Dünyayı etkisi altına alan yeni koronavirüs evcil hayvanların yaşamını da olumsuz etkiledi. Gerek sosyal medyada gerekse hayvan hakları için çalışan dernek ve kurumların açıklamalarında salgın nedeniyle sokağa terk edilen hayvanların sayısında artış olduğu bilgilerine yer veriliyor. Dünya Hayvan Sağlığı Örgütü (OIE) ve veteriner hekimler virüsün evcil hayvanlardan insana geçtiğine dair bir veri olmadığını ısrarla vurgulasalar da Türkiye’de durum pek de iç açıcı değil. Amerika Birleşik Devletleri ve İspanya’da artışa geçen evcil hayvanlarla birlikte yaşama eğilimi, Türkiye’de aksi bir süreç izliyor görünüyor.
Sokakta yaşayan hayvanların beslenmesine yardımcı olan kafe, restoran gibi mekânlar da kapalı olduğu için tüm yük hayvanları beslemeye çalışan gönüllerin ve bazı belediyelerin omuzunda.
Burcu Çağlayan, yıllardır hayvan barınakları ve besleme noktalarında gönüllü olarak çalışıyor. Sokakta yaşayan hayvanların yaşam koşullarının düzeltilmesi ihtiyacıyla, doğru barınak sistemini yerinde görmek için 2016 yılında Sivil Düşün desteği ile dünyanın en eski hayvan hakları kuruluşunun yer aldığı Münih’te bir araştırma gezisine başlıyor. Münih Hayvan Hakları Derneği ile görüşüp, Almanya’da bulunan çeşitli barınakları ziyaret ederek doğru örnekleri yerinde gören Çağlayan, devam eden projesinde hayvan hakları savunucuları, Sivil Toplum Kuruluşu temsilcileri, dernekler, yetkili ve gönüllülerle “Barınaklarda sistem niye işlemiyor? iyi bir barınak nasıl olmalı?” sorularına cevap arıyor. Burcu Çağlayan’la Türkiye sokaklarında yaşayan hayvanlarının pandemiden nasıl etkilendiğini, barınakların durumunu ve nasıl olmaları gerektiğini konuştuk.
Veri çalışması lazım
Türk Veteriner Hekimleri Birliği (TVHB) Merkez Konseyi Başkanı Ali Eroğlu, Covid-19’un hayvanlardan bulaştığını zanneden çok sayıda insanın birlikte yaşadığı evcil hayvanları sokağa atmaya başladığını bildirdi. Sizin salgın sürecinde sokağa bırakılan hayvan sayısındaki artışı takip etme imkânınız oldu mu?
Öncelikle şunu belirtmek gerekiyor: Covid-19 hayvanlara geçen bir hastalık değil. Hayvanlardan insana geçen bir hastalık ise hiç değil… Dünya Hayvan Sağlığı Örgütü’ne göre, Covid-19’un evcil hayvanlardan insanlara geçtiğine dair herhangi bir bulgu bulunmuyor. Bunu birçok veteriner hekim, kuruluş, dernek yazdı ve detaylı bir şekilde açıkladı. Fakat bu bilgiler bir şekilde görmezden geliniyor.
Türkiye’de barınaklar, barınakta yaşayan hayvanlar, sokakta yaşayan hayvanlar ve hatta sahipli hayvanlarla ilgili tam bir kayıt/veri sistemi yok. Kaç tane hayvanımız var? Nerede bulundular da barınağa getirildiler, kim terk etti, hangi nedenle sokağa bırakıldı bu hayvanlar, hastalığı var mıydı? Bu soruların cevaplarını veremiyoruz, çünkü bilmiyoruz. Bu dönemden önce de, halihazırda sokağa terk etmelerin çok olduğunu biliyoruz sadece. Bu tür haberlerin biraz göreceli olduğunu düşünüyorum ben bu açıdan. Güncel durumu bugün ile kıyaslayabilmemiz için bir veri çalışmasının olması gerekiyor. Hayvana bakabilecek uygun şartları olmayan veya bir heves uğruna alınıp, evde kaldığımız bu süreçte hayvanın sorumluluklarını yerine getirmekte zorlanan insanların hayvanlarını terk etmiş olması muhtemel. Zaten bir süre sonra terk edilecek hayvan, belki evde zaman geçirdiğimiz bu süreçte daha fazla göze batmış ve salgın bahane edilerek terk edilmiş olabilir.
