“Deniz” çoğu zaman “kurtuluş”la özdeş olsa da genellikle “ölümle” özdeş değildir. 27 yaşındayken yitirdiğimiz “Ozan” için de öyleydi. O denizi “yaşam”la, “yaşamak”la, “sağlıklı yaşamak”la, “iyileşmek”le özdeş görüyordu.
“Gidişini seyr eylemek
Dönüşünü ummamak gereğini bilmek
Kendimi nerde unuttuğumu bile unutmuşlukla
Adımlayamamak umudu
Alacakaranlığı geçip
Umuda tutunmak bir parçasından” (*)
Denize ulaşmak...
“SONUNDA hep birlikte denize ulaştık.”
Böyle başlayacaktı “gezerken” başlıklı yazılarımdan birisi. Gerçekten yaşanmış çok güzel bir anıdan söz edecektim size o yazıda. Ama şimdi o gerçekliğin “hayalini” yazabiliyorum. Ortak bir hayali paylaşmak “gezerken”in konusu olur mu bilmiyorum. Ama o hayal eğer gerçeğe dönüşebilseydi, çok güzel bir “gezerken” yazısı olacaktı.
“İçimdeki Deniz” adlı filmde yaşam öyküsü anlatılan Ramon Sampredo “Biçimsiz ve bozulmuş bir bedenin bekçisi olan bir insan için, yani benim için, saygınlık nedir? Ben, hayatı, özgürlüğü seven çoğu insan gibi, yaşamanın bir hak olduğuna, ama bir mecburiyet olmadığına inanıyorum” derken “ölümü istiyordu.
Hedefi ise elleri ve ayakları tutmaz bir halde yıllarca yattığı yataktan çıkıp denize ulaşmaktı. Bunun mücadelesini vermiş ve bu mücadelenin sonucunda hedefine ulaşmıştı. Onun “içindeki deniz” ölüm ve kurtuluştu.
Ozan'ın "denizi"...
Ama “deniz” çoğu zaman “kurtuluş”la özdeş olsa da genellikle “ölümle” özdeş değildir. 27 yaşındayken yitirdiğimiz “Ozan” için de öyleydi. O denizi “yaşam”la, “yaşamak”la, “sağlıklı yaşamak”la, “iyileşmek”le özdeş görüyordu.
Ozan tüm çocuklar gibi çok güzel, akıllı ve masum bir çocuktu. Her çocuk gibi eğlenmeyi ve eğlenceyi severdi. Çok küçükken yabancı dil öğrenip başka ülkelerden arkadaşlar edinmişti. Sekiz yaşındayken piyano çalmayı öğrenmişti.
Orta okul ikiye giderken “SSPE” adından bir hastalığa yakalanmıştı. Bu hastalığın ayrıntısını anlatmak istemiyorum.
Ama önlenebilir bir hastalık olduğunu söyleyebilirim. Bir de hastalığa yakalananların günün birinde tümüyle yatağa bağlandığını, bakımının zorluğu nedeniyle bu durumdaki bir çok çocuğun çok küçük yaşlardayken yaşamlarını yitirdiğini anlatabilirim.
Son olarak Ozan’ın ise farklı olduğunu. Onun annesi başta olmak üzere sevdiklerin desteğiyle 27 yaşına ulaştığını ekleyebilirim.
Onu denize götürmeyi düşlemiştim
Annesi Gülsüm Çakır Özümok’un “Ozan gibi”lerinin hakkını aramak üzere kurduğu bir derneğin medyada yer almasından sonra benim ondan ve onlardan haberim oldu. Onların sesini başka insanlara da duyurmak için çaba sarf ettiğim sırada Ozan’ı tanıdım. Kendisini göremedim ama telefonla konuştum Ozan’la.
Ondan söz eden bir arkadaşı “denize gitmeyi istediğinden”, böyle bir düşünün olduğundan söz etmişti bana. Onun yaşama olan bağlılığına ve yaşamasına, bu arzusunun, bu isteğinin, hatta bu hedefinin katkısı olduğunu düşünmüştüm o andan sonra.
Sonra da onun bu “düşü”nü bir şekilde yerine getirmeyi kurmuştum kendi kendime.
“Yol’cu”nun yolculuklarından birisinin de “Ozan’ın deniz yolculuğu” olmasını hayal etmiştim. Bunu ne Ozan’a, ne de annesine söyledim şu ana kadar.
Bu yolculuğun filmi olacaktı...
