Kendileri referandumdan sonra Kıbrıs'ın güneyinden Türkiye'ye gelen ilk öğrenci grubu. Sabahları Türkçe kursuna gidiyor, öğleden sonra da İstanbul'u geziyorlar.
Konstantia hariç hepsi, Kıbrıs Üniversitesi Türkoloji Bölümü 3. ve 4. sınıfta, Kıbrıslı şair Neşe Yaşin'in öğrencileri. Konstantia ise, hem Türkoloji Bölümü'nde doktora öğrencisi hem de gazeteci.
Röportaja giderken üzerimde, tam olarak nasıl bir yaklaşımla karşılaşacağımı bilememenin getirdiği heyecan ve tedirginlik var. Ama içimden bir ses göz temasının gerçekleştiği ilk andan itibaren her şeyin, coşkunun, merakın, insanlığın ferahlığında akıp gideceğini söylüyor. Gözlerinin ilk gülümseyişi de içimdeki sesi doğrulamaya yetiyor.
İki üç saniye birbirimize bakıyoruz sonra "Geziniz nasıl gidiyor?" diye sorarak başlıyorum. "Güzel, çok güzel" diyorlar. "Nereleri gezdiniz bugüne kadar?" "Sultanahmet, Ayasofya, sonra Büyükada". "En çok nereyi beğendiniz?" diyorum. Hemen Büyükada cevabını alıyorum.
Şu ana kadar hiç görme fırsatı bulamadığım Kıbrıs adasını nasıl tarihle yeşilin birleştiği bir sayfiye olarak kafamda canlandırdığımı söylüyorum onlara. "Kıbrıs da Büyükada gibi mi?" "Hayır" diyorlar, "Büyükada daha güzel."
Tahmin edersiniz ki onlar, yazın, kalabalık Beyoğlu'nun bir parçası haline gelen herhangi bir turist grubu değiller. Onlar tarihsel yaşanmışlıkların, algıların, milletlerin, orduların çekmiş olduğu setleri aşarak, ancak bugün, bu ağustos sıcağında senelerdir üniversitede bölümünü okudukları lisanın ülkesini görme fırsatı buluyorlar.
"Türkiye onlar için erişilmez bir yerdi" diyerek söze başlıyor Neşe Yaşin. "Çok garip bir durum oluyordu. Biz öğrencilerimizin buraya gelebilmesi için defalarca girişimlerde bulunduk. Hatta Papandreu ve İsmail Cem'e kadar ulaşmaya çalıştık. Ama çok zordu Türkiye'ye gelmeleri, vize sorunu vardı. Türkiye ile ilgili okuyor, öğreniyor ama gelemiyor, lisanı konuşamıyor hissedemiyorlardı...Artık buraya gelebilmelerinin bizim bölüme çok yararı olacağını düşünüyoruz."
Konstantia ise ekliyor: "Bu gezi bizim için çok önemli, Kıbrıs'ta Türkoloji okuyoruz ama araştırmalarımızın konusunu oluşturan ülkeyi görüp ziyaret edemiyoruz. Bir de özellikle Türkiye hakkında çok şey duyuyoruz. Gelip görmek, Türkiye'yi anlamak için halkı hissetmek, dili hissetmek istedik."
Belirgin bir öteki
Onlar konuşurlarken, devletlerin, orduların gerçekliklerinin, siyasi amaçlarla nasıl nesiller boyu her iki tarafın halklarının dimağlarına kazındığını, gençlerin nasıl yaşamadıkları ya da yaşatmadıkları olaylardan dolayı "suçlu" ya da "ezilen" kılındığını düşünüyorum.
İstanbul hakkında, gelmeden önce nasıl bir resim vardı algınızda diye soruyorum. "Gelmeden önce, İstanbul hakkındaki fikrim çok garipti" diyor Irene. "Diğer ülkelerden çok daha geri olduğunu düşündüm. Bir üçüncü dünya ülkesi ile karşılaşacağımı zannettim, ama şimdi görüyorum ki Türkiye çok modernleşmiş, insanlar özgür."
Sonra seneler boyu algılarımızı şekillendiren etkenlerden konuyu açıyoruz. "17, 18 yaşına kadar, ergin olana kadar, okullarda bize bir şey öğretildi" diye başlıyor Nikos, "Milli düşmanımız var. Bu ülke ile bir savaş tarihimiz var. Tabii sonra iki sene askere de gidiyoruz. Üniversiteye geldiğimizde ise tarihin başka bir yüzüyle de karşılaşıyoruz. Bu yüzden bu gezi bizim için bir keşif."
Konstantia bu noktada sözü alıyor. Konuşmasını bitirdiğinde herkes etkilenmiş gülümsüyor. "Bir şeyi, iki şekilde görebiliyoruz" diye başlıyor Konstantia. "Tarihsel terimlerle konuşursak, Türkiye bizim için 'belirgin ötekiyi' oluşturuyor. Ama öte yandan, sen bir kişisin, çok iyi bir insansın. Seninle birlikte olmak, görüşmek istiyorum. Ama öbür taraftan bakarsan, sen de 'belirgin öteki' oluyorsun. Yani ötekini Türk olarak, kişi olarak algılıyorsun. Burası bizim için bir keşif çünkü biz Türkiye'de insanları arıyoruz. Bence bu gezinin temel noktası budur."
