Hiç yargılanmadan mahkum edilmiş olan yüzlerce Filistinlinin tutulduğu yüksek, dikenli tellerle çevrili hapishanenin dışına çadırlarımızı kurduk. Bunu yaptık, çünkü İsraillilerin, binlerce Filistinlinin gece evlerinde, sokakta ya da iş yerlerinde nedenini bilmeden tutuklandıklarını ve ne kadar kalacaklarını bilmeden Negev'deki bu dev çadırlı hapishaneye getirildiklerini bilmelerini istiyorduk.
Tanınmış İsrailli artistlerce sergiler düzenledik, çünkü kendi adlarına bu topraklarda neler olduğunu, çocuklarının ve arkadaşlarının neler yaptığını daha çok İsrailli bilirse, işgalin bitmesi için çağrıda bulunabilirlerdi.
Ama işgal bitmedi. Ketziot hapishanesi kapatıldı ve sonra tekrar açıldı. Yine yüzlerce Filistinli buradaki, yazın çok sıcak, kışın da dondurucu soğuk olan çadırların içinde. Yüzlerce İsrail askeri yargılanmadan hapse atılmış bu tutukluların başında nöbet tutuyor.
Yazmış olduğum ve 1992 yılında -yargılanmadan Tutuklama- başlığı altında, B'Tselem tarafından yayınlanan raporda farklı kaynaklar kullandım. Tamar Peleg, benim rehberim ve Ketziot'taki temyiz mahkemesindeki yargı süreci - ya da yargı sürecinin yokluğu - konusundaki ana bilgi kaynağımdı.
Şartlarını görmek için kampı ziyaret ettim, tutuklularla birebir ve gruplar halinde saatlerce konuştum. Hapishanenin yöneticisi ve iki subayla röportaj yaptım. Tutuklulardan günlük tutup bunları bize göndermelerini istedim.
Askerlerden de günlük istedim. Yargılanmadan tutuklanmanın ne demek olduğunu daha iyi anlayabilmek için, 1940'larda İngilizler tarafından yargılanmadan tutuklanan 70 yaşındaki bir profesörle röportaj yaptım.
Bana şunları söyledi:
"Hapishanedeki en korkunç şey zaman -orada bulunduğunuz zaman, orada nasıl tutulduğunuz değil. Eğer temel yiyecekler ve temiz bir ortam varsa, (ki İngilizler hijyen konusunda çok titizdiler), 10 yıl orada kalabilirsiniz.
"Problem zaman. İnsanlar bunu çok zor anlıyor. "Yiyecekler nasıldı, yataklar nasıldı," diye sorarlar hep. Ama benim için önemli olan, onların benim hayatımdan altı yıl çalmalarıydı. [2]"
Ansaar 3' te aylarca hapiste kalan şair Sami Kilani şöyle yazdı:
"Nablus yakınlarındaki Jeneid Hapishanesi'nden Negev'e olan yolculuğum, ki bu sadece duvardaki bir yazıydı, aklımdan silinmiyor. O anlarda, sabahın o çok sevdiğim saatlerinde, ertesi gün yapacağım ziyareti, birkaç gün önce doğmuş olan oğlumu ve yarın ilk kez göreceğim kişiyi düşündüm. Subay birkaç muhafızla içeri girdi ve bir listeden isimler okumaya başladılar.
"Durumu anlamıştık: Negev'e transfer edilecektik. Askerler çok dikkatli olmamızı istedi: iç taraftaki hapishane kapısından geçmeden kıyafetimizden bir parça kumaşla gözlerimizi kapatmamızı söylediler ve bandın yeterince sıkı olduğunu ve kesinlikle görmediğimizden emin oldular. Gözlerimiz bantlı ve iki kişilik gruplar halinde birbirimize bağlı olarak sabah 11'den öğleden sonra 4'e kadar otobüslerde bekletildik.
"Kelepçeleri gevşetmelerini rica ettiğimizde, askerlerden biri bize küfredip bizi korkutmak için ya elindeki copla koltukların metal kısmına ya da en yakınındaki tutukluya vuruyordu. Ağustos sıcağında teneke bir otobüsün içinde beş saat geçirmek, özellikle de bağlıysanız ve gözleriniz kapalıysa, unutabileceğiniz bir şey değil. Bir başka resim daha kafama kazındı: ikinci otobüsten çığlık sesleri geliyordu.
