26 Eylül 2002 tarihinde 8 yıl önce terk etmek zorunda bırakıldıkları köylerine geri dönüş yapan Tekin ve Tangüner ailelerine mensup 3 kişi korucuların silahlı saldırısı sonucu hayatını kaybetmişti.
Olay sonrasında MAZLUM-DER Genel Başkanı Yılmaz Ensaroğlu, Genel Başkan Yardımcısı Şinasi Haznedar, Genel Başkan Yardımcısı ve Şanlıurfa Şube Başkanı Şehmus Ülek ile Genel Yönetim Kurulu Üyesi Şimşireddin Ekinci'den oluşan bir heyet araştırma ve incelemelerde bulunmak üzere bölgeye gitmişti.
Mazlum-Der'in hazırladığı raporda, olayın kan davası değil, değil korucuların toplumsal barışı tehdit eden "terörü" olduğu vurgulandı.
"Güvenlik kuvvetlerinin olayın kamuoyuna açıklanmasından rahatsız olduğu"nu vurgulayan raporda, şu bilgiler yer aldı:
Sorunun başlangıcı korucuların silahlandırılması
* Araştırma ve incelemeler, görüşmeler sırasındaki anlatımlar sonucunda gerek Tekin ve Tangüner ailelerinin 1994 yılında köylerini terk etmek zorunda kalmaları, gerekse korucuların silahlı saldırısı sonucu M. Nezir Tekin (55), İkram Tekin (45) ve Agit Tekin'in (5) yaşamını yitirdiği; Gözel Tekin (55), Veysi Tekin (24), Erhan Tekin (13) , Mazlum Tekin (10), Vahibe Tekin (50) ve M.Tevfik Tekin (5)'in çeşitli yerlerinden yaralandığı tespit edildi.
* Köyde 8 yıl önce zorunlu göç yaşanmadan önce Tekin, Tangüner ve Güçlü aileleri yaşamakta iken Güçlü ailesine mensup şahısların köy korucusu olmaları ve devlet tarafından silahlandırılmaları sonucu sorunlar yaşanmaya başlamıştır.
* Korucu olmayı kabul etmeyen Tekin ve Tangüner ailelerine mensup kişiler hem korucuların, hem de bölgedeki diğer güvenlik güçlerinin yoğun baskılarına maruz kalmışlardır.
* Son korucu saldırısında yaşamını yitiren M. Nezir Tekin'in evine 8 yıl önce güvenlik kuvvetleri tarafından baskın düzenlenmiş, evinde esrar ve kalaşnikov silah bulundurduğu gerekçesi ile yakalanmış ve hakkında dava açılmıştır. Ancak yargılama sonucu M. Nezir Tekin'in bir komploya kurban gittiği, silah ve uyuşturucunun başkaları tarafından evine bırakıldığı kanaati oluştuğundan beraatine karar verilmiştir.
* Bu baskılar sonucu 1994 yılında 40 - 45 aile, yaklaşık 500 nüfus köylerini terk etmek zorunda bırakılmıştır. Zorunlu göçe maruz bırakılan bu insanların geride bıraktıkları bir kısmı meyve ağacı olan 1000 kadar ağaç, köydeki korucular tarafından talan edilmiş, kesilmiş; evlerinin büyük kısmı yıkılmış, bir kısmına da korucular yerleşmiş; bunlara ait 6000 dönüm arazi 8 yıl boyunca korucular tarafından ekilip biçilmiş ve gelirlerine el konulmuştur.
* Köylerini terk etmek zorunda bırakılan aileler, bunu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde (AİHM) dava konusu etmiş, kabul edilebilirlik kararı verilmiş ancak dava henüz sonuçlanmamıştır.
Korucular mahkeme kararına uymadı
* Köylerini terk eden ailelerin bir kısmı Bismil ve Diyarbakır'a yerleşirken bir kısmı da çalışıp geçimlerini temin etmek amacıyla İzmir ve İstanbul gibi büyük şehirlere göç etmiştir. Kiralık evlerde, imkansızlıklar nedeniyle bir evi birkaç aile birlikte paylaşmış, aileler parçalanmış; işsizlik, çocuklarını okutamama, sağlık ve benzeri sosyal ve ekonomik sorunlarla sekiz yıl boyunca boğuşmak zorunda kalmışlardır.
* 8 yıldır evlerini işgal eden, arazilerini haksız bir şekilde ekip biçen korucular aleyhine Bismil Asliye Hukuk Mahkemesinde Men-i Müdahale davası açmışlardır.
