Bu sonuçlardan sonra Avrupa Anayasasının ölü doğduğunu söylemek hiç de yanlış olmaz. Fransa da hayır yanlılarının referandum öncesinde iddia ettikleri gibi yeniden pazarlık yapma şansı da ortalıklarda görünmüyor.
Milliyetçiliğin yeniden Avrupa idealinin önüne geçeceği gözlemleniyor.Solun körüklediği popülizmin Avrupa idealini öldüremediyse bile bu ideale önemli bir darbe vurduğu kesin.
Avrupa'nın hasta adamı Fransa!
1986'dan 2005'e, yirmi yılın sonunda gelinen noktayı "hasta adam" sözcüğüyle açıklayabiliriz. İşsizlik aktif nüfusun yüzde 10'a saplanıp kalmış. Son on yıldır her üç çalışandan birisi işsizlik ile karşılaşmış. Her beş Fransız'dan birisinin hiçbir formasyonu yok.
Dış borç olağanüstü artmış ve ihracat sürekli açık vermeye başlamış. Sosyal dayanışma sistemi, sağlık ve işsizlik sigortası, emeklilik sistemi sürekli açık veriyor.
Rekor düzeyde işsizlik ve Avrupa'nın en yüklü vergi (sosyal kesintiler dahil) oranı baş başa gidiyor.
Yani neredeyse yolunda giden hiç bir şey yok. Yirmi yıl statükoyu korumayla geçirilmiş. Yirmi yıl loby ve korporasyonların kurtarılmasına harcanmış.
Toplumdan gelen tepkilere tamamıyla kayıtsız kalan bir iktidarı da bunların üzerine eklersek gelecek korkusu ve öfke popülizme kapıların sonuna kadar açılmasına olanak verdi.
Evetçiler elit ve topluma yukardan bakanlar oldu, hayırcılar ise halk-halkçı.Avrupa ve dünya, fethedilecek, kazanılacak bir hedef değil, bir tehdit ve öcü oldu. Milliyetçi korunma, korku ve içe kapanma ön plana çıktı.
Ve sonuçta 25 ülkenin ortak karar alabileceği bir sistem, dünyadaki alt üst oluşa müdahale edebilecek bir araç, ultra liberalizm karşısında dengeyi sağlayabilecek, pazarı düzenleyebilecek ve Avrupa'yı sosyallestirebilecek bir olanak reddedildi.
Üstelik büyük ölçüde Fransa'nın Avrupa'ya dayattığı proje Fransızların kendisi tarafından reddedildi.
Siyasal Avrupa düşüncesi buharlaştı
Bu yenilgi sadece Avrupa bürokratlarının yenilgisi değil,.daha da köklü bir yenilgi. Siyasi Avrupa perspektifinin kaybolmasıyla sonuçlanan bir yenilgi. En aşağısından uzunca bir süre için. Siyasal dinamizmden zaten yoksun olan Avrupa bir de referandum sonucuyla bir belirsizliğin içine sürüklendi.
Sonuçta, uzun bir süre daha, var olan anlaşmaların oluşturduğu, solun çok şikayetçi olduğu, sadece geniş bir pazar olarak yaşayacak Avrupa.
Bundan da önemlisi, bu gelişme, üye ülkelerin kendi içlerine kapanma eğilimlerinin, ulusal çıkarlarını Avrupa idealinin önüne çıkarma eğilimlerinin yaygınlaşmasını getirebilir.
Şimdiden bu tür bir milliyetçiğe dönüşü bütçe görüşmelerinde hissediyoruz. 2007-2013 bütçesinin ana hatlarının belirlenmesinin zamanında yapılıp yapılamayacağı belirsiz. Çok kötümser olursak Euro'nun durumunu bile tartışabiliriz.
Almanya'da bu konuda, kuramsal düzeyde bir tartışma sürdürülüyor. Euro alanının dağılması durumunda ne olur diye. Gelişmeler karşısında euro'nun değer kaybetmesi, ihracat için olumlu olabilir ama, en azından bir istikrarsızlık belirtisi. Üstelik tek para birimine geçişi, siyasi bir yapılanmanın izlemesi doğal bir sonuç olarak öngörülmüştü.
