Gerçi kabul etmek gerekir ki, işiniz dünyadaki tüm oyunculardan daha zor ve yorucu, ne de olsa hemen hemen her gece yeni bir role soyunuyorsunuz. Mesela bir gece ajan olup önemli kişiler hakkında hiç bilinmeyen şeyleri öğrenirken, bir gece Peter Pan ve Casper'la birlikte gökyüzünün tavanında bulunan evlerine gidiyor, başka bir gece önemli bir sınavda ecel terleri döküyorsunuz, diğer geceyse pembe bir Cadillac'la Kızılkayalar'ın yanındaki büfelerden birine çarpıp, arabayı o halde bırakarak mor çizmelerinizle koşarak bir randevuya yetişiyorsunuz...
Rüyaların en can alıcı yanıysa gerçekle arasındaki çizgi kaybolmaya başladığında ortaya çıkıyor. Rüyalarla yaşayanlar kulübünün bir üyesi olarak geceleri erkenden yatmaya sabahları geç kalkmaya başlıyorsunuz. Misafirliğe gidip televizyona dalan kişiler gibi bakıyorsunuz hayata. Algı boyutlarınızın değişmesiyle, tanıdıklarınız rüyalarınızdaki halleriyle görünmeye başlıyor.
12-15 yaşlarım arasında bir çocuğu seviyordum, platonik dikenlerle. Gerçekte, haftada bir gittiğim dil kursunda karşılaşıyorduk, tanışıyorduk ama bir samimiyetimiz yoktu, fakat bu her ne kadar imkansız bir sevgi olsa da ben onu sevmeden duramıyordum. Kendisi hiç fark etmese de, birbirini bütünleyen bir çifttik biz: O ne kadar sosyal ve çekiciyse, ben de o kadar sosyal zafiyet gösteren biriydim. Bu üç senenin son çeyreğinde onu rüyalarımda ağırlamaya başladım, ve o kadar güzellerdi ki...
Gerçekte ne kadar uzaksak birbirimize, rüyalarımda da o kadar yakındık. Karşılıklı iki çift laf etmekten acizken, rüyalarımda sırdaş olmuştuk. Derken, bir gün, yolda karşılaşıvereceğimiz tuttu; ben rüyalar dünyasından sıcak bir merhaba sundum kendisine, fakat onun soğukluğuna çarpar çapmaz eriyiverdi kelimelerim. Bana attığı "deli midir nedir" bakışlarını unutamıyorum hâlâ. Bense rüyalarda yaşayanlar grubunun sadık üyesi olarak, bu durumun şaşkınlığıyla kaçarak uzaklaşmıştım yanından. Ve bir karar vermiştim, artık onu gerçek hayatta değil, tamamen rüyalarımda yaşayacaktım. Zaten ikisi arasında benim için ne fark vardı ki...
Sevilenin anlamsızca bakan gözlerinde kendi çaresizliğini görünce kişi, bir süre yadsımaya çalışsa da gerçeklik rahatsızlık vermeye başlıyor. Ve bu durumla doğru orantılı bir şekilde uyku saatleriniz artıyor. Yeni düzende uyku artık sizin dinlenmeniz değil, yaşamanız için bir ihtiyaç haline geliveriyor.
Tam da o anda, bir bakıyorsunuz ki, sizi eskiden erken yatmaya zorlayan aile bireyleriniz, şimdi uyanık kalmanızı sağlamaya çalışıyor. Uyanık olun ki, her şeyin acımasız olduğu, sevenlerin kaderinde üzülmenin yazdığı bu dünyaya dönmek zorunda kalın. Oysa rüyalar acıtmaz, acıttığında da adı üstünde "sadece bir rüyaydı" oluverirler.
Bizi hoş tutmaya çalışan bilinçdışımız, isteyip de sahip olamadığımız şeyleri ne güzel de sunar rüyalarımızda. Müzik dünyası da aşk ve rüya çağrışımlarından fazlasıyla nasibini almış gibi. Mesela, Cemal Safi'nin Rüyalarım Olmasa şiirini seslendiren Zeki Müren nasıl da hoş söylerdi:
"Yıldızlara baktırdım fallara çıkmıyorsun / seni görmem imkansız / rüyalarım olmasa / pencereden bakmıyor, yollara çıkmıyorsun / seni görmem imkansız / rüyalarım olmasa..."
Ya da sözleri ve müziği Hulki Saner'e ait olan Emel Sayın'dan dinlediğimiz Rüyalar Gerçek Olsa. İkisi de bu ölümlü dünyada, kim bilir hangi meymenetsiz sebepler yüzünden sevdiğiyle ayrı düşen aşk gazilerinin hikayesini anlatır. Bu aşıklar da, rüyalarla yaşayanların daimi üyeleri olarak, maddelerin dünyasında bulamadıkları ilişkiyi, bilinçdışının desteği ile rüyalar aleminde aralar. "Ah dünya, gözün kör olsun da Milli Piyango bileti satasın!" Elbet, MFÖ'nün bir aşk acısıyla gelen rüyaları anlattığı Sonrası Rüyalar adlı parçasını unutmak olmaz.
Michel Gondry'nin Since of Sleep (Rüya Bilmecesi) adlı filmi de, rüyalarda yaşayan bir çocuğun aşık olma sancılarını anlatıyor. Kahramanımız karşı komşusuna aşık oluyor, ama nasıl acı dolu bir süreç içinde; onu isteyip istemediğine dair sorular, ona açılma çabaları, uzaklaşmalar, yakınlaşmalar, olmazsa olmaz kıskançlık ve bir yanda da tüm absürdlüğü ile "hazırol"da kendisini bekleyen gerçek dünya... Bu çerçeve içinde, rüyalarında komşu kızla olan aşkında bir hayli yol kat ediyor. Oysa gerçekte bir o kadar basiretsiz. Ve sürekli gerçeklikle rüyaların zaman zaman kördüğüm haline geldiği dünyasında, bu çatışmaların şaşkınlığını yaşıyor. Filmin bir sahnesinde annesi kahramanımız için "çocukluğundan beri rüyalarla gerçekleri karıştırır" diyor.
Kısa günün kârı, rüyalar çok güzel şeylerdir; kendimizden çekindiğimiz, kıskandığımız bazı duyguları fütursuzca sunarlar önümüze. Anlayanlar için erken uyarı sistemi, anlamayanlar içinse emniyet sübabı olmak gibi işlevleri de vardır.
İşte tam da bu sebeplerden, müteşekkirim kendilerine. Ve evet, "Rüyalar gerçek olsa, seni her gün görürdüm, o incecik beline sarılarak yürürdüm, sabah olmasın diye güneşi dururdum, yanardağlarda tüten ateşi söndürürdüm, yatağına her gece gelincik doldururdum, dudağına bin kere öpücük kondururdum, rüyalar, rüyalar, rüyalar, ah rüyalar gerçek olsa..."(EK/EÜ)