24 Haziran büyük gün, gazete sütunlarının bilinen söylemiyle, ülkenin kaderinin belirleneceği gün... Halkımız sandık başına gidecek. Bizler bir seçime daha hararetli tartışmalarla hazırlanırken, siyasi tarihimizdeki ilk seçimleri hatırlayalım...
Her ne kadar Osmanlı'dan Cumhuriyet'e geçerken ilk seçimler I. Meşrutiyet'in ilanından sonra 1876 yılında yapılmış olsa da, ilk çok partili seçimler II. Meşrutiyet'in ilanının hemen akabinde 1908 yılında yapılır.
1876 yılında ilan edilip, 1878 yılında Rus Savaşı bahane edilerek askıya alınan Meşrutiyet, 1908 yılında Sultan Abdülhamid'in yarattığı baskıcı rejime karşı İttihatçıların Makedonya'da çıkardıkları isyan neticesinde tekrar ilan edilir.
1908'de ilan edilen Meşrutiyet ve kurulan yeni rejim öncekinin devamı gibi görünse de, devletin pek çok organında ve kamusal alanda yapılan düzenlemeler bakımından ilkinden daha farklı bir rejimdir.
Denetlenebilir ve izlenebilir...
Bu düzenlemelerden biri, Abdülhamid'in tüm kurumları ve devletin bütün gücünün Yıldız Sarayı'nın yüksek duvarları arasına toplayarak yarattığı kapalı devre rejiminin sona ermesi, siyasetin artık -kısmen- denetlenebilir ve izlenebilir hale gelmesidir.
Nitekim art arda yayın hayatına başlayan gazetelerle, faaliyete giren cemiyetlerle ve daha sonra açılacak meclisle siyaset kamuoyunun gözünün önünde cereyan etmeye başlar.
Önceleri siyaset, Osmanlı bürokrasisinin hantal çarklarında dikiş tutturmuş ve padişahın gözüne girebilmiş paşalar dışında halka açık bir alan değilken, siyaset artık sokağa taşınır, devlet kuşunun kanatlarına çıkmak isteyen zevatın rol alabileceği bir "er" meydanı haline gelir.
1908'e kadar İttihat ve Terakki
İttihat ve Terakki Cemiyeti 1908 yılına dek ortak bir ülküsü veya siyasi görüşü olan homojen bir grup değildir. Abdülhamid'in baskı yönetimine karşı her gruptan muhalif hareketleri birleştiren bir penah gibidir.
Ancak ne var ki "ortak düşmana" yani Abdülhamid'e karşı zafer kazandıktan sonrasında artık nasıl bir sistemin tesis edileceği meselesi yönetici kadronun gündemine alınınca, cemiyet içi kutuplaşmalar artar.
Cemiyetin, başlangıçta tasavvur edilen modern devlet düzeni ve liberal demokratik bir yönetim şekli kurmaktan gitgide uzaklaşmakta olduğunu düşünen bir kısım muhalif grup İttihatçıların nüve kadrosuna karşı mesafe koyar.
Bu muhalif kadroların bir kısmı, zaman zaman siyaset sahnesinde çeşitli oluşumlar içinde yer alırken, bir kısmı Prens Sabahattin'in önderliğinde kurulan Ahrar fırkasına katılır.
"Prens" lakabı bir kadın sultanın - Abdülhamid'in kız kardeşi Seniha Sultanın- oğlu olduğu için verilen Sabahattin Bey, erkek kardeşi Lütfullah Bey ve babası Damat Mahmut Paşa ile birlikte 1899 yılında Avrupa'ya gider.
Kimi tarihçiye göre İngilizlerle bir imtiyaz meselesi üzerine padişah ile anlaşmazlığa düşen, hayatı risk altında olan Damat Mahmud Paşa ve oğulları için kaçıştır bu gidiş, kimi tarihçiye göre ise baskı altında hürriyet mücadelesi yapmak isteyen Paşa ve oğulları için umut yoludur.
Her ne için olursa olsun, Prens Sabahattin Paris'e gelir gelmez, muhalif cephe hareketlenir, rejim karşıtı eylemler ve yayınlar artar. Nitekim çok geçmeden Sabahattin Bey'in önderliğinde Birinci Jön Türk Kongresi (1902) düzenlenir.