Güçlü bir siyasi yapı olmadan paranın geçerliliği ne olur bilinmez. Bütün bu gelişmeler, İngiltere'ye kendi Avrupa projesini hayata geçirmesi olasılığı da tanıyor: kurallardan arındırılmış çok geniş bir pazar.
Türkiye nasıl etkilenecek
Kuşkusuz son gelişmeler Türkiye'yi de etkileyecek. En aşağısından belirsizlik içinde olacak Türkiye. Referandum tartışmaları sırasındaki Türkiye'ye hayır sloganları bir yana, gerek Fransa gerekse Hollanda referandumu gösterdi ki, duvarın yıkılmasının ardından gelen hızlı genişleme insanları korkutmuş.
Bu durumun Türkiye'yi etkilememesi mümkün değil. Ama bunlardan da önemlisi Türkiye içindeki gelişmelerin olumsuz etkilenmesi olasılığı.
Avrupa projesinin içine girdiği belirsizlik, Türkiye'yi yapması gereken reformlar konusunda gevşek davranmaya yöneltebilir. Devlet kadrolarının, siyasi partilerin çoğunluğunun, çok sayıda aydının, solun Avrupa projesi konusunda çok isteksiz ve ikircikli hatta oportünist bir tavır içinde oldukları göz önüne alınırsa savsaklanma kimseyi de rahatsız etmez doğrusu.
Türkiye'yi bekleyen asıl tehlike bu bence. Öte yandan bu belirsizlik olumlu da olabilir. Avrupa'nın istediği her şeyi yapıyorsunuz veya onlar istedi diye yapıyorsunuz suçlamalarından kurtulunabilir.
Şu anda kimsenin Türkiye ile böyle uğraşacağı yok nasıl olsa. Biz istiyoruz yapıyoruz denebilir ve inandırıcı da olur. Ama bu istek var mı bilemiyorum.
Avrupa'ya nasıl bakıyorlar...
Referandum öncesi yapılan tartışmalar, tüm olumsuzluklarına karşın, bir konunun açığa çıkmasını sağladı.
Irkçı - milliyetçi sağ hariç çeşitli siyasi gruplar Avrupa'ya nasıl bakıyorlar. Biliyorum böyle kısa bir özetleme, konuyu karikatürize etme sonucunu doğurabilir ama yine de deneyeceğim.
Irkçı-milliyetçiler sağ için işler kolay. Avrupa'dan çıkılmalı, devletler arası basit işbirliğine dönülmeli. Bunun dışında 4 ana eğilim görüyoruz.
1) Suveneristler-egemenlikçiler: Artık Avrupa'yı reddetmiyorlar (biz de Avrupa'dan yanayız ama bu Avrupa'dan değil gibi), çıkılmasını da önermiyorlar ama Avrupa örgütlenmesinin minimum düzeyde kalmasından yanalar.
2) Liberaller: 450 milyonluk pazar, hem de kuralsız. Kaçar mı?
3)Sosyalist-sosyal demokratlar (ekonomi politikalarında biraz faklılaşmalarına rağmen merkezcileri de bu gruba katabiliriz): Politik-ekonomik-sosyal güçlü bir Avrupa devleti.
Avrupa örgütlenmesi yoluyla küreselleşme denetlenebilir. Fransız sosyal sistemini içini boşaltmadan modernize ederek kürselleşmenin yıkıcı etkilerinden konuşabiliriz.
4) Troçkist hareketler ve Komünist Partisi:Devlet tekellerinin korunması üzerine kurulmuş bir ekonomi. Rekabete hayır. Anti-kapitalizm. Küreselleşmenin denetim altına alınması boşa kürek çekmedir. Küreselleşmenin karşı mücadele ederek ortadan kaldırma. (MSŞ/BA)