Herşeyin ölçüsü paraysa, insanın değeri de parayla ölçülüyor demektir. Bu durum burjuva uygarlığının ne menem bir şey olduğu konusunda yeterince 'aydınlatıcıdır'... Artık yegane parola: "zenginleş"tir. Eğer bireysel zenginlik makbul bir şeyse, o zaman çabuk zenginleşmek daha da makbuldür...
İş bitirenler ve işi bitirilenler
Fakat burjuva uygarlığında ekseri gözden kaçan önemli birşey var: birinin zenginleşmesi için başkalarının yoksullaşması gerekiyor. Ya da 1980 sonrasında moda olan tâbirle; birinin iş bitirebilmesi için bir çoğunun işinin bitirilmesi kaçınılmazdır. Buna rağmen burjuva iktisatçısı bunların her ikisinin de ortak çıkarın tarafları olduğunu vâzeder.
Bir kere üretim faktörleri vardır: Doğa, sermaye ve emek. Toprağın sahibi toprağının kirasını alır ve buna rant denir ama burjuva iktisatçısı neden birilerinin toprağın sahibi olduğu ama başkalarının bir karış toprağı olmadığı sorusunu sormaz. Sorsaydı işler karışırdı... Sonra kapitalist gelir o da 'girişimci yeteneğinin' karşılığı olan kârı alır. Geriye işçi kalıyor yani proleter o da emeğinin karşılığı olan ücreti alır. Görüyorsunuz herşey yerli yerinde ve herkes durumdan memnun...
Piyasa efsanesi
Bir kere ne üretmek ne yaşamak için gerekli araçlardan yoksun olan işçiyi (proleteri) mülk sahibi sınıflarla 'eşit durumda' saydınız mı artık geriye bir şey kalmıyor. İşte marifet burada ve burjuvazinin akıl hocaları anlı-şanlı iktisatçılar, derin bilginler, profesörler, gazetelerin köşelerini tutmuş 'uzmanlar' efsane üreterek kafaları bulandırmayı başarıyorlar. Bu aşamada 'doğal kuralları ve işleyişi olan' piyasa efsanesi devreye sokuluyor.
İnsan iradesinden bağımsız, üstelik müdahale edildiğinde gazaba gelen ve cezalandıran bir şey bu... Öyleyse piyasalara dokunmamak gerekir... Tabii böyle birşey hem imkãnsız hem de saçma olduğuna göre, bundan sadece sermaye sahipleri, mülk sahipleri lehine müdahale etmek gerekir, piyasanın gereği onu emrediyor demeye getiriyorlar. Ya da ekonominin gereği sömürücü-vurguncunun çıkarıdır...
Önce piyasanın insan iradesini aşan, 'doğa yasalarının geçerli olduğu bir şey olduğu' efsanesi üretiliyor, onu 'iktisat bilimi' efsanesi izliyor ve bu işi de iktisat uleması yapıyor. Siz şu olup-bitenlere dair bir şey söylemeye kalkarsanız ulema taifesinin adamları-kadınları sizi "vazifeniz olmayan işlere burnunuzu sokmakla" suçlar ve herkes haddini bilsin derler...
Doğrusu şu bilimin tüm inceliklerini özümlemiş koskoca profesörler, pek değerli uzmanlar varken sizin günlük yaşamınızı angaje eden bir konuda fikir beyan etmeniz herhalde yakışık almazdı... Koskoca bilim erbabı, o derin uzmanlar ne güne duruyor. Amaç, gündelik, sıradan, bayağı şeyleri efsaneleştirerek sömürüyü, yağmayı talanı bir dokunulmazlık zırhıyla kaplamaktır. Bir kere efsane üretildi mi, artık iş kolaylaşıyor.