İki hizip arasında gerginlik
Sabahattin Bey ve İttihatçılar arası ilk ihtilaflar da bu kongreden sonra kendini gösterir. Sabahattin Bey'in şahsi teşebbüs ve yerinden yönetim fikirleri, Ahmet Rıza Bey taraftarları tarafından Balkanları ayaklandıracağı endişesiyle hoş görülmez.
Sabahattin Bey'in başını çektiği Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i merkeziyet teşkilatı ile İttihatçılar arasında zaman zaman görüşmeler olsa da, bu iki grup müşterek bir paydada birleşemez.
Meşrutiyet'in ilanından sonra bu ayrılıklar daha da derinleşir. İttihatçılar, Sabahattin Bey'in İstanbul'a kesin dönüş yaparken, Makedonya'da yapacağı mitingleri engelleme girişimlerinde bulunur. Sabahattin Bey döndükten sonra iki hizip arası gerginlik artar.
Sabahattin Bey'e yakın Serbesti ve İkdam gibi gazeteler ve İttihatçılara yakın olan Şura-yı Ümmet ve Tanin gibi gazeteler arasında atışmalar başlar.
Sabahattin Bey'e yakın kişiler tarafından kendisinin Ahrar fırkasıyla ilişkisi olmadığı ileri sürülse de 1, fırkanın Prens Sabahattin Bey'in isteği ve Sadrazam Kamil Paşa'nın desteğiyle kurulduğu artık tarihçilerin fikir birliğine vardığı bir husustur.
İttihat ve Terraki'ye göre liberal
Her ne kadar akademisyen Aykut Kansu, Sabahattin Bey'in şahsi teşebbüs ve ademi merkeziyet fikirlerinin Fransız ihtilalı öncesi bir kültürden ithal olduğunu, ademi merkeziyetle her halkın Osmanlı çatısı altında kendi kaderini tayin edebileceği federatif bir yönetimi değil, geniş toprak sahibi olan imtiyazlı bir sınıfın halka egemen olacağı, merkezi yönetim karşısında çeşitli feodal yapıların var olacağı bir sistem tasarladığını, şahsi teşebbüsün de bu sistemi destekleyecek imtiyazlı bir sınıf kurmak için mevzu bahis olduğunu, dahası Sabahattin Bey'in pek çok tarihçinin ileri sürdüğü gibi liberal düşüncenin kurucusu olmadığını derinlikli bir araştırma sonucunda iddia etse de 2, genel olarak Ahrar Fırkasının 1908'in sonlarına doğru sertleşmeye başlayan ve muhalifler üzerinde baskı kurmaya çalışan İttihat ve Terakki'ye göre daha liberal ve demokratik bir söylem içinde olduğu söyleyebiliriz.
Ne var ki 1908 yılının Eylül ayında pek çok aydının kuruluşunda rol oynadığı Ahrar fırkası tez vakitte yeni rejimde ikbal bulamayanların, eski devir adamlarının, monarşizm yanlılarının ve İttihatçı düşmanlarının da meskeni haline gelir.
Her iki fırka da, düzenlediği toplantılarda diğer tarafa hakarete varan ağır ithamlarda bulunur. 1908 seçimlerine işte bu siyasi atmosferde gidilir.
İlk defa çok partiyle yapılan 1908 seçimleri modern siyasi tarihimizde bir milat olmasına karşın bu seçimlerin demokratik olduğunu söylemek güçtür. Zira başta kadınlar olmak üzere, herhangi birinin hizmetinde çalışmamak, devlete vergi vermek, piyasada ticari kredisi bulunmak gibi kıstaslara sahip olmayan birçok kişi seçmen olma hakkından mahrum kalır.
Azınlıkların aleyhine seçim
Bunun yanı mevcut seçim sistemi azınlıkların nüfustaki paylarına göre temsil edilmelerinin aleyhinedir. Kademe kademe yapılan bu seçimlerin sonucunda, Ahrar Fırkası İstanbul dışında başarı gösteremezken, İttihat ve Terakki, Makedonya, Rumeli ve Batı Anadolu vilayetlerinde umduğu başarıyı kazanır.
Zira İttihat ve Terakki, yıllarca hürriyet için mücadele ederken pek çok bölgede merkez kurduğu ve üye edindiği için henüz yeni kurulan bir fırka olan Ahrar'a göre seçimlere avantajlı konumdadır.