"Göz bağımı hafifçe kaldırıp pencereden dışarıya baktım: elinde cop olan bir asker, bir mevziiye dalar gibi otobüsün içine daldı. Başka bir asker, yakıcı güneşin altında, yerde gözleri bağlı olarak oturan Cemal'i tekmeledi. İnsanın anlık, kaçamak bir bakışta gördükleri hafızasına hapsedilebiliyor. Aynı bir fotoğraf karesinin kameranın filmine hapsedilmesi gibi.[3]"
Ve Ketziot'ta görev yapmış olan bir yedek asker, teğmen ve fizikçi bir arkadaşımız bana günlüğünden bazı bölümler verdi. Bunları isimsiz olarak yayınladım:
"Aslında, bu süreç benim sırtında saha radyosu olan bir işaretçi ile parmaklıklar arasında kampı turlayıp teftiş etmemle başladı. Korkudan, sayımı geciktirmek istemediğimden, ve kendimi filmlerde gördüğüm tutuklu kamplarını denetleyen zalim Alman askerleri gibi hissettiğimden hızlı hareket ediyordum. Sadece parmaklıklarda kırık olup olmadığını kontrol ettiğimiz bu turlar sinir bozucuydu.
"Hem dikenli teller yüzünden bazı yerlerden geçiş zordu, hem de yerler yağlı ve çamurluydu. Ama en zoru sayım yapmak, (isimleri saymak çok uzun sürüyor), ve oradaki insanlara bakmaktı. Bu 300 kişilik grubun gözlerine bakamazdım. Aralarında uzun süredir görmedikleri çocukların babaları, eşlerin, kız arkadaşların sevgilileri vardı. En kötüsü, onların insan olduğunu görmekti.
"Gün içinde onları masa tenisi ya da voleybol oynarken, konuşurken, okurken ya da tavla oynarken gördüğünüz halde, dört silahlı varillerin ötesinde önünüzde oturduklarında ve arkada silahlı bir cip dururken, onlar hapsedilmiş hayvanlara benziyorlardı. [4]"
B'Tselem raporu ve tutuklular hakkındaki diğer raporların yayınlanması, İsraillilere bilgi vermesi açısından önemliydi. İsrailliler, orada neler olup bittiğini bilmiyorlardı ve biz onları bilgilendirmiş olduk. Askerlerin ifadeleri, birçok kaynaktan biriydi.
Ama bugün İsrailliler biliyorlar.
İnkar Durumu kitabında Stanley Cohen söyle yazmıştı:
"İnkar, isteyerek yalan söylemek olmadığı gibi, doğruyu söylemek de olmayabilir. Açıklama tamamıyla kasti değil ve doğru hakkındaki 'bilgi' şu anda tamamıyla açık. Aklın öyle durumları ya da bütün olarak kültürler vardır ki, hem biliyorsunuzdur, hem de aynı zamanda bilmiyorsunuzdur. Toplama kampının etrafındaki köylerde yaşayanlar da bu durumdaydı belki de? Ya da kocasının kızına ne yaptığını bilmeyen anne de bu durumdadır?
'Görmezlikten gelmek' veya 'sırtını çevirmek' psikolojisi oldukça karmaşık bir iş. Bu sözler, bizim gerçeğe ulaşabilme şansımızın olduğunu, ama daha pratik olduğu için gerçeği görmezden gelmeyi seçtiğimizi anlatır. Bu basit bir hile olabilir: bilgi vardır ve kayıtlıdır ama bile bile kaçınılan bir sonuca neden oluyordur. 'Bilmek' daha da belirsiz olabilir. Gerçekleri görmemeyi seçtiğimizin biraz farkında olabiliriz ama neden kaçındığımızın tam olarak farkında değilizdir. Biliyoruz, ama aynı zamanda bilmiyoruz da. [5]"
Kitabının girişinde, Stanley Cohen inkar incelemelerine neden olan kişisel deneyimini anlatıyor. Sorgulama sırasında, Filistinlilere yapılan işkenceciler hakkında ikimizin de yazıp yayınladığı bir rapordan bahsediyor. Bu raporda binlerce Filistinlinin her gün maruz kaldığı işkenceyi yazmıştık. Bu rapor medyada çok geniş şekilde yer almıştı.