Onlara Kıbrıslırum olduklarını duyan insanların ilk yaklaşımlarını soruyoruz. Bunun üzerine, diğer arkadaşlarından bir hafta önce gelen Nikos yaşadığı bir anıyı anlatarak başlıyor.
"Bir gün taksiye bindim. Taksici bana nereli olduğumu sordu. Ben de ona 'Kıprıslıyım' dedim. O da Türk tarafından olduğumu zannetti ve çok hızlı bir şekilde konuşmaya başladı. Ben de ona (eliyle dur işareti yaparak) 'Yavaş yavaş anlat, ben Kıbrıslırum' dedim. O anda arabayı durdurdu ve bana sarıldı. Dedi ki: 'Amerika, İngiltere, Yunanistan, Türkiye git... Beraber konuşmalı ve bir çözüm bulmalısınız.'"
Daha sonra yine bu sefer bir restoranda karşılaştığı bir kişinin Kıbrıslı Rum dediği andaki surat ifadesini bize gösteriyor Nikos. Yüzü önce kafası karışmış, iki saniye sonra da, algılayıp gülümseyen bir insanın ifadesine bürünüyor. "Bir Kıbrıslırum'u burada görmek onlara çok garip geliyor ama hep çok tatlı yaklaşıyorlar" diyor.
Bu noktada kayıt cihazını daha önce iki defa Türkiye'ye gelip Türkçe kurs almış Maria'ya uzatıyorum.
"İlk başlarda Kıbrıslırum olduğumu söylemeye çekiniyordum; çünkü nasıl bir tepki ile karşılaşacağımı bilmiyordum" diye söze başlıyor. "Yunanlı olduğumu söylüyordum. Onlarda bana 'aaa komşu, arkadaşlar' diyorlardı. Sonra Kıbrıslırum olduğumu söylediğimde yaklaşım aynıydı. Bunu gerçekten takdir ettim. Bir de Kıbrıs sorunuyla ilgili, 'Bu sizin probleminiz, Türk tarafıyla beraber bir çözüme ulaşmalısınız' diyorlar."
Konstantia da ekliyor. "Kimse bu kadar önemsemiyor burada, yaklaşım hep çok pozitif."
Röportaj bittikten sonra fotoğraf çekmek üzere Beyoğlu'nda Galata istikametinde kendimizi insan seline bırakıyoruz. Broşür, ilan dağıtanlar, Galata Kulesine yaklaştığımızda satıcılar etrafımızda. "Bi milyon, bi milyon, gömlek bi milyon." Çocuklar gülmeye başlıyor. Nikos satıcının sesini taklit ediyor.
Nikos'un konuşma esnasında iki ülkenin ruhunun nasıl birbirine benzediğinden bahsettiğini hatırlıyorum. "Misafirperverlik, sıcakkanlı samimi yaklaşım... Batı Avrupa ülkelerinde göremeyeceğiniz şeyler. Mısır, Suriye, Arabistan gibi doğu ülkelerinin özellikleri bunlar."
Sınırları aşan el
5.5 senedir Kıbrıs'ın güneyinde yaşayan ve Kıbrıs Üniversitesi Türkoloji Bölümü'nde ders veren Şair Neşe Yaşin, gidip gelenlerin algılarındaki Türkiye resminde büyük değişimler yaşandığından bahsediyor.
"Kıbrıslırumların hiçbir zaman Kıbrıslıtürklerle problemi olmadı zaten" diyor Yaşin.
"Asıl problem Türkiye'yledir, gelip işgal etmişlerdir. Ayrıca Türkiye doğudur, onlar batıdır. Doğululara karşı hep geri, gelişmemiş olduklarına dair ön yargılar vardır. Dolayısıyla, korkunç hikayeler anlatılı-yor.Basma bakarsan da hep kötü haberler yer alıyor. Şimdi ise geliyorlar ve burada bambaşka bir şeyle karşılaşıyorlar."
Neşe Yaşin, referandum sırasında Türk kesiminde gerçekleşen sivil toplum hareketlenmesinin Rum kesiminde aynı şekilde yaşanmadığını belirtiyor.
Referandum zamanı, insanlarda geçmişin tekrarlanabileceğine dair korkular doğduğunu söyleyen Yaşin, "Çok büyük travmalar yaşadılar geçmişte, bunlar hiçbir zaman iyileştirilmedi, tam tersine hep körüklendi. İki tarafın travmaları da siyasi nedenlerle kullanıldı" diyor.
Alınan olumsuz sonuç bir geri çekilme yaratmış olabilir. Ama, Yaşin inancını kaybetmiş değil. "Bunun üstesinden geleceğimize inanıyorum. Zaman alacak ama üstesinden geleceğiz." (AB/BB)