İşgal altındaki topraklarda şimdiye kadar bir çok ülkeden insanı rehin alan bu örgütün ilk defa bir Türk rehineyi öldürmesi, bunun üzerine yapılan tüm resmi açıklamalar, televizyonlarda yapılan tüm yorumlar terörün dehşetli- korku salma (kısa vadede) amacına ulaştığını gösteriyor. Ancak tüm bu yorumların "Müslümanlık" çerçevesinde yapılması ölümü bir tür ilahi dokunulmazlık mertebesine çıkarıyor.
Ölümle gelen acı, hiç vakit kaybetmeden girilen bu tip tartışmaların "zedeleyici" diliyle arka plana atılıyor. Amaçları yalnızca yaşamlarını idame ettirmeye çalışmak olan insanların rehin alınmasına ve apaçık öldürülmesine duyulması gereken tepkiyi, uysallaştırıyor.
Murat Yüce'nin ailesinin duyduğu acıya yakınlaşabilmeyi bu tahlillere mesafeli davranarak başarabiliriz diye düşünüyorum.
Şiddeti, ölümü gösterme
Son zamanlarda kurmacayla gerçeğin birbirine karıştığı belgesellere gösterilen aşırı ilginin hasılatlarına övgüler düzenlerin, sabit bir kamerayla çekilen bu gerçek öldürme törenine daha dikkatli bakmaları gerekir. Çünkü ne bu sıradan adamın ne de onun "donuklaşmış korku" halini çeken örgüt üyesinin "an"ında en ufak bir kurgusallık yoktur.
Belki biz, oturduğumuz yerden anatomik bir ezberle gözlerini seçebildiğimiz, başları sarılı bu örgüt üyelerinin arka fonda yer aldığı görüntüleri izlediğimizde, önde yüzü kameralara dönük rehinenin başına doğrultulmuş silaha yüklenen öfke, öç alma ve tüm bunları gösterme eyleminin, tarihsel süreçte karşımıza çıkan "suçun halk önünde cezalandırılması" eylemine benzemesine, tersten bir okumayla varabiliriz.
Ancak burada "suç"un yüklendiği anlam ve bunu cezalandırarak kendini iktidar sayan tamamıyla farklıdır. Burada Foucault'un deyimiyle Klasik çağdaki dönemlere bu anlamda girmek yazının haddini aşacağından, günümüzde terör örgütleri özellikle tanıklık ettiğimiz kadarıyla El Kaide tarafından kullanılan bu "şiddeti, ölümü gösterme" eğilimi üzerinde durmak yerinde olacaktır.
Ahlaki değerlendirmeler ya da terörün gerçek kurbanları
Irak'ı işgal eden Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve müttefiklerinin ve Türkiye'nin sivil vatandaşlarının; çeşitli amaçlarla orada bulunan kurum ve kuruluşlarda, medyada ve farklı alanlardaki şirketlerde çalışanların orada bulunma sebepleri ne olursa olsun kendi kişiselliklerinden soyundurularak örgüt tarafından artık "düşman" sayıldıkları görülmekte.
Bu yüzden ahlaki değerlendirmelerin tehlikeli alanına girmeden ve bunun yol açabileceği bir meşrulaştırma düşüncesine yüz vermeden yazılabilecek olan, şimdiye kadar açığa çıkan görüntülerin terörün nihai amaçsızlığına yani "öldürme" yoluyla korku, dehşet ve caydırmaya yönelik eylemlerine açıkça hizmet ettiği gerçeğidir. Böylece düşmanlarına yapabileceklerinin sınırsızlığını (her şeye rağmen) gösterebilmişlerdir. Bunun için yaşama hakkını tanıyıp tanımama anlamında bir kudrete sahip olabilmişlerdir.
Terörün dünya üzerindeki sayısız kurbanları kuşkusuz sivillerdir. Irak'ta ise, devam edip giden bir savaşta taraf olmanın da ötesinde yaşayanlardır. Türkiye'nin doğusundan para kazanabilmek için, mesnetsiz bir ölümün onları beklediğini bile bile sınırı geçenlerdir.
Micheal Moore'un "Fahrenheit 9/11" adlı belgeselinin kışkırtıcı diline, görüntülerdeki göndermelere ya da denildiği gibi propagandaya varan kurgusuna kapılabiliriz. Ancak asıl önemli olan belgeselin bir yerinde geçen cümlenin basit ve açık anlamının bu görüntülere daha çok uyduğudur; It was really happen... (TBÖ/BB)