Biri Güvenlik Kuvvetleri ve Adalet bakanlığı, diğeri de orduda olmak üzere iki inceleme komisyonu bizim iddialarımızı araştırmak üzere çalışma başlattılar ve bazı değişiklikler önerdiler. Kimse işkenceleri yalanlamadı. Ama işkenceleri durdurmak için de çok az şey yapıldı.
"Bu intifadanın başladığı zamandı," diye yazıyor Cohen. "20 yıllık askeri işgalden sonra 1987'de Filistin sivil isyanın başladığı zaman. Televizyon dünyası İsrail'in tepkisini, dayakları, işkenceleri, günlük aşağılamaları, nedensiz cinayetleri, sokağa çıkma yasaklarını, evlerin tahrip edilişini, yargısız tutuklamaları, sınır dışı edilmeleri ve toplu cezaları izledi. İ
"İsrail, Af Örgütü'nün yıllık raporu ve bazı başka uluslararası ihlal raporlarında kınandı. Kınanan diğer ülkelerle kıyaslandığında, İsrail bir demokrasi ve hukuk cenneti gibi görünebilir. Aktif insan hakları örgütleri ve iyi gazeteciler olanları eleştiriyorlar.
"Toplumca bilinenler özel tecrübelerle de tehdit edilebilir. Neredeyse herkesin doğrudan ya da dolaylı yollardan askerlikle ilgili kişisel bir tecrübesi vardır. Herkes askere gitmiştir ya da yedek askerlik yapan bir kocası, oğlu ya da komşusu vardır. Çok azı faaliyetlerini saklı tutar.
"Ama liberaller bile vermeleri gereken tepkiyi vermediler. 'Ne olup bittiğini bilmiyor musunuz?' diye sormak geldi içimden. Ama tabii ki biliyorlardı. Bunun bir inkar olduğunu görüyordum. Bu, fark etmeyerek masum görünmeye çalışan insanların kötü kaderiydi.
"Bu 'bir bilselerdi' konulu başka bir raporun, basın bildirisinin, makalenin ya da belgeselin zamanı geldi mi demekti? Kesinlikle. Bilgi alınmış ama 'kaydedilmemişti.' Ya da (daha iyi bir klişe) sindirilememişti. Politikalarda ya da kamuoyunda herhangi bir değişiklik yaratmadan bilinçlerine gömülmüştü. Acaba daha çok ve daha iyi bilgilerin bir etkisi olur muydu?[6]"
Bu zamanda hepimiz biliyoruz ki hiçbir ordu hak ihlali yapmadan başka bir ulusu işgal edemez. Bilgi edinmek için daha çok askerin ifadesine ihtiyacımız yok. Bu bilgiler ışığında bir şeyler yapmamız lazım.
Bu bilgilerle ne yapabiliriz?
Birinci İntifada sırasında İsrail, yargılamadan 20 bin emir ya da idari tutuklama gerçekleştirdi. O zamandan beri binlerce Filistinli tutuklandı. Bugün 600 Filistinli Ketziot'ta tutuluyor. Ama daha da önemlisi, tüm Filistin halkı yargılanmadan tutuklanmış haldeler.
Reddediyorum.
Artık tanrıya şükür askere çağrılmadığım için başka şekillerde reddediyorum.
Bu, 1990'da neden Ketziot'ta görev yapmayı reddettiğini sorduğumda, 49 yaşındaki kocam Amotz Agnon'un bana 2004 yılının 27 Şubat Perşembe günü verdiği cevap:
"Tek tereddüdüm sürekli hapse girmeye hazır olup olmadığımdı. Üç aylık bir oğlum ve üç yaşında bir kızım vardı ve yeni bir eve taşınmalıydık. Bu nedenle sana veto hakkı verdim. Ve 1990 yılında Yesh Gvul'u ve selektif reddi desteklememe rağmen, şimdi işgal ordusunda olmayı reddetmenin tek ahlaklı davranış olduğunu düşünüyorum."
