Başaran Yatırım Holding'e ait özel uçak 11 Mart 2018 günü Birleşik Arap Emirlikleri’nden İstanbul’a yol alırken düştü. Haber Ajansları bu haberi son dakika olarak verdi. Kısa sürede olayın ayrıntıları tüm medyayı ve dolayısıyla gündemi doldurdu.
Uçakta 11 kadın bulunuyordu. Uçak mürettebatı ve sekiz yolcu.
Uçağın kaptan pilotu Beril Gebeş, ikinci pilot Melike Kuvvet ve hostes ise Eda Uslu’ydu. Uçak Başaran Holding’e aitti. Uçakta holdingin sahibi Hüseyin Başaran’ın kızı Mina Başaran ve arkadaşları Liana Hananel, Zeynep Coşkun, Jasmin Baruh, Aslı İzmirli, Ayşe And, Sinem Akay ve Burcu Urfalı bulunuyordu. 11 kadının özel hayatları sosyal medya hesaplarından toplanan bilgilerle basında geniş yer aldı; fotoğrafları boy boy yayınlandı. Haberle ilgili ilgisiz onlarca detayla kaza işlendi. Öte yanda sosyal medya son yıllarda gittikçe artan garip bir tepki yoğunlaşıyordu. GazeteDuvar’da Zehra Çelenk 13 Mart günü “Asgari insanlığı hangi kazada yitirdik?” başlıklı yazısında bu konuya dikkat çekti. Şöyle diyordu: “Ölüme asgari saygıyı göstermeyen, acayip bir gerçeklik yitimine uğramış tuhaf bir toplum haline geldiğimizi tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor”.
Zehra Çelenk’in yazısında belirttiği gibi uçak kazasında hayatını kaybeden 11 kadın için söylenen ve yazılanları tekrar etmeyi zül sayarız. Sözü son yıllarda gittikçe derinleşen toplumsal sorunu işleyen Zeynep Sayın’a bırakıyoruz.
Zeynep Sayın “Ölüm Terbiyesi” adlı çalışmasında bakın ne diyor:
***
Memleketimde sadece yaşam değil, ölüm de siyasallaşmıştır. Yeryüzünde ölümü siyasallaştıran yegâne ülke burası, yegâne çağ Yeniçağ değildir. Taliban sadece Banyam’da Buddha imgesini havaya uçurmakla kalmamış, Kâbil’i ele geçirince 27 Eylül 1996 günü Sovyet işgalini temsil eden Necibullah’ı da işkence sonrası bağladığı ciple sokaklarda sürüklemiş, cesedini iki gün boyunca başkanlık sarayı önündeki sokak fenerine asmıştır. Cesetler imge gibidir. Az önce kıstırdıkları hayvanla poz veren avcı, parmağıyla bir insan cesedine değil leşe işaret eden, Che’nin başını ganimet gibi duvarına asmak isteyen general, Freddy Alborta’nın Che Guevera fotoğrafının anıştırdıkları: BolivyalIların hac mekânına dönüşmesini engellemek uğruna gizledikleri mezarı bulmak için yapılan arkeolojik kazılar, kutsal emanet gibi Küba’ya dönen elleri kesilmiş cesedin hikâyesi, sadece Küba bugün “nesli tükenmiş hayvanlarla doğa turizmi” yapılan bir yer misali “nesli tükenmiş komünistlerle komünizm adasına” dönüştürülmüş olduğu için hatırlarda.
Ne var ki Hitler ve Goebbels’in yanmış cesetlerinin, uzun müzakereler sonrası 1970 senesinde Soyvetler Birliği Komünist Partisi tarafından (arşiv kod isimli operasyonla) imha edilmiş olduğunun unutulmuş olması, Hitler’i ve Goebbels’i unutturamayacaktır. Ne Hitler’in ve Goebbels’in katlettiği insanlar ne siyasallaştırdıkları ölüm, cesetlerinden artakalanı yok etme sayesinde unutturulacak gibi değildir. Mezarı olmayanın ruhu belki huzur bulmayacaktır, ama asıl önemlisi, mezarda yatmayanın imgesi ve hatırası belleklerden kazınmakta, bir süre sonra unutulmaktadır.
