Ya Ege Denizi'nde bir parça kayamızın elden gittiğinden, ya hava sahamızda hak ihlallerinden, ya da başka bir komşumuzun "kötü niyetinden" söz edilip, "haydi savaşa" diye kollar sıvanır.
Komşumuz ve NATO ortağı Yunanistan'da da yönetenler, yönetememe korkusu yaşadıkları dönemde aynı uygulamalara başvururlar.
"Kıbrıs", "Ege kıta sahanlığı" ve benzeri senaryolarla, Yunan halkına çiğnemeleri için demir leblebi verilir. Türkiye ile savaş çıktı çıkacak paranoyası yaratılarak, sistemden kaynaklanan sorunlar gizlenmiş olur.
Doğuda, 1985 ila 2000 yılları arasında, 15 yıl süren savaş esnasında, hortumcular, uyuşturucu ve silah tacirleri servetlerine servet kattılar.
Üzerlerine gidilmedi. Yargılanmadılar. Çünkü ülkemizde düşük yoğunluklu bir savaş yaşanıyor, denildi.
"Vatan için kurşun atan da, yiyen de şereflidir" denilerek, suçları bizzat mevcut mahkemeler tarafından tescillenmiş, hüküm giymiş katiller baş tacı edildi. Buz dağının görünen küçük bir parçası olan Susurluk skandalını yeniden hatırlatmakta yarar var.
Kokular dayanılmaz hale gelince, bu vatan hainleri birer birer emekliye ayrıldılar. Ama yargısız infazlar sonucu arkalarında bıraktıkları toplu mezarlar, gizlendikleri yerlerden gün yüzüne çıkıyor. Mızrak çuvala sığmıyor. Halk muhalefeti, artık komplo teorileriyle ya da "Vatan elden gidiyor, iç sorunlarla uğraşacak zamanımız yok, savaş kapıya dayandı" masallarıyla susturulamıyor.
12 yaşındaki çocuk Uğur'un, "terörist sanılarak" katledilmesine gösterilen haklı tepkiler bunun en sıcak, acı örneğidir.
Vedat Türkali ve Orhan Pamuk
Sanatta, 'Toplumsal Gerçekçiliğe' daha yakın hissederim kendimi. Ayrı bir yazı konusu olan bu akımın savunucuları ile, "Postmodern" yazarlar arasında seçim yapmam gerekirse, "Toplumsal Gerçekçi" akımdan yana tavır koyarım.
Vedat Türkali de, Nazım Hikmet gibi "Toplumsal Gerçekçiliğin" savunucularındandır. Orhan Pamuk ise, küreselleşmenin (siz emperyalizm anlayın) felsefi ayağı postmodernizmle birlikte değerlendirilen bir yazardır.
Her üç yazar da Türkiye'nin onuru sayılmıyor mu? Sanırım Türkiye'de büyük çoğunluk bu yönde görüş bildirir -eleştiri haklarını saklı tutarak- Vedat Türkali ile Londra'da yaptığım bir söyleşide, Orhan Pamuk hakkında görüşlerini sormuştum.
Dinleyenler, Vedat Türkali'nin Orhan Pamuk'u yerden yere vuracağını düşünürken, o bir bilgeye yaraşır biçimde, "Seviyorum o çocuğun yazdıklarını" dedi ve devam etti: "Sanat, sadece mesaj vermeye yaramaz. Aynı zamanda keyif de vermelidir. Orhan Pamuk'un yazdıklarını keyifle okuyorum. Ama hem sanata, hem hayata bakışımız farklı."
Ben de Orhan Pamuk'un yazdıklarının çoğunu keyifle okudum. Artı, yetersiz bulsam da dönem dönem insan hakları konusundaki duyarlılığını takdir ettim. "Reklam yapıyor", "Yahudi lobisi" tarafından destekleniyor v.b. diye yaklaşmadım. Ki, öyle de olabilir. İsteyen Orhan Pamuk'u "Sabetayist", "kötü yazar", "düzen insanı" olarak değerlendirebilir.
Eleştiri ile kitap yakma eylemi arasında, dağlar kadar fark vardır.
Kitap yakma ve Naziler
Bugün Orhan Pamuk, Türkiye'de tabu gibi gösterilen Kürt ve Ermeni meselesi hakkında, (yanlış, doğru, eksik, çok önemli değil) görüş beyan etti diye, toplumsal bir linçle karşı karşıya. Türkiye'de suni gündem ve provokasyon yaratmakta usta güçler bu konuyu şişirip, Orhan Pamuk'a saldırdılar.
Gerçi Orhan Pamuk Musa Anter'den, Cahit Orhan Tütengil'den, Bedreddin Cömert'ten, Bahriye Üçok'tan, Turan Dursun'dan, Uğur Mumcu'dan ve şimdi adlarını sayamayacağım faili meçhul cinayetlere kurban giden yüzlerce aydından daha şanslı.
Çünkü Orhan Pamuk için derin devlet veya Hizbullah veya Türk Nazileri kalem kırmadı. Ancak, basındaki milliyetçi kalemlerden etkilenip gaza gelebilecek bir kaç çapulcunun saldırısına uğrayabilir.
Bize düşen görev, nasıl Musa Anter'a, Uğur Mumcu'ya, Aziz Nesin'e, İsmail Beşikçi'ye sahip çıktıysak, Orhan Pamuk'a da sahip çıkmaktır. Siyasetin faklı kulvarlarında yer alsak bile.
İnsanlar artık ezberi bırakmalı değil mi? Son yıllarda moda olan, Voltaire'in düşünce özgürlüğü ile ilgili ünlü sözünü, sadece papağan gibi tekrarlamak yerine, yaşamak-yaşatmak ve bu uğurda mücadele etmek gerekmez mi?
"Demokrat" olduğunu iddia eden "aydınlar", fildişi kulelerinden çıkıp, hayatın, sokakların içine inmelidir. Tek başına, "savaşa, şiddete karşıyım" diyerek, demokrat olunmaz.
Hele yazar kimliğini taşıyan kimi insanların, eleştiri adı altında Orhan Pamuk'a yönelebilecek fiziki saldırılara, provokasyonlara zemin hazırlayan açıklamaları daha da hazindir.
Ortaçağda kaldığını sandığımız, Naziler döneminde yeniden gördüğümüz "kitap yakma" eylemi, bu gün "Tecavüz", "Pedofili" gibi yüz kızartıcı suçlarla birlikte anılır hale gelmiştir. Söz konusu yüz kızartıcı eylemi ülkemizde savunanların varlığı hepimiz adına bir utançtır.
Bunu kışkırtan ve savunanların adı da, olsa olsa "Türk Nazileri" olabilir. (OA/BA)