PEN Norveç, beş yıllık Gezi Parkı yargılaması sürecini raporlaştırdı.
Osman Kavala’nın müebbet, Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Mine Özerden, Can Atalay, Tayfun Kahraman ile Yiğit Ali Ekmekçi’nin de 18 yıllık hapis cezasına mahkum edildiği Gezi Davası baştan sonra izleyen PEN Norveç raporda tutuklu sanıkların her biriyle yapılan röportajlara, konuya ilişkin makalelere ve iddianame görüşlerine yer verdi.
Rapora PEN Norveç Başkanı Kjersti Løken Stavrum bir giriş yazısı yazarken, PEN Norveç Türkiye Danışmanı Carolıne Stockford’un, PEN Norveç Türkiye Hukuk Danışmanı Şerife Ceren Uysal, Gökçer Tahincioğlu ve İngiltere ve Galler Barosu İnsan Hakları Komitesi’nden Hukukçu Kevin Dent makaleleriyle yer aldı.
Stavrum: Hiçbir duruşma Gezi kadar adaletsiz değildi
PEN Norveç Başkanı Kjersti Løken Stavrum kaleme aldığı giriş yazısında suçlamaların mesnetsiz olduğunu söyledi. Davada delil olmadığını, masumiyet karinesi ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini yazdı:
Türkiye’deki davaların izlenmesi konusunda PEN Norveç’in uzun bir geçmişi var. Ancak 40 yılı aşkın süredir izlediğimiz yüzlerce duruşmadan hiçbiri Gezi Parkı davası kadar girift ve katlanılamayacak denli adaletsizce değildi.
Ne yazık ki hem Gezi davasındaki hem de ilgili diğer davalardaki gözlemlerimiz, Türkiye’de bağımsız bir yargının olduğunu, muhakeme usullerinin gereği gibi uygulandığını, özgürlük, güvenlik ve adil yargılanma haklarının gözetildiğini söylemenin mümkün olmadığını bize göstermiştir.
Söz konusu davada delillerin olmadığı, masumiyet karinesi hakkı ile adil yargılanma hakkının da ihlal edildiği göz önünde bulundurulduğunda, Gezi 7’lisinin devam eden tutukluluğunu ancak bir rehin alma olarak görmekten ve 2 Şubat 2022 tarihli kararında bu davanın tümüyle siyasi olduğunu söyleyen Bakanlar Komitesi’ne katılmaktan başka bir seçeneğimiz bulunmuyor.
Stockford: Demokrasi rehineleri
Carolıne Stockford, beş yıllık davadaki hukuksuzlukları yazdı. İddianameden, müştekilerden, savcıdan, tanıklardan AİHM’nin kararından, davayı izleme deneyiminden bahsetti.
Stockford Gezi’de çıkan kararla Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nden ihraç edilmeyi göz aldığını belirtti. Uluslararası hukukun Türkiye’de tutuklanan herkesin sarıldığı son umut olduğunu yazan Stockford, bu durumun, 85 milyon yurttaşın yerel mahkemelerce verilen temel insan hakları ihlalleri kararlarına itiraz etmesine engel olabileceği tehlikesi üzerinde durdu:
Diyebilirim ki Gezi davası, bir yargılama değildi. Gezi davası masum demokrasi destekçilerine, onların savunma avukatlarına ve mahkeme gözlemcilerine karmakarışık, utanç verici bir muameleyi reva gören ve beş yıl süren bir tiyatro oyunuydu.
Son sekiz yılda, Iğdır gibi küçük şehirlerden, yakınlarda 23 bin kişinin hapsedildiği Silivri cezaevinde özel amaçla inşa edilmiş mahkeme salonuna kadar, Türkiye’de 120’den fazla davayı izledim, ancak gözlemlediğim davaların hiçbiri adaletsizliği, çelişkileri, hukuk dışılığı bakımından ve mahkeme heyetiyle Adalet Bakanlığı’nın iç ve uluslararası hukuku hiçe sayması açısından Gezi davasının yanına yaklaşamadı. Bir AİHM kararının, hakimin ‘Adalet Bakanlığı’nda tercümesi henüz yapılmadı’ demesiyle uygulanmaması, yargı sisteminin özellikle ve siyasi saiklerle hiçe sayılmakta olduğunu perdeleyen bir dalaveredir.
Gezi Parkı sanıkları suçsuzdur. Esasında rehin alınmış olduklarını söylemek daha doğrudur ve yaşananlar iktidar bloğunun taraf olduğu sözleşmelerde bulunan hukukun üstünlüğü ilkesini reddetmesinin bir başka örneğidir. Demokrasinin olmadığı bir demokrasi, hukukun bulunmadığı bir hukuk, ifade özgürlüğünün olmadığı bir ifade özgürlüğü, gösterinin olmadığı bir toplantı: İktidardaki koalisyon Türkiye’nin kendi anayasasına ve Avrupa Sözleşmesi’ne uymayı reddediyor ancak topyekun bir diktatörlük de ilan etmiyor.
Son sekiz yılda katıldığım 120’den fazla duruşmada, AİHM kararlarından defalarca alıntı yapıldığına ve Mahkeme’nin ilkelerinin tamamen göz ardı edildiğine şahitlik ettim.
Türkiye’nin hakimleri, her ne kadar 2016 sonrasında hakimleri hedef alan toplu tutuklamaların ardından deneyimsiz ve kimi zaman eğitimsiz kalsalar da Sözleşme’yi gayet iyi bilmektedirler. Gezi gibi utanç verici göstermelik davaların sürmesine neden olan, Adalet Bakanlığı'nın uluslararası hukuk konusunda yeterince katı bir rehberlik yapmaması ve siyasi irade eksikliğidir. Savcıların ve hakimlerin seçilmesinde temel yargı bağımsızlığının bulunmayışı, kendi iradesinin mahkeme salonunda tecelli etmesini talep eden bir liderin zorba tavrıdır.
