"Alman Filozof Habermas'ın benim tarif için çok önemsediğim bir cümlesi var, "Faşizm her şeyin mümkün olduğu bir rejimdir!" Faşizmi analiz etmeyeceğim ama burada ortada olan şeyin faşizan bir şey olduğu kesin.
"Yani saçmanın giderek arttırıldığı, dolayısıyla her şeyin mümkün olduğu bir faşizan rejimle karşı karşıya olduğumuz açık. Bunu sürekli devam ettirirsiniz çünkü aksi halde irade kaybına yol açarsınız. Yani herhangi bir yerde bir akılsallık kalırsa o mutlak iradenin iradesi zayıflamış demektir.
"O nedenle her yerde aynı belirsizliği sürekli hayata geçirmeniz, belirsizlik yaratma gücünüzü sürekli açığa çıkarmanız lazım. Çünkü bu irade belirsizlik yaratma gücüyle ayakta duruyor. Belirsizlik yaratma kapasitesi, faşizmin karakteridir.
"Belirsizlik yaratma kapasitenizden biraz geri durduğunuz anda belirlenim alanları doğar ve bu gücünüzü ittirmeye başlar. O nedenle her gün her gün, 'Benden başka kimse karar veremez ve sen kendi eylemini yönetemezsin' mesajının verilmesi lazım..."
Bu sözler Siyaset Felsefecisi, Türkiye İnsan Hakları Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi, Barış Akademisyeni Prof. Dr. Nilgün Toker ait.
Prof. Dr. Toker, Evrensel'den Serpil İlgün'e sorularını yanıtladı. Türkiye siyasetinde yaşananları ve topluma yansımasını ise yukarıdaki sözlerle özetledi.
*Seçim senaryoları, söz düelloları, komplo teorileri İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na verilen hapis cezası sonrası daha da hararetlendi. Eş zamanlı olarak HDP’ye yönelik yargı ve polis baskısı yoğunlaştı, Sibel Tekin yaz saati uygulamasıyla ilgili belgesel çekerken tutuklandı, sokağa çıkanlar yine polis şiddetiyle karşılaştı. Uzun zamandır Türkiye’nin normali haline gelen tabloyu siyaset felsefecisi olarak nasıl okuyor ve tanımlıyorsunuz?
Türkiye’de her gün olan, her gün birkaç tane olan olayları felsefi olarak hangi kavramla düşünürüm diye düşündüğümde bulduğum kelime, “saçma!”
*Nedir saçma?
Saçma, gündelik dilde “anlamsız” anlamına geliyor ama felsefi olarak saçma, “Tersi mümkün olan şey”dir. Yani bir şeyin başka türlü olması da aynı şekilde mümkün. Orta Çağ felsefesinde saçma şu demektir, tanrının eylemleri saçmadır çünkü istediği gibi yapar. Yani bugün suları yukarıdan aşağıya akıtır, yarın aşağıdan yukarı akıtır. Bu, kuramsal açıdan yanlışlık ve doğruluk denen kavramların ortadan kalkması demek. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu belirleyemeyeceğiniz bir irade vardır çünkü.
Mümkünlük ise şudur; onun öyle olmasını isteyen ve o isteğini gerçekleştirecek araç ve güce sahip bir iradeyi talep eder mümkünlük. Yani mümkünün gerçek olması için bir iradenin onu gerçekleştirmek istemesi ve gerçekleştirme gücüne sahip olması lazım.
Tanrısal düzlemde buna, “Her şeye kadir mutlak irade” diyoruz. Bunu yeryüzüne, kendi ülkemize çevirirsek, ortada saçma bir dünya yaratmış olan ve her türlü zıddı gerçekleştirme gücüne sahip, yargıyı, polisi, kurumları kontrol altına almış bir irade var demektir. Bu irade tek midir, çoğul mudur, o tartışmayı yapmam ama şunu söyleyebilirim, tüm bu saçmalığın yasayla, hukukla, şununla bununla açıklanacak bir yanı yok.
*Bu kadar güç referansıyla yönetilen bir ülkede “saçma”nın sürekli yürürlükte olması ne işe yarar?
Birincisi, mantıksal analizler yapabileceğiniz bir akılsallığın kaybolmasına yarar. Akılsallığın kaybolması sizin düşünme-taşınma kapasitenizi ortadan kaldırır. Bilme yetiniz kaybolur. İkincisi, karar veremezsiniz. Yargıda bulunamazsınız çünkü. Yarın ne olacağını ya da neyin neye göre ölçüldüğünü bilmediğimiz bir dünyada yargıda bulunamaz ve karar veremezsiniz. Bu insanı sürekli kuşku içinde bırakır.