* 2001/118 Esas numaralı dava dosyasında mahkeme, işgal edilmiş evlerle arazilerin maliklerine teslimi yönünde ihtiyati tedbir kararı vermiş ve bu kararın yerine getirilmesi için Bismil İcra Müdürlüğüne yazı yazmıştır.
* Bismil İcra Müdürlüğü, mahkeme kararının icrası için yapılan başvuru üzerine 02.07.2002 tarihinde arazilerin maliklerine teslimini gerçekleştirmiş ancak korucu başı Emin Güçlü'nün işgal ettiği evin teslimi ile ilgili olarak mahkeme kararını icra etmemiş, evi işgal edene 3 aylık bir süre tanıyarak en geç 02.10.2002 tarihinde evi boşaltıp anahtarı İcra Müdürlüğüne teslim etmesi yönünde karar almıştır.
* Eylül ayı içerisinde göç mağduru aileler Bismil Kaymakamlığına ve Jandarma Komutanlığına müracaat ederek köylerine dönmek istediklerini bildirmiş, Kaymakamlıkça kendilerine köylerine dönüşlerinin önünde herhangi bir engel bulunmadığı sözlü olarak bildirilmiştir.
* Bu söz üzerine 35-40 kişiden oluşan bir grup aile 26 Eylül tarihinde 4 araçla köylerine gitmiştir. Bu insanların köylerine varmalarının ardından köydeki bir grup korucu, silahla birkaç el havaya ateş etmiş ve "Ne işiniz var burada? Neden geldiniz?" diyerek küfür etmiş, karakoldan yardım istenmesi üzerine köyün 1,5 km. yakınında bulunan Kamışlı Jandarma Karakolundan bir uzman çavuş ve 5-6 asker köye gelmiştir.
" Devletin silahını size karşı kullanamazlar"
* Uzman çavuş, köye geri dönmek isteyen kişilere "dönüş için yazılı belge getirmeniz gerekir" diyerek eşyalarını yükleyip köyden tekrar çıkmalarını istemiştir.
* Jandarma Komutanı korucularla görüşmüş, daha sonra köye dönen ailelerin yanına gelmiş ve "kimsenin kimseye zor kullanamayacağını, birlikte geçinmeleri gerektiğini, bir hafta sonra her iki tarafın ileri gelenlerini bir araya getirip barıştıracaklarını" ifade etmiştir.
* Köye dönen aileler, "can güvenliklerinin olmadığını, korucuların saldırısından endişe ettiklerini" belirtmelerine rağmen Jandarma Yüzbaşı, "Size hiç bir şey yapamazlar, devletin silahlarını size karşı kullanamazlar" diyerek köyden ayrılmıştır.
* Jandarma Komutanı köyden ayrıldıktan 10 dakika sonra korucular tarafından köye dönen topluluğun bulunduğu yere doğru birkaç yönden uzun namlulu silahlarla ateş edilmeye başlanmış, topluluk rasgele taranmış, ateş yaklaşık 15 dakika sürmüş, bu arada orada bulunan ve oto gaz ile çalışan bir otomobilin yakıt deposu isabet alarak yanmaya başlamış, patlamalar meydana gelmiştir.
* Olay, aralarında resmi yetkililerin de bulunduğu kimi çevrelerce kan davası olarak yansıtılmak istenmişse de gerçeğin böyle olmadığı tespit edilmiştir. Korucu olan ve olayı gerçekleştiren Güçlü ailesiyle Tangüner ailesi arasında çok uzun yıllar önce birtakım olaylar yaşanmışsa da, saldırıya maruz kalan, ölü ve yaralıların mensup olduğu Tekin ailesi ile olayın faili Güçlü ailesi arasında kan davasına sebep olacak hiçbir olay yaşanmamıştır.
* Saldırı toplumsal barışı tehdit eden tipik bir korucu terörüdür ve şu anda koruculuk, köye dönüşün önündeki en büyük engellerden birisidir. Koruculuk sisteminden kaynaklanan ve sistemin oluşumundan bugüne kadar duyarlı çevrelerce sürekli dikkat çekilen tehlikelerin küçük bir örneğidir.
* Köylerine dönmek isteyen Tekin ve Tangüner ailelerine mensup kadın ve çocuklar köyde, çadırda kalmakta; erkekler ise can güvenliği endişesiyle şehirde kalmaya devam etmektedirler.