Yeni sahiplenmeler
Ve bunların aksine ben pandemi süresince yeni sahiplenmeler duyuyor ve çok mutlu oluyorum. Pandemide evde olan aile bireyleri bir hayvan sahiplenmek için bu süreci değerlendirmek istemiş olabilir. Belki karantina döneminde hayvanlarla beraber yaşamın mutluluk getirdiğinin farkına vardılar ve belki de onlarla empati kurmaya başladılar.
Pandemi bittikten, herkes işlerine dönmeye başladıktan sonra bu süreçte sahiplenilen hayvanların terk edilip terk edilmeyeceğine de bakmamız gerekiyor ama. Hazır bizler evdeyken, doğanın iyileşmesine, dönüşümüne şahit oluyorken, sahiplendirmelerin çoğaldığını söylemeyi ve bunu desteklemeyi tercih ederim. Bu tarz haberler belki de bir hayvanla birlikte yaşamak isteyen insanları daha çok motive edebilir. İnsanların yaşadığımız süreçte hayvanlarla artık eskisine nazaran daha fazla empati kurduğunu da düşünüyorum. Kafeslerde yaşayan, doğal ortamından koparılmış, özgürlüğü elinden alınmış her canlı için empati kurmaya başladık. Ve onlarla beraber, onlarla ortak yaşamın yollarını bulmamız artık şart diye düşünüyorum.
Bakanlık, belediyeler, gönüllüler
İçişleri Bakanlığı tarafından sokakta yaşayan hayvanları besleyenlere yönelik özel izin çıkarıldığını biliyoruz. Ancak aynı şekilde pek çok hayvana ulaşılamadığını da biliyoruz. Salgın sürecinde hayvanların beslenmesiyle ilgili yaşadığınız zorlukları bize anlatabilir misiniz?
Salgının ve sokağa çıkma yasağının başladığı ilk günlerde özel izinlerin çıkarılması önemli bir gelişme. Hiçbir zaman sokak hayvanları düşünülmeyebilir ve özel izinlerin verilmemesi de söz konusu olabilirdi. Bu izinlerin, hayvan hakları savunucuların son dönemde hem mecliste yaptıkları çalışmaların, hem de kanunların düzenlemesine dair kamuoyu oluşturmalarında etkisinin büyük olduğunu düşünüyorum.
Pandemi süresince hem İçişleri Bakanlığı, hem de belediyelerin hayvanlar konusunda verdiği destek çok kıymetli. Birçok belediye mama yardımında bulunarak, beslemelere katkı sağlıyor. Gönüllüler bu süreçte hem kendi besleme alanlarına yetişmeye çalışıyor, hem de dükkânlardan, restoranlardan beslenen sokak hayvanlarını besliyorlar. İş yükleri şu an normalden daha da fazla. Sokakta yaşayan hayvanlar nasıl olsa besleniyorlar diye düşünmeden, hepimizin bu süreçte işin bir ucu yakalaması çok önemli. Beraber yaşıyoruz çünkü, beraber yaşamaya da devam edeceğiz.
Ormanlara bırakılan hayvanlar
Bu süreçte sokakta yaşayan hayvanlar ne tür sorunlarla karşı karşıya?
Sokakta yaşayan hayvanın sorunlarını sadece bu döneme indirgemek onlara haksızlık olur. Sadece mama ve su değil, çoğunun deri hastalığı, yaralanması, sağlık sorunu da var. Sorunu beslenme bazında düşünürsek, kentte yaşayan birçok hayvan, semt esnafı tarafından beslenirken şimdi yiyecek bulmakta gerçek anlamda zorluk çekiyor. Fakat gönüllüler ve semt sakinleri onları düzenli olarak beslemeye çalışıyor.
Ormanlara atılan, boş arazilerdeki hayvanların bu dönemde yaşam savaşları daha da zor. Çünkü hiçbirimiz ormanlara, parklara gidemiyoruz. Fazlasıyla yavru hayvanın olduğu bir dönem ilkbahar mevsimi. Anne beslenemezse, yavruların sağlıklı olma ve yaşama ihtimali yok. Gönüllüler çoğu yere ulaşmaya çalışsa da mutlaka ulaşılamayan, yetemediğimiz noktalar oluyor. Bu durum bize kısırlaştırmanın önemini tekrar hatırlatıyor. “
Kısırlaştır ve aldığın yere bırak”. Çoğu gönüllü ve dernek, besleme ve diğer faaliyetlerinin yanında kısırlaştırma çalışmaları yapsa da hepsine yetişmesi imkânsız. Ormanlarda kulağında küpe olmayan birçok köpek var. Türkiye’de kısırlaştırma, maalesef popülasyonu önleyecek sayıda gerçekleşemiyor. Hayvanlar çoğalmaya devam ediyor ve haliyle sorunları da çoğalıyor.
