hizmetleri" anlaşılıyor.
"Sağlık kurumları" sözüyle ise daha çok tanı tedavi işleriyle uğraşan poliklinik ve hastane hizmetleri kast ediliyor.
Programların ve bunların ifadesinde kullanılacak tanım ve sözcüklerin de bu bağlamda çok fazla önemi var. Bu sözcükler konunun nasıl algılandığını, "sağlık deyince" ne anlaşıldığını ve bu alanda nelerin yapılacağını çok iyi gösteriyor.
Örneğin programlarda, "tasarruf", "verimlilik", "rekabet", "güvenlik", "yönetişim", "misyon/vizyon", "kalite", "ekonomik", "ucuzluk", "rantabilite", "sigorta" vb. ticaretin ve kazancın ön planda tutulduğu söylemler başka; "hak, hukuk", "nitelikli", "eşit", "ulaşılabilir", "iyi", "etkin", "dayanışmacı", "toplumsal", "önleyici", "koruyucu", "geliştirici", "kamusal", vb. sözcükler başka yaklaşımları ifade ediyor.
Bu tanımlar ve sözcüklere bakarak "programlarla ilgili" pek çok noktayı anlamak mümkündür.
* * *
İkinci ölçüt, sağlık hizmetlerinin "asıl" görevli ve sorumlusunun "kim olduğu" ve bu sorumluluğu, "ne ölçüde, hangi sınıra kadar üstlenildiği, bunun nasıl ve ne yolla sağlanacağı"dır.
Eğer bu görev ve sorumluklar kayıtsız şartsız biçimde "devlete ait" olarak tanımlanmışsa başka bir yaklaşım; "bireyin, vatandaşın hatta toplumun sorumluluğu"ndaysa başka bir yaklaşım, ikisinin birlikte ve ortak sorumluluğu olarak düşünülüyorsa, başka bir yaklaşım söz konusudur.
Her üç yaklaşım, sağlık hizmeti finansmanının ve hizmetin sunumuna ilişkin organizasyonu farklı kılacaktır.
Bunlardan yola çıkarak bu düzenlemelerin "kamusal" mı, "özel" mi, yoksa karma bir modelle mi sağlanacağı ortaya konulabilecektir.
* * *
Üçüncü ölçüt "birey"in bu süreçteki yerinin ne olduğu konusunda ne söylendiği olmalıdır.
Birey ve onlardan oluşan toplum, karar aşamalarından uygulamasına kadar sağlıkla ilgili hizmet süreçlerine "tabi olan", "kullanan", "yararlanan", durumunda mı olmaktadır, yoksa bu süreçlerde "söz sahibi olan", "bu süreçlere bir biçimde katılan", hatta "belirleyen mi"dir? Programlarda bunlar net olarak ortaya konulmalıdır.
Bu iki seçenekten her biri hizmetin sunumu ve ondan yararlanma konusunda önemli farklılıklar yaratacak noktalardır. Dolayısıyla hizmetin sonuçlarının "birey ve toplum sağlığına" ne oranda yansıyacağı da böylelikle ortaya çıkacaktır.
Bu aynı zamanda, bu alanda hizmet sunan ve kamuya ait olsun olmasın "giderek ticarileşen sağlık sektörünün" çıkar ve yararının öncelenip öncelenmediğini de ortaya koyacaktır.
* * *
Dördüncü ölçüt, "sağlık alanında mevcut durumun -aslında "sorun" demek daha doğrudur- nasıl tanımlandığı ve ele alındığıdır."
Ülkede sağlık alanında çeşitli temel göstergeler bakımından bölgelere, sosyo-ekonomik durum ve statüye ve insanların yaşadıkları yere göre büyük farklılıklar ve eşitsizlikler söz konusudur.
Herkes için "aynı programı, aynı şekilde" geçerli kabul etmek, "bu eşitsizlikleri aynen muhafaza etmek hatta arttırmak" anlamına gelecektir. Bu nokta belki de sağlığa ayrılacak ve harcanacak paranın büyüklüğünden, bunun kim tarafından karşılandığından da çok daha önemli bir sorundur.
Batıyla, doğu, kırla kent, varlıklı ile yoksul, çalışanla çalışmayan, çocuk ve yaşlılarla, erişkinler ve nihayet kadınla, erkek arasındaki farklılıkları görmeden hazırlanmış ve önerilmiş programların gerçekçiliği ve olası sonuçları birbirinden farklı olacaktır.
* * *
Beşinci ölçüt, sağlık hizmetini yürüten idarecisinden, yardımcı sağlık personeline kadar tüm sağlık çalışanlarının "eğitim, istihdam şekilleri, çalışma koşulları, karar süreçlerine katılım ve özlük haklarına" ilişkin nelerin gündeme getirildiği ve söylendiğidir.
Çünkü tüm bunlar sağlık hizmetlerinin nerelerde, nasıl, ne şekilde ve ne oranda verilebileceğini belirlemektedir.
Sağlık hizmeti sürekli olarak yenilenen "özel bir bilgiyi" gerektiren bir hizmet alanıdır. Dahası sağlık hizmeti vatandaşın sürekli olarak en yakınında olması gereken bir hizmet türüdür.
Bu iki gerçeklik, onu sunacak olan kesimleri dikkate almadan, onlara değer vermeden bir hizmet modeli oluşturmaya olanak tanımaz. Bu aynı zamanda "toplumsal düzenin ne kadar demokratik" olduğunu da doğrudan gösteren bir unsurdur.
Zorla, zorunlulukla veya çaresizlikle sunulan bir sağlık hizmetinden "iyiliğin ve sağlığın" ortaya çıkması beklenilmemelidir.(MS/EÜ)