'Kendi kendini düzenleyen bir piyasa' asla mümkün değildir ama önce öyle olduğunun söylenmesi, sonra da insanların öyle bir şeyin varlığına inandırılması gerekir... En azından soru sormaları engellenmelidir. Piyasa düzenleme olmadan işlemez ve bu düzenleme de her zaman birileri tarafından birilerinin lehine, tabi başkalarının aleyhine sonuçlar verecek şekilde yapılır.
Doktor Frankeştayn'ın düzeneği
Ekonomik liberalizmden çok söz edilir de iki şeyden pek söz edilmez: birincisi, ekonomik liberalizm denilenin ne olduğu pek bilinmez; ikincisi de bunun nasıl oluşturulduğu da bilinmez. Merak edip kapitalizmin tarihi hakkında fikir sahibi olan biri 'ekonomik liberalizm' denilenin ne büyük müdahale ve düzenlemeler sonucu ortaya çıktığını görürdü. 'Kendi kendini düzenleyen piyasa' ya da 'serbest piyasa ekonomisi' denilen, ne serbesttir ne kendi kendini düzenleme yeteneğine sahip olan bir şeydir. Eğer ileri sürüldüğü gibi ekonomik liberalizm diye tutturulursa, işler döner dolaşır aynı doktor Frankeştayn'ın canavarı gibi sahibine döner...
'Serbest piyasa' söylemi gerçek dünyada olup-bitenleri gizlemeye yarayan ideolojik bir manipülasyondur... Teşbihte hata olmaz denmiştir: Futbol oynamak için sadece oyuncu yeterli değildir, bir de futbol sahasına ve kuralları uygulayan bir hakeme ihtiyaç vardır... Piyasa da öyledir ve ancak belirli kuralların ve kurumların varlığı durumunda işleyebilir. İktisat bilimi denilen bu kuralları kimin koyduğunu, ne amaçla koyduğunu, bundan kimin çıkar sağladığını gizlemeye yarar. Velhasıl, kavramın olumsuz anlamında tam bir ideolojidir... Bu yüzden sermaye denmez hele hele sermaye sınıfı asla...
Egemenlik aldanmaya ve aldatmaya dayanır ve aldatmak için sözcükler, kavramlar, söylemler devreye sokulur. Aldatma işine memur edilenlere de ekseri bilim adamı, bilim kadını, konunun uzmanı, vb. denir. Ve uzmanlık alanları kıskançlıkla korunur. Bu yüzden mülk sahipleri veya sermaye sahiplerinin zenginliği, ( sömürü düzeni densin), iki kesim tarafından korunmaktadır. Bunlardan birincisi bildik güvenlik güçleri; ikincisi de ideolojik güvenlik güçleridir. Bu sonuncu kesim toplumda bir de büyük itibar görür... Bunlar 'soylu bilimin' timsali değiller midir? Sakın ola ki, geçerli paradigmaya eleştirel yaklaşmaya, itiraz etmeye kalkmayın, zira ideolojik korucular sizi hemen "saf bilimden sapmakla, işe ideoloji ve politika karıştırmakla" suçlayacaktır... Oysa ne ekonomiden bağımsız bir siyaset ne de tersi mümkündür. Ne olup bitiyorsa bu ikisinin diyalektik bütünlüğü olarak tezahür eder ama tevatür başkadır...
Bir kere tam bir ideolojik kurgu ve mistifikasyon eseri olan ideolojik safsatalar bilim sayılır, sonra da bir dokunulmazlık zırhıyla örtülür. O zaman burjuva iktisatçısı veya 'uzman', ürettiği birkaç kilo salatalığı, yoğurdu, köy veya semt pazarında satmaya gelen köylüyü, işportacıyı, emeğini satmadığı zaman aç kalmak durumunda olan işçiyi kolaylıkla aynı oyunun 'eşit şartlarda' hareket eden unsurları sayabilir. Bilinçli olarak uygulanan enflasyonist politikalardan zarar görmemek için aldığı mütevazı aylığın bir kısmıyla döviz alıp ay sonuna doğru bozduran işçi veya memur, üç aylık emekli maaşının iki aylığını faize yatırarak eflasyonist gidişe karşı kendini korumaya çalışan emekli memur, trilyonlar, katrilyonlarla oynayan spekülatörle aynı oyunun parçalarıymış gibi gösterilir...