Oğlu orduda görev yapmayı reddettiği için 500 günden fazladır hapishanede olan Smadar Nahab adlı bir barış aktivisti kadınla röportaj yaptım.
Ona neden askere gittiğini ve şimdi oğlunun asker olmayı reddetmesini neden desteklediğini sordum. Bana şöyle dedi:
"Benim zamanımda İsrailli bir vatansever olmak Matckal'da görev almak demekti. Bugün ise karşı birimde olmak.
"Ahlaklı bir insan bu orduda görev yapamaz. Bugün Matan bizim mirasımızı devam ettiriyor. O ve arkadaşları, toplumu etkileyip değiştirmek için zamanlarını feda ediyorlar. Bunu yapmayabilirlerdi de.
"Matan bizim yolumuzda devam ediyor. Bizim aldığımız değerleri savunuyor. Toplumu öyle çok düşünüyor ki, toplumu için bu kadar çok zaman kaybetmeye hazır. Düşünüyorum da, eğer iki yıl hapiste yattıktan sonra serbest kalırsa, hayatının yüzde 10'unu orada geçirmiş olacak."
Duruşma sırasında oğlu Matan Kaminer şöyle dedi:
"İşgal ordusundaki askerler imkansız bir durumdalar. Onlar, savaşan adamlara karşı savaşmak için eğitildiler. Onlar sosyal hizmetler vermiyorlar; doktor, avukat, yargıç ya da belediye başkanı değiller ama çoğu zaman sadece bu insanların yapabileceği işleri yapmak zorunda kalıyorlar. Savaş adamları olarak, bildikleri yönetimleri kullanıyorlar yani emir, duygusal mesafe, tehdit ve silah.
"Retçi olmaya bir gün içinde karar vermedim. Kirli işgal makinesine doğrudan katılmadan askerlik yapmanın bir yolunu bulabileceğime inanarak ilk askeri testlerden geçtim. Eğer ahlaksız bir emir alırsam bunu reddedip sonuçlarına katlanacağımı ama bunların hepsini askerliği bırakmadan yapabileceğimi düşündüm. Ama zamanla, ve işgal topraklarındaki baskının artmasıyla ve İntifada sırasında barış umudunun kalmamasıyla anladım ki vicdanım işgal olayına dolaylı da olsa katılmama izin vermeyecek.
"Dünyada, kişinin ahlaki açıdan, hiçbir şekilde verilen emri reddetmemesi gerektiğini savunacak ciddi biri olabileceğini düşünmüyorum. Gayet açıktır ki bazen emirler öyle ahlaksızdır ki yasal olup olmadıklarına bakmadan kişi bunları reddetmelidir. Tek soru şudur: Bu emirler nedir?
"Bu vicdanla ilgilidir . Farkındayım, IDF (İsrail Savunma Kuvvetleri) politikaları kendisi belirlemiyor. İşgal politikası İsrail'in seçilmiş hükümetinin politikası. Bu hükümeti ve diğer bütün işgalci hükümetleri elimden gelen her şekilde protesto ediyorum. Ama bu yeterli değil. Vicdanım, bu dehşet politikayı sürdüren bir gruba sadık kalmamı ve emirlerini yerine getirmemi imkansız kılıyor.
"Vicdanım bana İsrail toplumu için- kendi toplumum - için elimden gelen her şeyi yapmamı söylüyor. Geçmişte bunu yaptım ve gelecekte de yapmaya devam edeceğim. İşgal korkunç bir suç, ahlaksız, zalimce, ve başka bir topluma karşı işlenmiş bir suçtur... Bu durumda orduya katılamam. [7]"
Matan IDF'de görev yapmayı reddettikleri için bir yıldan uzun zamandır
hapiste olan beş kişiden biri. Duruşmada Adam Maor şöyle dedi:
"İsrail ordusunda görev yapmayı reddetmeye karar verdiğim gece babamın evindeydim ve bir yaşındaki kardeşim Daniel'in ilk adımlarını atışını seyrediyordum. O anki duygularımı hiçbir kelimeyle ifade edemem.