Barınaklar
Türkiye’deki hayvan barınaklarının güncel durumuyla ilgili bilgi vermeniz mümkün mü? Şu an barınaklar eskisi gibi çalışıp hayvanların bakımına devam edebiliyor mu?
Türkiye’de sayısı 250’yi aşan barınak var. Takdir edersiniz ki bu barınakların hepsine hakim olmamız çok zor. Çünkü çoğunun adres bilgisi verilmediği gibi, gönüllü girişleri de yasak. İyi barınaklar yok mu? Evet var, fakat genele bakıldığı zaman iyi barınakların bir elin parmaklarının geçmediğini söyleyebiliriz. Genel olarak barınaklar konusunda standartların çok altında, yetersiz bir ülkeyiz. Barınaklar, esas ismiyle “Geçici Rehabilitasyon Merkezleri” hayvanların kısırlaştırıldığı, tedavi edilip, alındığı yere bırakıldığı, sahiplendirme çalışmalarının gerçekleştirildiği, isteyen kişinin içeride dolaşıp, hayvan sahiplendiği yerler olmalı. “Geçiçi”lik burada çok önemli…
Fakat gerek gördüğümüz, gerek ulaşamadığımız illerde sosyal medyadan takip ettiğimiz barınakların durumu içler acısı halde. Hayvanlar hijyenik olmayan koşullarda, kafeslerin içinde, sevilmeden, koşup oynamadan, bazen kötü muameleye maruz kalarak yaşamaya çalışıyorlar. Çoğu barınaktan çık(a)madan, ölüyor.
Manzara bu şekildeyken, bu süreçte iyi çalıştıklarını da söylemenin çok mümkün olduğunu düşünmüyorum. Barınak gönüllüleri ziyaretlerine ellerinden geldiğince devam etse bile, içeriden hiçbir zaman şeffaf bir bilgi akışı olmadığı için bir iyileşmeden veya yaşadığımız olağanüstü süreçte her tür tedbirin alınmış olduğunu söylemem oldukça güç. Mevcut koşullarda barınaklar köpeklerin ölüme terk edildiği yerler. Bizlerin, barınak ziyareti yaparak, oradaki durumu takip etmemiz, iyileştirme çalışmaları için varlığımızı göstermemiz bu yüzden çok önemli.
Siz “Barınak Hep Beraber” projenizde, pek çok hayvan hakları savunucusu ile birlikte başka bir barınağın mümkün olduğunu anlatmaya çalıştınız. Peki gerçekten başka bir barınak sistemi mümkün mü?
Ben 2016 yılında Almanya’ya barınak incelemesine gittim. Oradaki sistemi gördüm. 2019 yılında projemin ikinci ayağında hayvan hakları savunucuları, dernek yöneticileriyle barınakları ve sorunlarını konuştuğumuz 10 videodan oluşan bir röportaj serisi hazırladım. Barınaklar hakkında çoğu kişi bilgi sahibi olsa da, barınakların nasıl yerler olduğunu bilmeyen çok insan var. Sorunları konuşmak, konunun uzmanlarıyla fikir yürüterek barınaklar konusunda konuşur olmak, farkındalık yaratmak bu projenin ilk amacıydı. Çünkü sorunun ne olduğunu bilebilirsek, ona yönelik çözümler de geliştirebiliriz.
Başka bir barınak sistemi elbette mümkün! Ve zaten cevap sorunun içinde saklı: Sistem. Bunun örnekleri birçok ülkede başarılı bir şekilde uygulanıyor. İnanın zor bir şey değil. Ama hayvan hakları hiçbir zaman gündemde yer bulamıyor ki, sıra barınakları düzeltmeye gelsin. 5199 sayılı Kanun’a ek olan “Hayvanların Korunmasına Dair Uygulama Yönetmeliği Kapsamında Geçici Bakımevi Şartları” içeriğinde bir barınağın nasıl olması gerektiğine dair her tür detayın yazıldığı bir mevzuat var. Fakat bu mevzuatta yer alan maddeler uygulanmıyor ve denetlenmiyor.
Denetlense bile hiçbir cezai yaptırımı yok. Ülkenin dört bir yanında birbirinden farklı, belediyenin, barınak yönetiminin, orada çalışan personelin inisiyatifine bırakılmış denetlenmeyen barınaklar var. Yani barınak var mı, var! Türkiye’nin en büyük barınağını yapan belediyeler var. Gazetelerde haberlerini okuyoruz. Barınağı sadece alan, “bina” olarak görmenin ötesine hâlâ geçemedik. İnsanların ulaşamayacağı, dağ başında bir alana Türkiye’nin en büyük barınağını yapıyoruz ama birkaç yıl içinde sistemsizlikten, doğru yönetilememekten o barınakların da diğerlerinden farkı kalmıyor.