Piyasada kimler yer alıyor
Devletin borçlandığı dönemlerde kağıtların faizini yükselten vurguncu rantiye, dolar ve mark (şimdilerde euro) giriş çıkışlarından milyonlarca dolar kazanan spekülatörler, vb. sanki oyunun eşit koşullarda hareket eden parçalarıymış gibi sunulur. 'Serbest piyasa ekonomisi" diye diye ekonominin yönetimini bütünüyle ele almış bu kesim, faiz-döviz-borsa üçgeninde yaptığı spekülasyonlarla ekonominin içini boşaltıyor. Bütün bunlar da 'piyasa ekonomisinin gereği' olarak sunuluyor.
Asıl söz konusu olanın ne olduğunu merak eden için 'piyasa ekonomisi' ya da şimdilerde pek moda bir tabirle 'piyasalar' denilenin, ahmakları aldatmaya yarayan bir retorik olduğu açıktır. Bir bakın bakalım şu 'piyasalar' denilende kim nerede duruyor. Borsada kimler var? Bunların ne kadarı 'oynuyor'. Ne kadarı 'oyuna getiriliyor' ? Piyasalar tedirgin, piyasalarda gergin bekleyiş sürüyor, piyasalar nefesini tuttu bekliyor, piyasalar tezkereyi satın aldı, ABD'den 1 milyar dolar hibe haberi gelince piyasalar coştu... Dikkat ederseniz şu piyasalar denilen hiç te öyle 'doğal, insan iradesinden bağımsız, müdahale edilemez... türden bir şey değil. Eti kemiği olan ve sadece kendi dar çıkarları peşinde koşararak ülkenin zenginliğini yağmalayan insanların eyleminden ve tercihlerinden ibaret...
'Halep ordaysa arşın burda' denmiştir. Türkiye'nin zenginliğinin nasıl bölüşüldüğüne bakarak piyasalarda hangi aktörlerin 'iş yaptığını' görebilirsiniz... Türkiye'de nüfusun (veya ailelerin) yüzde 1'i ulusal gelirin yüzde 17'sine sahip. yüzde 10'u da yüzde 41'ne... İkinci yüzde 10 da dahil edildiğinde yani yüzde 20'nin payı yüzde 55'i geçiyor...
Borsada 11 milyar dolarlık işlem hacmi olduğu ve 150 bin kadar insanın işlem yaptığı söyleniyor. Ama duruma daha yakından baktığınız zaman gerçekten borsada 'oynayanlarla' oyuna getirilenler arasındaki farkı görmeniz mümkün olabilir. Söz konusu 11 milyar doların 8 milyarı sadece yüzde 1'e ait... Hepsi bu kadar da değil, sadece 10 kişi yüzde 35'in sahibi... Borsa uzmanlarının bu rakamlar ve oranlar hakkında söyleyecek bir sözleri var mıdır?
Aynı şey döviz ve banka mevduatları için de geçerlidir. Hemen herkes bankaya uğruyor ama kimi maaşını almak, fatura ödemek için, kimileri de 'bireysel bankacılık uzmanlarının çayını, kahvesini içerken faiz pazarlığı yapmak için... Bankalardaki mevduatın yüzde kaçı kaç kişinin ve bunların aldıkları yıllık faiz ne kadardır? Meraklısı bu soruların cevabını kolaylıkla bulabilir. Velhasıl spekülatörler borsa-döviz-faiz üçgeninde ülkenin zenginliğini hortumluyor ve buna da 'piyasalar', 'piyasa ekonomisinin gereği, vb...' deniyor. İyi de daha ne zaman kadar...(NK)
*Vurgular ve ara başlıklar Bianet'e aittir.