Kendi eylemlerinizden de emin değilsinizdir doğru mu yanlış mı diye, başkalarının eylemlerini de değerlendiremezsiniz. Yanı sıra senin eyleminin doğru olup olmadığının karar vericisi başka bir yer. Onun da neye göre karar verdiğini bilmiyorsunuz. Bu düşünmenin iğdiş edilme hali. Bunun yarattığı vatandaşlık tipini düşünebiliyor musunuz? Bütün bu saçma olaylara maruz kalanlar, onu izleyenler, ona müdahil olmak isteyenler hiçbir belirlenime sahip değillerse eğer, kendi eylemlerini belirleme gücünden de yoksun olurlar. Saçmanın hakim olduğu bir dünya, insanların olayları bir nedensellik, bir akılsal açıklama modeli içinde düşünmesini engeller.
Epey önce bu rejim için “belirsizlik rejimi” demiştim, tam da bu nedenle. Yoksa belirsizlik rejimiyle kastettiğim sadece bir öngörülmezlik değil. Onu da içeriyor tabii ama esas olarak kastettiğim daimi bir kuşku ve olaylar, kararlar arasında bir nedensellik bağı kuramadığımız, akılsal açıklamalar yapamadığımız, neyin neden olduğunu bilemediğimiz bir durum.
*Dolayısıyla, düşünme kapasitemizin daha da zayıflaması, felç olması için saçmanın arttırılması gerekiyor?
Evet. Alman Filozof Habermas’ın benim tarif için çok önemsediğim bir cümlesi var, “Faşizm her şeyin mümkün olduğu bir rejimdir!” Faşizmi analiz etmeyeceğim ama burada ortada olan şeyin faşizan bir şey olduğu kesin. Yani saçmanın giderek arttırıldığı, dolayısıyla her şeyin mümkün olduğu bir faşizan rejimle karşı karşıya olduğumuz açık. Bunu sürekli devam ettirirsiniz çünkü aksi halde irade kaybına yol açarsınız.
Yani herhangi bir yerde bir akılsallık kalırsa o mutlak iradenin iradesi zayıflamış demektir. O nedenle her yerde aynı belirsizliği sürekli hayata geçirmeniz, belirsizlik yaratma gücünüzü sürekli açığa çıkarmanız lazım. Çünkü bu irade belirsizlik yaratma gücüyle ayakta duruyor. Belirsizlik yaratma kapasitesi, faşizmin karakteridir. Belirsizlik yaratma kapasitenizden biraz geri durduğunuz anda belirlenim alanları doğar ve bu gücünüzü ittirmeye başlar.
O nedenle her gün her gün, “Benden başka kimse karar veremez ve sen kendi eylemini yönetemezsin” mesajının verilmesi lazım. Bunu topraklarına el konulan köylüye de veriyor, işçiye de veriyor, 6 yaşında evlendirilen çocuğun haberini yapan gazeteciye de veriyor. Dolayısıyla evet, bunu sürekli arttırmak ve mümkünse kesintisiz yapmak. Kesintisizlik, üzerinizdeki şiddeti ağırlaştırır. Şiddetin, zorun ve baskının sistematikleşmesi aynı baskıyı görseniz dahi giderek daha dayanılmaz hale getirir. Çünkü sürekli üstünüze basılıyordur. Biz şu an bunu yaşıyoruz, sürekli üstümüze basılıyor.
*İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na verilen hapis kararının İmamoğlu lehine bir mağduriyet yarattığı, halk nasıl daha önce hapis cezası alan Erdoğan’a destek verdiyse ve Erdoğan 20 yılda mağduriyet söyleminden nasıl yararlandıysa, bugün de İmamoğlu’na yarayacağı yorumları yapıldı. Mağduriyetin kazanmanın şartlarından biri haline gelmesiyle ilgili ne düşünürsünüz? Ve bugün hâlâ çalışır mı?
Bir kere Erdoğan o dönem haksızlığa uğramıştır ama iktidara gelmesi o haksızlık nedeniyle değil, ağır ekonomik kriz nedeniyledir. Uğradığı haksızlık Erdoğan’ın karizmasına yazılmıştır, haksızlığa uğrayan olarak insanların onu koruma duygusuna seslenmesi, lidere bağlılıkta arttırıcı bir faktör olmuş olabilir. İmamoğlu İstanbul belediye seçimleri iptal edildiğinde o akşam “Beni mağdur edemeyeceksiniz, ben özneyim” demişti.