"Onu okurken, yazarken, müzik çalarken gözümün önüne getirdim. Birlikte yapacağımız gezileri düşündüm. O sırada İsrail televizyonu o hafta olan olayları veriyordu. Cuma gecesiydi ve televizyonda devasa İsrail tanklarına taş atan ve karşılığında ateş edilen Filistinli çocuklar gördüm.
"Kocaman sofistike askeri araçlar Filistin şehirlerinde okul ve hastaneler dahil, geriye kalan altyapıyı yerle bir etmekle meşguldü. Her gün düzinelerce insan ya öldürülüyor ya da yaralanıyordu. O gece fark ettim ki orduya katılmak, bu çocukları kardeşim için hayal ettiğim her şeyden mahrum bırakmaktı.
"Günlük hayatımızın en temel şeyleri bile bu insanlardan çalınıyordu: barınak, yiyecek, eğlence, sağlık ve kişisel güvenlik. Eğer diğer çocukları ezen bir sistemin içinde yer alırsam asla kardeşimi sevdiğimi söyleyemem.
"Onun için asla mutlu bir çocukluk hayal edemem. Çünkü anne ve babalarından doğru ya da yanlış itiraf alabilmek için çocukların gece yataklarından alınıp tutuklandığı bir yerde çocukluğa yer yoktu. Ve ben böyle bir yerin yaratılmasında asla yer almayacağım."
İnsanın orada neler olup bittiğini anlamak, İsrail askerlerinin orada ne yaptığını bilmek ve bunun ahlaksızlık olduğunu görebilmek için daha fazla asker hikayesi duymasına gerek yok.
Savaş kurallarına, Dördüncü Cenevre Konvansiyonuna göre, Filistinli tutuklular İsrail'de tutulamaz. Ketziot'ta da, başka bir İsrail hapishanesinde de. Dünyadaki tüm ülkelerin tanıdığı savaş kurallarına göre, ayırımcı yerleşim bölgeleri yasa dışıdır ve İsrail askerleri onları korumak için oraya gönderilmelidir.
B'Tselem gibi insan hakları dernekleri, Gideon Levi ve Amira Hass gibi cesur gazeteciler, askerler bize yeteri kadar şey anlattılar. Artık "bilmiyorduk" diyemeyiz.
İnsan hakları gruplarının ve medyanın bizi bilgilendirmeye devam etmeleri önemli. Oradan gelen askerlerin ifade vermesi önemli. Farklı olabileceğini bilmemiz de önemli.
Filistin mahallelerinin etrafındaki bu lanet duvara bakmalıyız. Bir duvarın, daha fazla kontrol noktası ve ölünün barış getireceğine inanmayı reddetmeliyiz.
Bu ifadelerle ne yapmalıyız?
Reddediyorum
Yapılabilecek bir şey olmadığını söyleyen asker ve subaylara inanmayı reddediyorum. Artık orada olmadıklarında farklı olabileceğini söyleyenlere inanmayı da reddediyorum.
Binlerce Filistinlinin kontrol noktalarında perişan olmasına neden olanların ifadelerini dinlemeyi ve bunun güvenliği sağlamanın tek yolu olduğuna inanmayı reddediyorum.
Askerden çıktıktan sonra, kendi güvenliğimiz için Filistinliler üzerindeki baskının hafifletilmesi gerektiğini söyleyenleri dinlemeyi reddediyorum.
Daha fazla tanıklık dinlersek orada olup bitenler hakkında daha çok bilgi sahibi olacağımıza ve insan hakları durumunu düzelteceğimize inanmayı reddediyorum.
İsrail ordusunun, bağımsızlık isteyen bir başka ulusu ezdiğini bilmek için yeterince şey biliyoruz. Reddetmek için yeterince şey biliyoruz.
Reddediyorum. Kendi güvenliğimiz için bütün bir ulusu hapsetmenin kabul edilebilir olduğuna inanmayı reddediyorum. Bütün bir ulusun, ya da iki ulusun hapsedilmesinin güvenlik sağlayacağına inanmayı reddediyorum.
