Üç gün süren seminerin kapanış konuşmasını yapan TGC Başkanı Orhan Erinç, Yeni Türk Ceza Kanunu'nun basınla ilgili maddelerinin, bu konuda Avrupa ülkeleri arasındaki en katı yaklaşımı sergilediğini vurguladı.
l Haziran'da yürürlüğe girecek TCK'da, suç tanımlarının yoruma bağlı olduğunu anlatan Erinç, Basın Kanunu'nda para cezaları öngörülen bazı suçların, TCK'da hapis cezasına dönüştüğünü, bu durumun da Türk gazeteciler için sıkıntı yarattığını kaydetti.
Orhan Erinç, gazeteciliğin hem kamu görevi, hem de ticari bir iş olduğunu, ancak son dönemlerde küçülen pasta ya da pastanın daha çok dilimlere bölünmesi yüzünden ticari kaygıların kamu yararı ilkesinin önüne geçtiğinden yakındı.
RTÜK Başkanı
Seminere katılan Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Başkanı Fatih Karaca, yerel dil ve lehçelerde yayın yapılması konusunda, herhangi bir engel olmamasına rağmen ulusal radyo ve televizyon kuruluşlarından herhangi bir talep gelmediğini, yerel ve bölgesel yayıncı kuruluşlara yayın izninin ise profil araştırmasının tamamlanmasının ardından verileceğini kaydetti.
RTÜK'ün çalışma şekliyle ilgili bilgi veren Karaca, seminere, "Türkiye'de çok eleştirilen, sürekli kızılan bir kurumun başkanı olarak" katıldığını söyledi.
Kuruma kızanların, aslında televizyon seyircileri ve vatandaşlar olmadığını belirten Karaca, "Bir kısım medyada, aldığımız kararlar nedeniyle olumsuz etkilenenler başta olmak üzere, özellikle televizyon programlarını üretenler, yapanlar, reklam ajansları, bu ticari; benim tanımımla saadet üçgeninin içinde olanlar, bize daha çok kızıyorlar" dedi.
Karaca, televizyonların özellikle son beş yıldır reyting olarak adlandırılan ölçme ve izleme sisteminden kaynaklanan yapılanma dolayısıyla çok farklı program çeşitliliğine ulaştığını söyledi. Bu programlarda herkesin farklı konulan takip edebildiğini ifade eden Karaca, şöyle konuştu:
"Bugün kamuya açık, herkesin rahatlıkla ulaşabileceği bu kanallarda isteyen herkes, istediği her şeyi yapabilir mi ve biz de bunlara aşırı liberal şekilde (Bırakınız yapsınlar) diyebilir miyiz? Bu son derece önemli bir nokta. Ben medyayı eleştirirken aslında medyanın içinden gelen bir kişi olarak kendimi de eleştirdiğimi hep ifade ettim. Medyadan gelmeyip sadece kamu görevlisi olsaydım, belki bu kadar sivri, bu kadar değişik noktalara da dokunmazdım."
Karaca, özel yayıncıların, Türkiye'de radyo televizyon kuruluşlarını, kamu yararına çalışan kurumlar olma ötesinde, tam bir ticari organizasyon olarak gördüklerini öne sürerek, şunları söyledi:
"Yani özel radyo ve televizyon kuruluşları, onlar için bankalardan, sigorta şirketlerinden inşaat şirketlerinden pek de farklı değil. Gelir-gider dengeleri var. Reklam alıyorlar ve istedikleri yayını da yapmak istiyorlar. Halbuki dünyadaki bu işin yaklaşımına baktığımızda, gerek yayıncılığın ruhunu iyice analiz ettiğimizde yayıncılığın diğer faaliyetlerden farklı olarak kamu hizmeti anlayışı içerisinde yapılması gereken bir iş olduğunu çok iyi kavramamız lazım. Öncelikle medyamızın bu noktada kendisini de eleştirmesi lazım. Tabii ki bugünkü reyting sisteminden, reklam ajansları, reklam verenler ve televizyon kuruluşlarından oluşan saadet üçgeni şikayetçi değil. Ama öbür taraftan, vatandaşlar ve kamuoyundan bize gelen şikayetlere baktığımızda, aslında televizyon yayınlarından hiç de memnun olmayan, çok önemli ve gerçekten çok büyük bir kitle olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz. Geçmişte yaşadığımız bir takım olaylar bunu bize çok rahatlıkla gösterdi."
Karaca, RTÜK'ün özellikle Türkiye'nin AB hedefi noktasında kendi kanununu düzenlediğini hatırlatarak, şöyle konuştu:
TRT bu konuyu çok da iyi kavrayarak önemli bir adım attı. Daha sonraki süreçte ulusal radyo ve televizyon kurumlarımızdan da başvuru talebi bekledik ama şu ana kadar herhangi bir engel olmamasına rağmen ulusal radyo ve televizyon kuruluşlarımızdan yerel dil ve lehçelerde yayın yapılması konusunda bize herhangi bir başvuru gelmedi. Ancak yerel ve bölgesel yayın kuruluşlarından bazı teklifler geldi. Biz de şu an, izleyici ve dinleyici profili çalışmasını süratlendirip, ikinci adımda yerel ve bölgesel yayıncı kuruluşlara da geleneksel dil ve lehçelerle yayın yapma imkanı tanıyacağız."
Kapanış oturumu
Seminerin kapanış oturumunda, "Kişisel Haklar Örneğinde (Caroline Kararı) Medyada Etik Standartlar" konulu panel düzenlendi. Panel ve panelin ardından gerçekleştirilen "Tartışma" oturumunu, Anadolu Ajansı Genel Müdürü Hilmi Bengi yönetti.
Panelde konuşan Frankfurter Rundschau Gazetesi Redaktörü Edgar Auth, Monaco Prensesi Caroline'in, Almanya'da 10 yıldır paparazzilere karşı mücadele verdiğini ve 24 Haziran 2004 tarihinde Avrupa İnsan Haklan Mahkemesi'nin aldığı kararın, medya çevrelerinde "Caroline Kararı" olarak tartışıldığını ifade etti.
Bu kararın ve medyanın, insanların özel yaşamıyla ilgili ne tür haberler yapabileceği, bu haberlerin sınırlarının ne olduğunun hep tartışmaya konu olduğunu kaydeden Auth, şunları söyledi:
"Bizim Gazete yazarı Nazım Alpman '24 Haziran 2004 Caroline Kararları' konusundaki hukuki süreci özetlediği konuşmasında, 'Caroline'in göğüslerini görmezsek, dünya ne kaybeder?' diye sordu.
Alpman, bunun yanı sıra toplumu kararlarıyla etkileyen siyasetçiler ve devletle içli dışlı olan işadamlarının kamuya karşı sorumlulukları bulunduğunu, bu nedenle hem kamuoyunun, hem de medyanın ilgi alanına girmelerinin doğal olduğunu belirtti."(EÖ/EÜ)