Barınaklar nasıl olmalıİyi bir barınak nasıl olmalıdır? İnsanlar barınakta yaşayan hayvanlar ve onların koşullarını iyileştirmek için neler yapabilir? İyi bir barınaktan ziyade, olması gereken barınaktan bahsedebilirim. Öncelikle her barınağın standartı aynı olmalı. Her barınak, aynı sistemle şeffaf olarak yönetilmeli ve denetlenmeli. Barınaklar, mevzuatta geçtiği gibi sahiplendirme çalışmaları yapmalı. Hayvanlar kısırlaştırıldıktan sonra alındıkları yere bırakılmalı, semt sakinin şikâyetiyle barınağa bırakılan hayvanlar barınaklarda tutulmamalı. Hayvanlar, hiçbir şekilde belediye sınırları dışındaki bir ortama, ormanlık alana veya diğer yaban hayatı yaşam alanlarına bırakılmamalı. Barınaklarda öncelikle bakıma muhtaç hayvanların bakımları üstlenilmeli. Sağlıklı hayvanın yeri barınaklar değil, insanların yanıdır. Yüzyıllardır bizimle yaşayan hayvanları şimdi yaşadıkları yerlerde, yanımızda istemiyoruz. Bu dünyayı sadece bizim sanıyoruz. Veteriner hekimi olmayan barınaklar bile var. Barınaklarda (en az) 1 veteriner hekim, 100 hayvan başına yeterli ve nitelikli hayvan bakıcısı çalıştırılmalı. Bakıcıların özel olarak seçilmesi, hayvan bakımı konusunda eğitimli olması ise şart. Hayvan sevmeyen personelin bu işi doğru yapması çok zor. Hayvansever birçok insan barınaklarda çalışmaya talipken, hayvana eziyet eden personellerin çalışmaması gerekiyor. Hayvanların kayıtlarının mutlaka tutulması gerekiyor. Barınaktaki çoğu hayvanın giriş çıkış tarihleri, hastalığı olup olmadığı, kısır olup olmadığına dair bilgi almak şu an neredeyse imkânsız. Tüm hayvanların sahiplendirilmesi için belediye ilân panoları ile belediyenin internet sitesi ve diğer tüm yayın organlarında duyuru yapması, kafeslerdeki hayvan sayısının en az 6-10 metrekareye 1 hayvan düşecek gibi ayarlanması, kafeslerin içinin temizlenebilir/yıkanabilir olması, hijyen kurallarının uygulanması, mutlaka yazın gölgelik, kışın da korunabilecekleri alanlarının olması, tellerle bölünen açık alanlarda tel delik aralıklarının hayvanların yaralanmalarını önleyecek şekilde yapılması gerekmektedir. Hayvanların sosyalleşmesi, yürütülmesi için gönüllü desteğinin alınması çok önemli. Barınaklar, mutlaka ziyaretçilere açık olmalı ve STK'lar, derneklerle beraber çalışmalıdır. Bunun dışında yurt dışında olduğu gibi hayvan polislerinin olması, hayvana eziyet eden ve hayvanlara şiddet uygulayanların hayvan polisleri tarafından tutuklanması gerekmektedir. Tüm hayvanlar çiplenmeli, sahibinin kaydıyla muhtara kayıt olmalı, kayıp olan hayvanın sahibinin bulunması kolaylaşmalıdır. Petshoplarda hayvan satışı durdurulmalı, merdiven altı üretim bitirmelidir. Hayvan sahibi olmak isteyenleri barınaklara yönlendirilecek kampanyalar düzenlemelidir. Sadece kendi şehrimizde var olan barınaklar değil, tüm Türkiye'de var olan barınakların ortak standartta yenilenmesi, sistemin denetlenebilir olması ve buna uymayan belediyelere cezai işlem uygulanması hayati derecede önemli. Ve en önemlisi hayvanlara uygulanan şiddetin kabahat değil, suç kapsamına alınması şart. Tüm bu düzenlemeler için hepimize görev düşüyor. Üzülmek, kızmak, sosyal medyadan sadece yorumlarla katılım sağlamak yerine süreçlerin takibinde olmamız, farkındalık yaratmamız, barınakları ziyaret etmemiz, satın almak yerine sahiplenmeyi desteklememiz, barınaklardaki dostlarımızın sesi olmamız gerekiyor. | |