Yalnızca sinemayla ilgilenen bir arkadaşımla konuştum. Bir yerlerden gerekli kaynağı bulup bu yolculuğun filmini çekmeye karar verdik. Güzel bir yolculuk, güzel bir film olacaktı. Bu filmle hem Ozan’a, hem de Ozan gibi olanlara destek ve katkıda bulunacak, ‘sorumlusu olduğumuz yapmadıklarımızdan’ birisini gerçekleştirebilecektik.
Olmadı. Olamadı. O koşullar ve olanaklar sağlanamadı.
Ozan’ın günün birinde gideceği hiç aklıma gelmemişti. O hep bizimle olacağını, günün birinde o yolculuğu yapacağımızı ve o filmi çekileceğini düşünmüştüm, aptalca bir saflıkla.
Şimdi Ozan yok. O film olur mu bilmiyorum.
Birileri sorumluluğunun bilincine varıp onlar için hep birlikte bir şeyler yapmaya başlar mı onu da bilmiyorum. Ama böyle olmasını istiyorum.
Çıkılamamış yolculuğun hikayesi...
Şimdi burada, “Gezerken” yazılarımın birinde o yolculuğun son anını anlatmak istiyorum.
“Sonunda denize vardık. Annesi Ozan’ı uyandırdı. ‘Denize geldik’ Ozan dedi.
Ozan gözlerini açtı. Söylediklerini yalnız yıllardır onun yanında olanlar anlayabiliyordu. Ama gözlerine bakan onun gözlerinden ‘hedefine ulaşan’ bir insanın gönenç, onur ve mutluluğunu okuyabilirdi. Yattığı yerden doğrulmaya çalışıyor ‘beni denizin kenarına götürün’ diyordu. Denizle aramızda uzun bir kumsal vardı. Onu kucakladık hep birlikte. Artık incecik hale gelen o koca adamı yattığı yerden kucaklayıp denizin hemen kenarına götürüp kumların üzerine koymak çok zamanımızı almadı.
Denizin kenarında denize paralel şekilde kumların üzerine yatırdık onu. Yan tarafına dönüp denize doğru baktı. Eğer yapabilseydi elini suya değdirmek isterdi mutlaka. Yapamadı. Gözlerini kapattı. Hayalinde elini uzatıp denize dokunduğunu, düşlediği denizi avuçladığını fark ettim.
Sonra derin bir soluk alarak denizin iyotlu kokusunu içine çekti. Ardından gözlerini yukarıya gökyüzüne çevirdi. Kocaman kocaman açtı. Gözlerinin içiyle gülüyordu. O gülerken bizler de gülmeye başladık. Gözlerinin kenarında peydahlanan iki küçük damlaya karşın çok mutlu olduğunu fark ediyorduk.
Annesi üzerindeki tek parça giysiyi yukarıya sıyırdı. Çıplak bedenine denizin ılık suyundan bir avuç su alıp serpti. Teninin ürperdiğini görebiliyordum. Ama bu ürpertinin sudan ya da hafifçe esen rüzgârdan değil, yaşadığı heyecandan olduğunu düşündüm. Denize varmak ve denize ulaşmak, bir düşünü gerçek kılmak onu heyecanlandırmış olmalıydı.
Onun hep bizimle olacağına bir kere daha inandık. Kötü kalpli kara büyücünün yaptığı büyü artık bozulmuştu. O bizimle olacak ve hep bizimle yaşayacaktı. Hatta o deniz sayesinde iyileşecek, geldiği bu deniz kıyısında yaşamının kalanını sağlıklı ve mutlu bir şekilde yaşayacaktı.”
Bunlar gerçekte olmadı, ‘gerçek’ olamadı.
“Yapamadığımın ağır sorumluluğu” altında bunları yazarken Ozan’dan özür diliyorum. Seni unutmayacağım Ozan!..
Keşke onu sizler de en azından benim kadar tanıyabilseydiniz.
Belki elele bambaşka şeyler yapabilirdik. Ozan yok ama onun gibi bir çok Ozan var. Yine de yapabiliriz. Onlara ulaşmak çok zor değil. Bir “tık”lama uzaklığında, www.ocuolusum-sspe.org.tr/v1/?cat=main adresinde. (MS/NZ)
(*)”Bir Parça Umut” Gülsüm Çakır Özümok (Eylül 2004). Ozanın tek yumurta ikizi olan ve henüz doğar doğmaz bir hastane enfeksiyonu nedeniyle yaşamını sürdüremeyen ‘Umut’ için yazıldı.