Silivri ve Bakırköy cezaevlerinde tutuklu Gezi Parkı sanıkları Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Mine Özerden, Can Atalay, Hakan Altınay, Tayfun Kahraman ve Osman Kavala’nın bir an önce tahliye edilmesi gerekiyor. Adını andığım bu kişiler alanlarında uzman demokrasi rehineleri.
Dent: Komplo çığırtkanlığı
Kevın Dent ise iddianameye dair bir analiz yazdı. Dent, iddianamesindeki temel eksikliklerin AİHM’in Kavala kararında etkili bir biçimde özetlendiğini belirterek şunları söyledi:
İngiltere ve Galler Barosu İnsan Hakları Komitesi Barosu dava gözleminin ilk aşamalarında bu davanın iddianamesinin ciddi manada kusurlu ve son derece eksik olduğu sonucuna vardı.
657 sayfalık iddianame özünde Gezi Parkı protestolarının tek bir kişi veya örgüt tarafından düzenlendiği, kontrol edildiği varsayımına dayanmaktadır. İddianamede bu varsayımı destekleyecek veya sanıklardan herhangi birisinin iddia edildiği kişi olduğuna dair bir kanıt sunmamaktadır. İddianame Sayın Kavala tarafından 24 Haziran 2019’da mahkemede 'fantastik bir kurgu' olarak tanımlandı. İngiltere ve Galler Barosu İnsan Hakları Komitesi Barosu iddianamenin herhangi bir inandırıcı veya sağlam delil yerine sürekli komplo çığırtkanlığı yapması nedeniyle bu değerlendirmeyle aynı görüştedir.
İddianamede tutarlı ve iyi yapılandırılmış bir anlatı yerine, bitmek bilmeyen tekrarlar, büyük bir siyasi kuramlaştırma, Türkiye ve onun Avrupa ile dünyanın diğer yerlerindeki rolüne dair birçok komplo teorisi bulunmaktadır. İddianame son derece ideolojik bir belge ve bu özelliğinden ötürü, kamuoyu tarafından anlaşılması yahut, daha da önemlisi, sanıklar tarafından bu iddialara nitelikli şekilde yanıt verilebilmesi neredeyse imkansız.
Ayrıca, iddianame çok önemli olan adalet ve denge kavramlarını barındırmayan bir belgedir. İddianamedeki gerçeklere dair temel eksiklik yalnızca bir teori sunması değil aynı zamanda uzunluğuna rağmen bu teorileri somut kanıtlarla ilişkilendirememesidir.
Dahası, iddianame böylesi bir tezin aksini gösterebilecek hacimdeki kanıtları dikkate alıp incelemiyor. İddianame, aşağıdaki olasılıkları bile dengeli bir şekilde değerlendirmiyor ya da dikkate almıyor.
Ayrıca ve önemli bir husus olarak, iddianamede, demokratik bir toplumun korunması için büyük önem taşıyan haklar olan örgütlenme ve ifade özgürlüğünü barındıran barışçıl ve yasal aktivitelere olan yaklaşımda, uluslararası hukuka bağlı kalmamasının oluşturduğu temel hukuki kusurlar da bulunmaktadır.
İhlaller ve sonuçPEN Norveç raporun sonuç kısmında tespit edilen adil yargılanma hakkı ihlallerin çok geniş bir alanı kapsadığını belirtti ve bu durumun yargı sürecinin neredeyse her bir aşamasını etkilediğini yazdı. Kuruluş ihlallerin özetini şöyle yaptı:
PEN Norveç ihlaller üzerine de şu yorumu yaptı: "Burada sıralanan ve muhtemelen eksiksiz de olmayan bu ihlaller, sanıkların savunma ve adil yargılanma haklarına yönelik tehlikeli bir ihlal örüntüsüne işaret etmekte ve Türkiye‘de hukukun üstünlüğüne ilişkin ciddi endişelere yol açmaktadır. "Ancak, bu ihlal tablosuna ve yargılama sırasında verilen AİHM kararlarına rağmen, her biri kendini insan hakları savunuculuğuna adamış olan sanıklar, 25 Nisan 2022 tarihinde görülen karar duruşmasında uzun hapis cezalarına çarptırılmış ve tutuklanmışlardır. "Yıllardır yargılamada hazır bulunan avukat, mimar, mühendis, sinemacı, insan hakları savunucusu sanıkların mahkeme salonunda gözlerimizin önünde tutuklanması bizleri derinden sarstı. Bu tablo Osman Kavala‘nın beş yıllık tutukluluğu ile birlikte düşünüldüğünde ihlallerin nasıl telafi edilemez bir boyuta ulaştığının anlaşılacağına inanıyoruz. "PEN Norveç olarak, soruşturma aşamasından başlayarak Gezi Parkı yargılamasını bütünlüklü şekilde takip ettik. Bu kitapçıkta da göreceğiniz üzere davanın özünü oluşturan her iki iddianameyi de hukuki açıdan bilimsel bir incelemeye tabi tuttuk. Ayrıca tüm duruşmalara gözlemci olarak bizzat katıldık. Ancak duruşma salonundaki varlığımız gözlemciliğin yanında bir tanıklığı da içeriyordu." |
Raporun tamamına ulaşmak için tıklayın
(HA)