Ayios Ambrosios'ta yani Ayguruş'ta yani "yeni" adıyla Esentepe'de bahçeleri vardı, dört kızı vardı, yüreğinin her vuruşunda hayata dair umutları ve düşleri vardı...
1974'te adı Kıbrıs olan bu adada efendiler satranç tahtasında hamleler yaparken, binlerce insan göç etmek zorunda bırakılıyordu... Savaş bulutları toplanmıştı tepemizde, kardeşin kardeşi öldürdüğü, genç kızların otobüslere doldurulup tecavüz edilmeye, bebeklerin, yaşlıların, gençlerin mezarlara gömülmeye götürüldüğü günlerdi...
Costas'ın adı konyağa verildi
Costas Hadjipavlou ki adı Kıbrıs'ın en meşhur konyaklarından birine verilmiştir, göç ediyordu...
Sevgili Maria'nın babasıydı o: kuzeyden koparılıp güneye sürüklendiğinde, Stavrovuni'de kiliseyle bir anlaşma yapmıştı...
"Nolur azıcık toprak verin bana" demişti gözlerini gökyüzüne kaldırarak, "Ayios Ambrosios'taki bahçemin minyatürünü kurayım hiç olmazsa! Geliri neyse paylaşırız!..."
Stavrovuni'deki papazlar "Olabilir" demişlerdi...
Costas kurmuştu bahçesini... Elbette Ayios Ambrosios'taki muhteşem bahçeler değildi bunlar... Kendi tanımıyla "minyatürü"ydü... Toprak, parçasıydı yüreğinin - her bir tohumu, her bir fidanı severek ekip suladı... Hayat denen mucizenin topraktan fışkırmasını gözledi... Ama Costas adanın kuzeyinde bıraktığı bahçelerini yüreğinin her vuruşunda taşıdı: 28 yıl boyunca bir gün mutlaka köyüne, bahçelerine, evine dönme düşlerini yaşattı...
Yasaklar yüreğini yeniden deşti
Bu akşam bölünmüş bir başkentin, Lefkoşa'nın kuzeyinde oturup onun için ağlıyorum: bölünmüş bir adanın her iki yakasında çarpıyor yüreğim... Costas'ın duygularını anlıyorum, ekip suladığı, büyüttüğü harup ve zeytin ağaçlarının yeşilini, limonlarının kokusunu, toprağın kızıllığını duyabiliyorum...
İki ay kadar önce arabasını alıp barikatları aşmaya çalıştı. Polis onu durdurdu:
"Hayrola? Nereye böyle?..."
"Gidip ağaçlarımı sulamam lazım..."
"Olmaz! Geri dön! Yasak!"
Yasaklar yüreğini nasıl da deşmiştir Costas'ın!
Ben Costas'ı tanımadım, onun yetiştirdiği dört kızından birini, harika bir yüreğe sahip olan Maria'yı tanıdım...
Maria'yla iki toplumlu çatışmaların çözümü eğitmenler grubundaydık... On yılı aşkın bir dostluğumuz var...
Maria'yı her aradığımda "Gugla mou" der, "Di gamnis?"
Ve hızla konulara gireriz: kadınlar, barış, politika... Yaşamımızda yer etmiş herşeyi konuşuruz..
Maria geçen hafta babası Costas'ı kaybetti... Costas Hadjipavlou hayata veda ettiğinde 78 yaşındaydı...
Sınırın ötesine uzanan eller
"Sınırın Ötesine Uzanan Eller" kadın grubumuzda bu haber şok etkisi yarattı... Aynı anlarda üyelerimizden Zehra, "Doğa" adını verdiği bir bebek dünyaya getirmişti...
Bir doğum bir ölüm haberi vardı maillerde...
Hayatın bize getirdikleri diye düşünmüştüm: aynı anda hem gülüp hem ağlanacak haberler... Aynı anda hem kuzeydeydim hem güneyde, hem Doğa denen sihirli bir bebeğin hayata minik yumruklarıyla sarılışını kutluyordum, hem de ağlıyordu yüreğim Costas için...