Ancak yine de bu ilk meclisin çoğunluğunun İttihatçılardan oluştuğunu söylemek güçtür. Araplar ve Arnavutlar kendi adaylarını meclise gönderdikleri gibi, İttihatçıların karşısında muhalif olarak yer alan Rum ve Ermeni mebuslar vardır.
İttihat ve Terakki'nin çatısı altına girmek istemeyen, Ahrar'ın da ortaklık elini açık seçik sıkmayan Rumlar, Ermenilerle kıyaslandığında pek çok bölgede başarı gösterdikleri halde, nüfuslarına oranla meclise yeterince mebus gönderemezler.
Bunda seçim sırasında yaşanan birtakım usulsüzlükler, bazı Rumların nüfusta kayıtlı olmaması kadar Rumlar arasında birlik olmayışının da etkisi vardır.
Nitekim Rumlar seçimlerde yaşanan bazı usulsüzlükler ve sonuçlardan duydukları memnuniyetsizlik sebebiyle İzmir ve İstanbul gibi yerlerde protesto gösterilerinde bulunurlar.
Karşı devrimci tavır
Anadolu içlerinde ise durum çok daha başkadır. Önceleri Meşrutiyetle gelen hürriyet rüzgarına kapılıp İttihatçılardan taraf olan ahali bir süre sonra İttihat ve terakki'nin kamusal alanı din etkisinden arındırma çabaları karşısında, biraz da yeni rejimde eski imtiyazlarını kaybeden ulema sınıfının etkisiyle karşı devrimci bir tavır benimser.
Kırsal bölgelerden meclise seçilen mebusların birçoğu İttihat ve Terakki karşıtıyken, İttihat ve Terakki'nin kendi listesinden meclise gönderdiği mebuslar bile bir müddet sonra fırka aleyhine tavır alır.
Üstelik yalnızca kırsal bölgelerden meclise giren ve monarşiden yana olan mebuslar değil, ülke genelinde İttihat ve Terakki'nin listesinden seçilen mebusların bir kısmı bir müddet sonra çeşitli nedenlerle başka fırkalara geçerler.3
Seçim sırasında yaşanan bu gibi sıkıntılara rağmen, meclis, Aralık'ta Sultan Abdülhamid'in katıldığı debdebeli bir törenle açılır. İmparatorluğu oluşturan çeşitli halklardan mürekkep kalabalık bir kadro meclis binasının içini ve etrafını doldurur.4
Halide Edip Adıvar. Fotoğraf: Can Yayınları
Gayrimüslim kadınların yanı sıra Halide Edip'in başını çektiği Müslüman kadınlar da meclisin açılışını seyretmek için orada bulunurlar.
Bu, imparatorluk tarihindeki, çeşitli halkların son defa müşterek bir paydada buluştuğu, son defa ortak bir sevince alkış tuttuğu gündür.
Zira bu ilk seçimlerde sonra İttihatçılar daha da sertleşecek, karşı devrimciler tez vakitte kanlı bir ayaklanma çıkaracak, çeşitli gazeteler ve fırkalar kapatılacak, imparatorluğun çatısı altındaki halklar arası ihtilaflar artacak, yıllar süren savaşlarla koca bir nesil yok olacak, imparatorluk yıkılacak ve herkes kendi payına düşen acıları sırtlanarak kendi köşesine çekilecek, Meclis-i Mebusan da, İstanbul da, bir daha bu kadar çok çeşitli insanı bir arada hiçbir vakit göremeyecektir.
1 Ahmet Bedevi Kuran, İnkılap Tarihimiz ve Jön Türkler, İstanbul, Kaynak Yayınları, 2000
2 Aykut Kansu, "Prens Sabahattin'in Düşünsel Kaynakları ve Aşırı Muhafazakar Düşüncenin İthali", Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce, Cilt 1, İletişim Yayınları, İstanbul, 2006
3 Aykut Kansu, İttihatçıların Rejim ve İktidar Mücadeleleri, İstanbul, İletişim Yayınları, 2016
4 Alpay Kabacalı, Bir İhtilalcinin Serüvenleri, İstanbul, Gürer Yayınları, 2007.
(MK/PT)