Sadece savaşı ve zor kullanmayı bilen liderlerimize inanmayı reddediyorum. Uzlaşma yolunu seçene kadar reddetmeye devam edeceğim.
Oğlum Uri sekiz yaşındayken, bir gün, her zaman olduğu gibi aç bir şekilde okuldan döndü. Ağzı ketçaplı spagettiyle doluyken kocaman mavi gözleriyle yüzüme baktı ve sordu: "Askerde senin baban mı daha kıdemliydi, yoksa babamın babası mı?"
"İkisi de önemliydi," diye cevap verdim. "Babanın babasının askerde ne yaptığını bilmiyorum. Benim babam İngilizlere karşı savaştı. İngilizlerin İsrail'den çıkmasını isteyen Lehi adındaki bir yeraltı örgütündeydi."
"Babam bana babasının Palmach'd olduğunu söyledi."
Amotz, Gali ve kendim için pesto hazırlıyordum. Uri pesto yemiyor. Sadece tuhaf, renklendirilmiş şeyler yiyor.
"Ya babam? O orduda komutan mıydı?" diye sordu Uri.
"Hayır, ama herkesin 'birim' adını verdiği çok ünlü gizli bir birimdeydi. Bibi ve Barak da oradaydı."
"Kim daha kıdemliydi? Bibi mi Barak mı?" diye sordu.
"Barak. Ama Bibi'nin abisi Yoni bir kahramandı. Uçakları Entebbe'ye kaçırılan İsrailli esirleri kurtarmak için birimle birlikte gittiği Afrika'da öldürülmüştü. O zamanlar bu hikaye çok ünlüydü. Herkes Yoni'yi çok seviyordu çünkü İsraillileri kurtarmaya çalışırken kahramanca ölmüştü. İnsanlar belki Bibi'nin de kahraman olduğunu düşünmüşlerdi.
"Ama Bibi kahraman değildi değil mi? Belki de gerçekten Yoni'nin kardeşi değildi ve yalan söyüyordu."
"O gerçekten Yoni'nin kardeşiydi ama tüm kardeşler birbirine benzemez. Neyse, Yoni iyi bir askerdi. Ama bu onun iyi bir başbakan olabileceğini göstermez. İyi askerlerin başbakan olmasına ihtiyacımız yok. Sen asker olmayacaksın değil mi?"
"Hayır, olmayacağım."
"Bunu söylemene sevindim. Asker olmayacağına sevindim."
"Ama bana gelmemi söylediklerinde onlara ne diyeceğim?"
"Onlara annenin gitmene izin vermediğini söyle."
"Ama o zaman büyümüş olacağım. Büyük insanlar öyle bir şey söylemez. Beni zorlarlarsa ne olacak?"
Bir gün kapıyı açıp çocuklarımı üniformalar içinde görmek istemiyorum. Tüm annelerin çocuklarının üniforma giymesini reddetmesini istiyorum. Daha fazla hikayeye ihtiyacımız yok; daha çok insanın reddetmesine ihtiyacımız var.(DGA/EA/NM)
* Daphna Golan-Agnon, Dr. Kudüs Hebrew Üniversitesi, Hukuk Fakültesi
[1] Asker tanıklıkları ve İnsan Hakları Konferansı sunuşu, 1 Mart 2004, Hebrew Üniversitesi, Minerva Human Rights Center.
[2] Golan, Daphna. Yargısız Tutuklama: İşgal Edilmiş Topraklarda İdari Gözaltı, Kudüs: Btselem- İsrail İşgal Edilmiş Topraklarda İnsan Hakları Bilgi Merkezi, 1992) sayfa 65
[3] D. Golan,. Yargılamadan Tutuklama, sayfa 49
[4] D. Golan. Yargılamadan Tutuklama: sayfa 43
[5] Stanley Cohen,. İnkar Durumları: Zulüm ve Acıyı Bilmek, Londra:Polity,
2001) paragraf 4-5
[6] ibid, sayfa. xii
[7] Beş CO'nun ifadeleri için www.refuz.org.il sitesini ziyaret edebilirsiniz.