Mağduriyete sıkışmayacağının ilanıyla ve siyasal bir öznelik göstermesiyle kendisini siyasal bir aktör olarak var etti. Mağduriyet pozisyonu, İmamoğlu’nun ortaya koyduğu siyasal figürde aşınma yaratıyor. O nedenle, İmamoğlu’nun mağduriyete sıkışması çok riskli, çok tehlikeli, siyaseten de yanlış olur. Seçimi de kazandırmaz diye düşünüyorum. Halkın iktidarı hedefleyen bir ittifaktan beklentisi şudur, olaylara müdahale edecek gücünü görmek ister. Mağduriyete sıkıştığın anda o güçten vazgeçtiğin anlamına gelir.
Bu bağlamda, genel olarak muhalefetin özel olarak da altılı masanın halkın beklentilerini karşılayamadığı, güven vermediği tartışmalarını nasıl izliyorsunuz? İmamoğlu kararı üzerine Saraçhane’de birlik beraberlik fotoğrafı veren altılı masa için, üçüncü gün “kriz var” haberleri yapıldı. Güven oluşturmada iktidar hamleleri karşısındaki bu dayanıksızlık görüntüsü de kuşkusuz pay sahibi ancak “Ortak bir gelecek kurma” vaadine halkı ikna edememenin esasında ne var?
Öncelikle, Kılıçdaroğlu ve CHP’lilerin bir kısmının dilinden duyduğumuz yeni bir ortaklık kurma çağrısı ve çabasının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Siyasetin önündeki en acil görev Türkiye’de ortaklığın inşasıdır. Ama hangi ilkelerle kurulacak bu ortaklık? Ortaklık kurmanız için bir gelecek tahayyülünüzün ve tasavvurunuzun olması, o tasavvuru dayandırdığınız ilkelerinizin olması lazım.
Demokratik bir ortaklık inşa etmek isteyen ve rejimi demokratikleştirmek isteyen bir parti, demokrasinin ilkelerine referans edecektir. Demokrasi ilkeleri de insan haklarının rezervsiz kabulünü gerektirir. Yani, herkesin özgür eşitliği, herkesin haklara sahip olduğunun tanınması ve herkesin haklarını neyse o olarak hayata geçirmesi için elinden gelinenin yapılması, yani korunması. Bunun içinden konuşursunuz. “Şunların daha az hakkı vardır”, ya da “şunlara ama” diye başladığınızda, olmaz.
Göçmenlerden konuşurken faşizmin öjenik arınma dilini konuşursanız olmaz mesela. Altılı masa seçimi kazandıklarında şimdikiler ne kadar güce sahipse onlar da olacak. Bunda bir beis yok, ama nasıl müdahale edeceklerini bilmiyoruz. İlkelerini bilmiyoruz, bir şeyler söylüyorlar ama o söylediklerinin kapsayıcılığı çok tartışmalı. Herkese konuşmuyorlar bir kere. Yeni bir demokratik inşa çağrısı yapan bir hareketin herkese konuşuyor olması, müzakere edebilir olması lazım.
“Herkese konuşmuyorlar”ın içinde seçimi kazanma konusunda oynayacakları role rağmen Kürtler de var.
Bir kere daimi dışarıda olanlar var ve Kürtler başında geliyor. Bazen bir parça Aleviler, LGBTİ’ler, Müslüman ve Türk olmayanlar falan. Ancak Kürt meselesi, özellikle de barış sürecinin bitirilme biçimiyle de beraber bir “Yurttaşlık alanına dahil olma”yı aşarak, düşmanlaştırmaya dönüştü, artık düşmanlar var.
Sen düşman olmayanlar için bile bir saçma yaratmış ve onlar için bile her şeyi mümkün ve belirsiz hale getirmişken, düşman olanlar zaten akılsallığın tümüyle dışındalar. O nedenle buradaki zulüm artarken, düşman olanların zaten bir nesne olarak görüldüğü bir dünyada orada o zulmün katmer katmer olacağı açıktır.
Buradakine hapse atmadan siyasi yasak verirken, oradakine hem siyasi yasak verirsin, hem hapse atarsın. Buradakine mahkemeye çıkararak siyasi yasak verirsin, oradakini mahkemeye bile çıkarmazsın “Kayyum atadım, her şeyi iptal ettim, hem de hapse attım” dersin.
Bunu yaratan yapı onun ne diyeceği ile de ilgilenmiyor. İmamoğlu’nun ne diyeceği ile ilgileniyor çünkü sosyolojik rıza üretmek için ona ihtiyacı var. Altılı masanın belirlenim yaratamamasına da ihtiyacı var. O nedenle, “İmamoğlu’na ceza verilmesi onu aday yapar” tartışmasına girmen değil, böyle bir dünyaya sokulmuş olmaya itiraz etmen lazım.
(RT)
RÖPORTAJIN TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN.