* Fotoğraflar: Anadolu Ajansı (AA)
Haberin İngilizcesi için tıklayın
"İsveç her yerde demokrasi ve insan haklarını savunmak istiyor ama Rusya karşısında güvende olmak da istiyor; pek çok kişi ise Ankara'nın bizi bu ikisi arasında bir seçim yapmaya zorladığını hissediyor."
Stockholm Üniversitesi Türkiye Çalışmaları Enstitüsü Direktörü Dr. Paul Levin, İsveç'in NATO üyeliği sürecinde yaşadığı ikilemi ve Türkiye'nin tavrının İsveç'ten nasıl göründüğünü özetle böyle anlatıyor.
Finlandiya ve İsveç, Rusya'nın Ukrayna'yı işgali sonrası NATO üyeliğine başvuralı altı aydan fazla oldu. Fakat diğer 28 NATO üyesinin aksine Türkiye ve Macaristan bu başvuruları henüz onaylamış değil.
İsveç'teki hükümet değişikliği sonrası ülkenin dış politikasını ve NATO'ya üyelik yolunda Türkiye ile ilişkilerini değerlendiren Levin, dış politikanın hükümet değişikliği öncesinde de halihazırda bir dizi değişimden geçtiğini söylüyor.
Türkiye'nin kuzey Suriye'ye olası bir kara harekatına da değinen Levin'e göre, "Türkiye, NATO'nun genişlemesini veto edebileceği tehdidinin kuzey Suriye'ye bir askeri harekat düzenlediğinde kendisini NATO ülkelerinin eleştiri ve tepkilerinden koruyacağını umuyor."
Bu bağlamda İsveç'i "ahlaki bir ikilemde" bırakması muhtemel iki durum var: Halkların Demokratik Partisi'nin (HDP) kapatılması ve Rusya ile ABD'nin diplomasisinin başarısız olmasıyla başlayacak bir kara harekatı.
İsveçli akademisyen Dr. Paul Levin ile İsveç dış politikasını ve NATO'ya üyelik yolunda Türkiye-İsveç ilişkilerini konuştuk...
Soğuk Savaş: Dış politikada bir dönüm noktası
Sosyal demokratlar İsveç'teki son genel seçimleri kaybetti ve ülkede sağ koalisyon hükümeti kuruldu. Bu iktidar değişikliği sizce genel anlamda İsveç'in dış politikasını nasıl değiştirdi ya da değiştirecek?
İsveç dış politikası, hükümet değişikliği ile ilgisi olmayan bazı değişimlerden geçiyordu. Hükümet değişikliği bunun üzerine geldi ve İsveç'i aynı doğrultuya itmiş oldu. Rusya'nın 24 Şubat'ta Ukrayna'yı işgal etmesi de İsveç'in güvenlik ve dış politikasının yeniden değerlendirilmesini tetikledi.
İsveç, çok uzun süre boyunca savaş durumunda tarafsızlığa dönük bir şekilde tarafsız (neutral) ya da bağlantısız (non-aligned) bir ülkeydi. Bu, Soğuk Savaş zamanı İsveç'in kendisini konumlandırdığı ve neredeyse kimlik meselesi haline gelmiş bir durumdu.
Soğuk Savaş bittiğinde, tarafsızlığa dönük bağlantısızlık politikası daha az alakalı bir hâl aldı. İsveç, 1995'te AB'ye girdiğinde tarafsızlık politikasını bırakmak durumunda kaldık. Fakat bağlantısız kalmaya devam ettik.
Soğuk Savaş döneminde ise tüm bunlar olurken NATO ve ABD ile - tabiri caizse - "kapalı kapılar arkasında" geniş çaplı bir işbirliği mevcuttu. İlginç olan şu ki İsveç'in tarafsızlık politikası her zaman savaş durumunda NATO ve ABD'nin askeri desteğine dayanıyordu.
Rusya'nın Gürcistan ve 2014'te Ukrayna'ya karşı saldırgan davranışı, Avrupa çapında aşırı sağcı hareketleri desteklemesi, seçimlere müdahale etmesi ve en son, geçtiğimiz Aralık ayında aralarında İsveç ve Finlandiya'nın da olduğu devletlere mektup göndererek NATO'nun daha fazla genişlememesini talep etmesi İsveç'in dış politikasında bir değişimi harekete geçirdi.
Yani, AB'ye katıldığımızda tarafsızlık politikasını bırakmıştık; şimdi de NATO üyeliğine başvurarak bağlantısızlık politikamızı bırakmış olduk.
"Artık odak noktası İsveç'in güvenliği ve çıkarları"
Öte yandan, bir önceki hükümet döneminde de silahlanma ve savunmaya daha fazla harcama yapılması konusunda iki taraflı bir fikir birliği vardı.
Yeni koalisyon hükümeti ise yabancı yardım bütçesinin daha da kısılacağı, feminist dış politikanın bırakıldığı ve İsveç'in yakın çevresi ve Avrupa'daki ülkeler ile işbirliğinin daha çok vurgulandığı bir politika gütmeye başladı.
Vurgu, artık İsveç'in güvenliğinde, İsveç'in çıkarlarında ve İsveç'in yakın çevresi ile işbirliğinde. Genel anlamda böyle bir değişim var.
"Erdoğan ile görüşmeyi çoğu kişi yakışıksız buldu"
8 Kasım'daki Erdoğan-Kristersson ortak basın toplantısından. (Foto: AA)
Türkiye, Finlandiya ve İsveç, Türkiye'nin NATO üyeliklerini onaylaması için Haziran'da bir memorandum imzaladı ve İsveç, silah ambargosunu kaldırmak dahil bu bağlamda bir dizi adım attı. Memorandum sonrası atılan bu adımlar toplumun ve siyasetçilerin belli kesimlerinde hoşnutsuzluğa ya da itirazlara sebep oldu mu? Sizin bu bağlamda sorunlu ya da tartışmalı bulduğunuz bir nokta var mı?
Taviz olarak görülen durumlarla ilgili toplumun pek çok kesiminden pek çok eleştiri geliyor. İsveç Başbakanı Ulf Kristersson'un yakın zamanda Türkiye'ye yaptığı ziyarete karşı da pek çok ses yükseldi.
Pek çok kişiye göre, bir İsveç başbakanın İsveç'te pek çok kişinin otoriter bir lider olarak gördüğü bir kişiyle görüşüp demokrasi, insan hakları ya da Kürt sorununa barışçıl bir çözümden bahsetmemesi, bunun yerine Türkiye'nin "meşru güvenlik çıkarlarından" söz ederek "İsveç'in bu endişeleri anladığını ve bunları ele alacağını" söylemesi "yakışıksız" ya da rahatsız ediciydi. Bu, İsveç'in söyleminde görülen büyük bir değişim.
İsveç'teki pek çok aktivist ve Kürt diasporasının temsilcileri endişelerini dile getirdi. İlginç bir şekilde Sosyal Demokratlar da eleştiride bulundu. İlginç; çünkü aslında bu politikaları başlatan kendi hükümetleriydi. Fakat şimdi mevcut hükümetin olması gerekenden daha ileri gittiğini hissediyorlar.
"Bir yanda güvenlik, bir yanda hak ve özgürlükler"
Bu noktada, İsveçli karar alıcıların altta yatan bir çıkar çatışması ya da hedef çatışması ile karşı karşıya olduğunu belirtmek önemli.
Bir yandan, NATO'nun bir partneri fakat tam üyesi olmayan Ukrayna'nın Rusya'nın yeni saldırganlığı karşısında kendi başının çaresine bakmak durumunda olması karşısında İsveç'te şu konuda genel bir fikir birliği var: Güvenliği bir savunma ittifakında aramalıyız.
Bunu yapmak için de Türkiye ve Macaristan gibi ülkeleri üyelik başvurumuzu kabul etmeleri konusunda ikna etmemiz lazım.
Türkiye'nin de meşru talepleri olduğunu söyleyebilirsiniz. İsveç'in Türkiye'nin de olduğu bir savunma ittifakına üye olmak isterken Türkiye'den silah ambargosunu kaldırma talebi gelmesi mantıksız değil örneğin. Ve tüm ülkelerin terör saldırılarına karşı kendilerini savunma hakkı var.
Öte yandan, Türkiye'nin terörle mücadeleyi yürütme şekli ile ilgili ciddi endişeler var. Türkiye'deki Kürt azınlığın gördüğü muamele ve diğer insan hakları ihlalleri ile ilgili endişeler var. AİHM'de Türkiye aleyhine verilen pek çok karar bu durumu kanıtlar nitelikte.
Bu endişelerin ve İsveç'te hukukun üstünlüğünü ihlal etmeme konusundaki - ve İsveç'teki Kürt azınlığın güvenliği konusundaki - endişelerin İsveç'in güvenlik endişeleri ile uyuşmayabileceğini düşünüyorum.
İsveç her yerde demokrasi ve insan haklarını savunmak istiyor ama aynı zamanda Rusya karşısında güvende olmak da istiyor; pek çok kişi ise Ankara'nın bizi bu ikisi arasında bir seçim yapmaya zorladığını hissediyor.
Ben bunun gerçek bir değer ve hedef çatışması olduğunu düşünüyorum. Gerçekten buna verilebilecek kolay veya güzel bir yanıt ya da çözüm yok.
Verilebilecek bir yanıt İsveç'in NATO üyelik başvurusunu çekmesi ve İsveç'in Türkiye'nin taleplerini dikkate almayacağını söylemesi olurdu, ama bu da İsveç'i ve (Kürt ve Türk kökenli İsveçliler de dahil) İsveç vatandaşlarını Rusya'dan gelecek daha büyük bir risk ile karşı karşıya bırakırdı.
"Veto tehdidi" ve olası Suriye harekatı
Suriye ordusunun da Kobanî sınırına askeri sevkiyat yaptığı iddia ediliyor. (Foto: Rûdaw)
İsveç'in Ankara'nın taleplerine verdiği yanıtlara baktığımızda - tabiri caizse - kozmetik bazı öğeler olduğunu görüyoruz. Bunlar daha çok kamu diplomasisiyle alakalı. Bir de daha somut politika yanıtları var. Bu ikisini birbirinden ayrı düşünmenin önemli olduğu görüşündeyim.
Böyle yapmadığınız zaman bu, İsveç'in pratikte hukukun üstünlüğünü bir kenara bıraktığı gibi bazı abartılı ifadelere sebep oluyor. Durum bu değil.
Bana göre, İsveç'in verdiği gerçek tavizlere baktığınızda, Türkiye'nin endişelerine verilen en büyük yanıtın fiili silah ambargosunun kaldırılması olduğunu görüyorsunuz. Bu bile nispeten sınırlı çünkü İsveç şu anda Türkiye'ye silah ihraç etmiyor, elektronik, yazılım ve yazılım desteğiyle ilgili silah materyalleri ihraç ediyor.
Fakat Türkiye'nin kuzey Suriye'ye yeni bir askeri harekat düzenlemeyi düşündüğü bir zamanda bu yine de gerçek bir taviz. Fiili ambargonun Türkiye'nin 2019'da Afrin'e girmesinin ardından getirildiğini düşündüğünüzde bu da sorunsuz değil diyebilirim.
Türkiye, NATO'nun genişlemesini veto edebileceği tehdidini hem İsveç ve hem Finlandiya'ya karşı, ama aynı zamanda NATO'nun geri kalanına da karşı bir çeşit Demokles'in kılıcı gibi elinde tutuyor.
Türkiye bence NATO'nun genişlemesini veto edebileceği tehdidinin ya da olasılığının kuzey Suriye'ye askeri bir harekat düzenlediğinde kendisini NATO ülkelerinin eleştiri ve tepkilerinden koruyacağını umuyor.
"Bazı tavizler olduğundan büyük görünüyor"
Ben diğer sözde tavizlerin olduklarından daha büyük göründüğünü düşünüyorum. Örneğin, PYD/ YPG ile araya mesafe koyma konusunu ele alalım... Bu, öncelikle PYD için bir kamu politikası kaybı çünkü İsveç'in hiçbir zaman PYD ile doğrudan bir bağı veya desteği olmadı.
Dolayısıyla, İsveç açısından bakıldığında, bunun memorandumda bu şekilde ifade edilmesi kabul edilebilirdi çünkü bu, İsveç'in daha önce hiç yapmadığı bir şeyi tarif ediyordu. Burada bir istisna IŞİD'e karşı koalisyon çerçevesindeki eylemler olabilir ama bunlar da sınırlı.
Örneğin, YPG'ye hiçbir zaman silah ihracatı yapılmadı. İsveç, bölgedeki insanlara insani yardım sağlıyor ama PYD'ye mali destekte bulunmuyor.
İsveç'in terörle mücadele kanunlarını sıkılaştırma, hatta anayasasını değiştirme yönünde politika değişiklikleri de oldu; bunların da öyle olmadıkları halde taviz oldukları söylendi. Bu değişiklikler, yıllar önce hazırlanan kanun tekliflerine dayanarak yapılan değişikliklerdi.
Yani, aslında olduklarından daha kötü görünen "tavizler" var.
"İadeler konusunda son söz Yüksek Mahkeme'de"
İsveç Yüksek Mahkemesi. (Foto: Wikimedia Commons)
Sizce İsveç Türkiye'nin NATO üyelik başvurusunu onaylaması için başka ne gibi somut adımlar atacak ya da atabilir? Örneğin, siyasi sürgünlerin Türkiye'ye iadesi mümkün mü? Ve böyle bir adım hukukun üstünlüğü ile ne ölçüde bağdaştırılabilir?
Bu noktada iade ve sınırı dışını birbirinden ayırmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu ikisi birbirinden farklı şekillerde ele alınıyor.
İsveç'te hukukun üstünlüğü ile mahkeme ve kurumların özerkliğinin bu süreçte imtihan edildiğini ama şu ana kadar dayandıklarını söyleyebiliriz.
Son iki İsveç hükümeti de Haziran'da imzalanan memorandum da İsveç'in hızlandırılmış bir şekilde Türkiye'nin iade ve sınır dışı taleplerini ele alacağını, fakat bunun İsveç hukukunun üstünlüğü ve Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesi'ne uygun bir şekilde yapılacağını ifade etti.
Söz konusu Türkiye'nin talep ettiği iadeler olduğunda ve ilgili kişiler iadeyi kabul etmediğinde, dava dosyası İsveç Yüksek Mahkemesi'ne gidiyor ve mahkeme bir karar veriyor. Şimdiye kadar çok az durumda insanlar iade edildi. Davaların çoğunda talepler reddedildi.
Ret kararlarının bir dizi farklı sebebi vardı. Kişinin İsveç'te olmaması veya İsveç vatandaşı olması - ki bu durumda iade edilemez - ya da sunulan delillerin yetersiz olması veya Türkiye'deki yargı süreçlerinin yetersiz olması iade taleplerinin reddedilme sebeplerindendi.
Ya da Türkiyeli yetkililerin terör suçları yönelttiği durumlarda, Yüksek Mahkeme kişilerin Türkiye'de adil yargılanacağına inanmadığında ve ülkelerinde işkence ve zulüm göreceklerine inandığında ya da atılı suçlar İsveç kanunlarına göre suç olmadığında da iade talepleri reddediliyor.
İsveç Yüksek Mahkemesi olumsuz bir karar aldığında İsveç hükümeti istese de söz konusu kişiyi iade etmeye karar veremez.
Emsallere baktığınızda, Yüksek Mahkeme uygulamasını değiştirmediği sürece hiçbir iade olmayacağını kolaylıkla tahmin edebiliriz. Son yaptıkları açıklamaları da düşünürsek mevcut NATO müzakerelerinin hiçbir şeyi değiştirmeyeceğine inanıyorum. Dolayısıyla, Türkiye'de hukukun üstünlüğü konusunda bir iyileşme olmazsa bence iadeler çıkmaz bir sokak.
Sınır dışı sürecini farklı kılan ne?Sınır dışı ise başka bir mesele çünkü burada göç kurumu karar veriyor ve son yıllarda terör şüphelilerinin sınır dışı edildiğini gördük. En son, 2020 yılında PKK ile bağlantılı olduğu şüphesiyle bir kişi Türkiye'ye sınır dışı edilmişti. Terör şüphelileri için bile Türkiye'ye sınır dışı durumunu bir dizi sebepten ötürü bir kenara bırakmıyorum. Bir sebep şu: Bunun geçmişte yapıldığını gördük. İkincisi, medyada 30'dan fazla şöyle vakaya rastadık: İsveç Güvenlik Servisi, İsveç'ten siyasi sığınma talep eden ya da vatandaşlık değil, sürekli veya geçici oturma izni olan ya da bu izne başvuran kişilerin PKK ile bağlantısı olduğunu tespit ediyor, bu kişilerin yaptıkları oturma veya sığınma talepleri göç kurumunca reddediliyor ve yasalar gereği Türkiye'ye iade edilmeleri gerekiyor. İsveç Güvenlik Servisi'nin yaptığı bu tespitler bazı durumlarda 2 yıl kadar öncesinde dayanıyor. Yani, bunlar Türkiye'ye verilen tavizler değil. Öte yandan, ilk sorunuzla bağlantılı bir gerçek daha var: Mevcut hükümet çok daha sıkı bir göç politikası güdüyor ve dürüst olmam gerekirse bunun göç kurumunun tespit ve kararlarını etkileyip etkilemeyeceğini bilmiyorum. Bunu ihtimal dışı bırakmıyorum. |
"Daha sıkı göç politikasının da sonuçları olacak"
Bir Türkiye uzmanı olarak terör şüphelilerini bile Türkiye'ye iade etmenin sorunlu olduğunu düşünüyorum çünkü Türkiye'de hukukun üstünlüğünün bugünkü durumu derinden kusurlu.
Mahpusların işkence ve kötü muameleye uğradığına ilişkin raporlar var. Dolayısıyla, göç kurumuna insanları Türkiye'ye sınır dışı etmesini önermezdim. Fakat son yıllarda diğer ülkelere de sorunlu olduğunu düşündüğüm sınır dışı uygulamalarının olduğunu gördüm.
İsveç kamuoyu daha sıkı bir göç politikası yönünde oy kullandı ve bunun sığınmacı ve göçmenler için sonuçları olacak, zaman zaman trajik sonuçlar...
İsveç'in göç politikasını muhakkak eleştirebilirsiniz fakat ben bunu İsveç'te hukukun üstünlüğünün ihlali ya da Türkiye'ye verilmiş bir taviz olarak görmüyorum.
Dolayısıyla, sınır dışı konusunun kapanmamış bir konu olduğunu düşünüyorum. İsveçli yetkililer İsveç vatandaşı olan ve PKK ile bağı bulunmayan Kürtlerin iade ya da sınır dışı konusunda endişelenmemesi gerektiğini söylüyor. Fakat PKK ile bağlantılı olduğu şüphesiyle sığınma başvuruları reddedilen kişiler ayrı bir konu.
Ayrıca, yürürlüğe giren daha sıkı terörle mücadele kanunları ile bağlantılı olarak bazı gelişmelere şahit olacağımızı da düşünüyorum.
PKK, AB'nin (ve İsveç'in) izleme listesinde. 30 Kasım'da Avrupa Adalet Divanı'nın verdiği, bunu değiştirebilecek bir karar vardı; özetle, PKK, terörist izleme listesinde olduğu sürece İsveç'te gelecekte para toplama, örgütlenme ve alımları yasaklamak için yasal işlem göreceğiz gibi duruyor.
"HDP kapatılırsa İsveç ahlaki bir ikilem yaşar"
HDP'ye tebliğ edilen 844 sayfalık kapatma davası iddianamesi. (Foto: HDP)
Son olarak, ne olursa İsveç hükümeti kendisini bu bağlamda zor bir durumda ya da ikilemde bulabilir?
Daha önce İsveç medyasında da pek çok kez dile getirdiğim üzere, İsveç hükümetini ahlaki bir ikilem ile karşı karşıya bırakabilecek ve daha önce bahsettiğim iki hedefin yani İsveç'in milli güvenliğini koruma ve daha geniş anlamda demokrasi ve insan haklarını savunma hedeflerinin çok keskin bir çatışmaya girebileceği iki durum var.
Bunlardan biri, Anayasa Mahkemesi'nin önümüzdeki yıl yapılacak seçimler öncesinde HDP'yi kapatması ve yasadışı ilan etmesi.
Böyle bir durumun geniş bir Kürt diasporası olan ve geleneksel olarak Kürt haklarını her zaman savunmuş olan İsveç gibi ülkeler de dahil uluslararası tepkiyi beraberinde getirmesi gerekiyor. HDP, bir terör örgütü değil; HDP'yi kriminalize etmek, toplanma özgürlüğü ve temel bir demokratik hak olan siyasi muhalefet hakkı açısından sorunlu olacaktır.
"Olası kara harekatı da olası bir ikilem sebebi"
İkinci durum ise kuzey Suriye'nin işgali ihtimali. Son dönemde sivil altyapıyı hedef alanlar da dahil geniş çaplı hava saldırıları görüyoruz. Fakat şimdiye kadar diğer ülkelerden güçlü tepkiler de görmüş değiliz.
İsveç Dışişleri Bakanı Tobias Billström sadece Türkiye'nin kendini savunma hakkı olduğunu söyledi fakat bence pek çok dış gözlemci ve uluslararası ilişkiler uzmanı sivil hedeflere yönelik bu saldırıların meşru müdafa meselesi olarak tanımlanmasını sorgulardı, özellikle İstiklal Caddesi'ndeki bombalı saldırıya ilişkin pek çok şey bu kadar belirsizken...
Ve Türkiye şimdi aralarında Kobanî'nin de olduğu muhtemel hedeflere yönelik kara harekatı tehdidinde bulunuyor. Kobanî, kısmen YPG'li milislerin IŞİD'in ilerleyişini durdurmaya başladığı yer olması açısından, pek çok Kürt açısından hayli sembolik bir yer.
Eğer bir kara harekatı olursa, İsveç hükümetinin NATO üyeliğini onaylaması için Türkiye hükümetini karşısına almamak ve müdahale etmeme, saldırmazlık ve azınlık hakları bağlamında önemli ilkeleri savunmak arasında manevra yapmaya çalışması çok zor olur.
Dolayısıyla, bu, gözümü üzerinden ayırmayacağım ve eğer ABD ve Rusya diplomasisi bir işgali savuşturmayı başaramazsa birkaç gün içinde gerçek olabilecek bir bir durum. (SD)