Çünkü Costas asla unutmamıştı kuzeyde bıraktığı ağaççıklarını, toprağını, zorla, kaba güçle bölünmüş vatanını... Çünkü bu vatan bütün Kıbrıslılarındı, aynı kokuları, aynı toprakları, aynı yürek vuruşlarını taşıyordu...
Costas kuzeyde, kendi köyünde gömülmek istiyordu...
Öldüğü zaman bu topraklarda gömülmeyi istemişti...
Elbette olmadı çünkü bu toprakları yöneten derin devletin insani duygularla alakası yok!
Onlar anlayamaz yaşlı bir adamın son isteğini!
Anlayamaz son bir kez Esentepe'de yakınlardaki denizi koklamak, ağaçlarını sulamak arzusunu!
Canyoldaşım "Öyleyse toprak gönderin ona!" deyiverdi bütün bunları anlattığımda...
Öyle yaptık...
Ölülerimizi son vasiyetlerini yerine getirip istedikleri yerde gömemiyorsaydık, toprağımızı paylaşırdık!
"Sınırın Ötesine Uzanan Eller"dik... Yüreği hüzün yüklü bir kadın üyemiz harekete geçti: telefonda ağlıyordu, yaşlı bir Kıbrıslının ölümüne, özlediği toprakları son bir defacık göremeyişine...
Kadınlarımız "mail" grubunda "isyanları" oynuyordu: Zehra'nın yeni doğmuş bebeğini, Doğacığı ziyaret etmek istiyordu Rum kadınlar, bizse Maria'nın bu zor günlerinde yanında olmak istiyorduk...
Doğa'yı ziyaret de yok, cenazeye katılmak da
Oysa adamız ikiye bölünmüştü: Türk tarafının politikaları bu tarz insancıl konulara "geçit" vermiyordu... Türk tarafının resmi politikaları "Sınırlar aşılmaz" tezine dayanıyordu, bu yüzden Doğa'ya ufacık bir ziyaret yapamıyordu Rum kadınlar, Türk kadınlar sınırları aşıp Maria'nın babası Costas gömülürken cenazeye katılamıyordu... Ölülerimizi vasiyet ettikleri yerlere gömemiyorduk...
Canyoldaşımın önerisini gerçekleştirdik: Dün Maria'ya babasının köyünden toprak gönderdik... Bölünmüşlüğe isyan eden bir yüreğin sahibi bir kadın, gözyaşları içinde taşıdı o toprağı, Pile denen ara bölgede, Birleşmiş Milletler denetimindeki bir köyde bir başka kadına vermek üzere...
Yüreği isyanlar dolu bir başka kadın, bu toprağı alıp bu sabah Costas'ın mezarına götürdü...
Ölülerimizi gömemiyorsak istedikleri yerde, bu adanın kadınları olarak toprağımızı paylaşırız...
Bir avuç toprak, hepsi bu
Toprağımızı, havamızı, suyumuzu, yüreğimizi, düşlerimizi paylaşırız: bölünmüş bir adadan çıkar sağlayan efendiler bırakmasa da bebeklerin doğumunu birlikte kutlamamızı, ölülerimize birlikte yas tutmamızı, yine de aşarız sınırları...
Bir avuç toprak: hepsi bu... Bir avuç toprak ki paylaşılır, bir naylon torbada taşınır, bir mezara konur ve bu akşam bütün istihbarat servislerinin dinlediği hatlarda konuşurken Maria'yla bir damla gözyaşına dönüşür çünkü araya çekilmiş bu sınırlar anlamsızdır, absürd'dür, insan yaşamına aykırıdır...
Çünkü Maria'nın yüreğiyle atar yüreğimiz ve Maria'ların yürekleri de yeryüzüne henüz merhaba demiş Doğa'cıkların yürekleriyle atar... Çünkü Maria kuzeyden gelen toprağa çiçekler ekiyor, güneydeki bir mezarda açmak üzere... Çünkü sınırlar anlamsızdır, yüreklerimizden geçenlerdir anlamlı...
Çünkü yüreklerimiz insan yüreğidir... Çünkü gücümüz tam da buradadır: insan yüreğinin inanılmaz haritasında - barikatları, dikenli telleri aşan duygularda, ölülerimize birlikte ağlayan, doğumlarımıza birlikte sevinen o ortak duygularda... (SU/NM)