* Yaralıların tedavilerinin gerektiği şekilde yapılmadığı, bazılarının (Gozel Tekin) yatalak vaziyette, vücudunun değişik yerlerinde 3 adet mermi çekirdeği olduğu haliyle taburcu edildiği tespit edilmiş; devlet-üniversite hastanelerinde ameliyatlar sırasında doktorlar tarafından yüklü miktarda para talep edildiği iddialarına tanık olunmuştur.
* Geçici köy korucusu olan Güçlü ailesine mensup 10 kişinin olayla ilgili olarak tutuklandıkları öğrenilmiştir.
* Göç mağduru ailelere ait evlerde korucuların oturmaya devam ettikleri, mahkemece teslimi yönünde ihtiyati tedbir kararı verildiği halde M.Nezir Tekin'e ait evin halen boşaltılmadığı, 7 Ekim 2002 tarihinde bu amaçla İcra Müdürü ikinci kez köye götürüldüğü halde, M. Nezir Tekin öldüğü için kime teslim edileceğinin mahkemeden sorulmasına karar verilerek teslimin gerçekleştirilmediği tespit edilmiştir.
* Güvenlik kuvvetlerinin, olayın kamuoyunda işlenmesinden, özellikle de insan hakları kuruluşlarınca olayın araştırılmasından ciddi rahatsızlık duydukları, bizzat heyete yönelik uygulamalardan tespit edilmiştir.
Raporun sonuç bölümünde ise, " korucuların devlet nezdindeki ayrıcalıklı konumlarını kaybetmek istemedikleri, korucuların keyfi uygulamalarına göz yumulduğu " vurgulandı.
" Köye dönüşün önü açılmalı"
* Yıllardır boşaltılan köylerdeki tüm evleri, tarlaları, bağ ve bahçeleri kullanan, gelirlerine el koyan korucuların bu rantı ve devlet nezdindeki ayrıcalıklı statülerini kaybetmek istemeyecekleri bilinen bir gerçektir.
* Devletin yıllardır bölgede uyguladığı politikalar, korucu ve ailelerine sağlanan koruma, kimi toplum kesimlerinin düşman muamelesi görmesi, toplumsal ilişkilerde kolay kolay onarılamayacak derin yaralar açmıştır. Bu nedenle gerçekten köye dönüş isteniyorsa daha ciddi ve köklü projeler geliştirilmelidir.
* Zorunlu göçün yarattığı travmalar, parçalanmış aileler, ekonomik çöküntü, vb sorunlar ciddiyetle incelenmeli, bu sorunlar çözümlenerek köye dönüş sağlanmalıdır.
* Köylerine dönmek isteyen ailelere yol parası verilmesi, evleri yıktırılmış olanlara malzeme yardımı yapılması sorunun çözümünde önemli bir katkı sunmayan basit uygulamalardır. Bu ailelerin mağduriyetleri tazmin edilmeli, geçimlerini temin edebilecekleri, yeniden sağlıklı ve güvenli bir yaşam sürdürebilecekleri koşullar oluşturulmalıdır.
* Tazminat yükümlülüğünden kurtulmak için köylülere, "kendi isteğimizle köye dönüyoruz" veya "kendi isteğimizle köyü terk ettik" şeklindeki belgelerin imzalattırılması uygulamasından vazgeçilmelidir.
* Birkaç yıldır çatışma ortamının son bulmasına rağmen köye dönüşün önündeki en büyük engel halen güvenlik endişesidir. Bu olayda da mağdur ailelerin köye dönüşlerine izin verilmiş ancak güvenlik endişelerinin ifade edilmesine rağmen yetkililer tarafından gerekli tedbirler alınmamıştır. Bu nedenle atılması gereken ilk adım, koruculuk sistemini bütünüyle kaldırmak, gönüllü ve geçici tüm koruculara verilen silahları toplamak, bunlara tanınan koruma ve ayrıcalıklı uygulamalara son vermektir.
* Bölge halkında, korucuların keyfi davranışlarını, kamu görevlilerinin hoşgörüyle karşıladıkları, hatta yer yer korucuların hukuk dışı keyfi uygulamalarına destek verdikleri yolunda yaygın kanaat olduğu gözlenmiştir. Halktaki bu kanaatin düzelmesini sağlayacak önlemler bir an önce alınmalıdır; aksi takdirde benzer olayların birçok yerde yaşanması kaçınılmazdır. (NK)