Unutturma, bilinçaltı politikasıdır. Kongo’nun demokratik yolla seçilmiş ilk başkanı olan Lumumba, 1961’de Belçika ordusu tarafından öldürülmüş, izi kalmasın diye asit küvetine atılarak eritilmiştir. Lumumba’yla beraber bir şahsiyetin değil, bütün bir kıtanın, Afrika’nın katledildiğini söyler Jean-Paul Sartre. Umulan medet, Afrika’daki özgürlük hareketine dair hatıralar bütününü silmektir. Asitte eritilmek istenen, Lumumba’nın imgesiyle beraber direnişin belleği ve bu belleğin oluşturduğu ortak bilinçaltıdır.
Sırbistan’da Aziz Sava Katedrali, Sırpları cezalandırmak için 1595 senesinde Sinan Paşa tarafından Aziz Sava’nın mezarından çıkarılıp ibret olsun diye kemiklerinin yakıldığı yere yapılmıştır. Osmanlı’nın arzuladığının aksine, katedral bugün (elbette) bir hac mekânıdır. Sırp milliyetçisi Vuk Draskoviç’in dediği gibi, Sırp mezarının olduğu her yer Sırbistan’dır. Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır. Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır. Artık insan olmayan ceset ve bedenden artakalan (kemik/kan), yaşayanların cemaatini oluşturmaya yüz tuttuğu an, ölüm siyasallaşmaktadır. Yine de Yeniçağ öncesi ceset, öldürülebilirliğiyle ama kurban edilemezliğiyle tanımlanan bir kutsal insan değildir. Ölene (Papa olduğu için) hukuki bir kimlik bahşedilen, cesede ölüm cezası verilen ilginç bir mahkeme bunu kanıtlar: 897 senesinde çürümekte olan Papa Formosus’un cesedi mezarından çıkarılmış, ruhban giysileri giydirilmiş, papalık tahtına oturtularak yargılanmıştır. Papanın hukuki kimliği, bu mahkemeyle (Yeniçağ’da cesedin yasal bir kimliği yoktur) siyasal tarihten ve belleğin ortaklığından silinecektir.
Lâszlö Nemes’in Saul’un Oğlu filminde toplama kampında Sonderkommando Saul, gaz odasından nefes alarak çıktığı için şırıngayla katledilen bir çocuğun cesedini bulma ve gömme savaşı verir: varlığını imge olarak koruyabilmek için bir ritüeli olmak, gömülmek gerekecektir. Bir ölüyü kurtarmak, ölümü kurtarmak anlamına gelecektir. Başka ülkelerden başka çağlardan örnekler verilebilir. Ama benim yaşamıma tanıklık eden, muhtemelen ölümümün de şahidi olacak olan ülke Türkiye’dir. Bu kitabı bu nedenle memleketimin noksanlığını çektiği (kanımca en önemli) şey üzerine, imge ve ölüm ahlakı diyebileceğim terbiye üzerine yazdım. Ölüm, insanın sınırıdır. İmge, insanın sınırıdır. İmge, ölümü delerek ölümün içinde ölüm olmayan uzaklığı bugüne taşıyan yakınlıktır. Diyalektik olmasının (Benjamin), cesede benzemesinin (Blanchot), tekinsiz olmasının (Freud) nedeni budur. Bu kitabı bir sene önce yazmış olmamın nedeni, mezarı esirgenen, mezarına saldırılan ölülere yapılan kabalığa, üstüne silgi çekilen tarihe, uzun (aynı zamanda İslami) bir geleneğin bilinçaltıyla yanıt vermeyi, unutulmuş bir nezaket ve ölüm terbiyesini hatırlatmak istemiş olmamdır.
Zeynep Sayın hakkında1961 İstanbul doğumlu, yazınbilimci, sanat kuramcısı, öğretim üyesi. İstanbul, Salzburg ve Viyana’da yazınbilim, sanat tarihi ve felsefe okudu. İstanbul'da çeşitli üniversitelerde ve Mardin Artuklu Üniversitesi Mimarlık Fakültesi'nde çalıştı. Bir süredir Leipzig'de Hochschule für Grafik und Buchkunst ve Viyana'da Akademie der Bildenden Künste'de ders veriyor. Mithat Şen ve Bedenyazısı (Kaknüs, 1999), Noli me tangere (Kaknüs, 2000), İmgenin Pornografisi (Metis, 2003) ve Kötülük Cemaatleri (Tekhne, 2016) adlı kitapları var. |
* Ölüm Terbiyesi, Zeynep Sayın, Metis Yayınları 2018