Hep söylerim. Bilgi insana acı verir. Bilmemek güzeldir ve kolaydır. Bilince sorumluluk başlar. Sorumluluk duyunca da bir şeyler yapmak zorunda kalırsınız. Yani sorunlar bir yerlerinize batmaya başlar. Diyeceğim bilmek acıtır.
Canı yanan insan ise her şeyi yapar.
20 yıldır piyasaya
Bazı şeyleri biliyor ama elinizden bir şey gelmiyorsa, çaresizseniz ve de zorunluysanız o zaman da her şeyi yapabilirsiniz...
Bu ülkede devlet daha önce becerebildiği kadar yerine getirdiği, Anayasal ödevlerinden birini 20 yılı aşkın süredir piyasa koşullarına terk etti.
Kapitalizmin vahşi diye adlandırılan başlangıç dönemlerini yeniden yaşıyoruz sanki.
Herkes tuttuğunu...
Yapamasa da en azından deniyor...
Ucuz ama hayatiyse
Antibiyotik tarihinin ilk sayfalarında yer alan, 2. Dünya Savaşında yaşanan savaş enfeksiyonlarının giderilmesi için yapılan araştırmalarda bulunan bir ilaç var. Sonradan adına sulfonamid dediğimiz .
Dünya Sağlık Örgütünün temel ilaçlar listesinde de var.
Bu ilaç az sayıda bazı hastalıkta çok değerli ve çok önemli.
Piyasa değeri ise yok denecek kadar az.
Bu nedenle hiçbir ilaç firması bunu üretmek istemiyor.
Birkaç firma kaldı üreten. Üretenler de ya henüz insana yönelik değer yargıları maddi çıkarlara galebe çaldığından yani ya sosyal nedenlerle, ya da ilkeleri yüzünden üretiyorlar...
Eşitsizlerin hastalığı
Bu ilacın iyi geldiği hastalıklardan birisi cüzzam. Hani şu eşitsizliklerin hastalığı...
Bir diğer bir bilim adamının adıyla anılan bir hastalık: Dühring hastalığı -Bazı ilgisiz benzerliklere takılmayın; hastalığı tanımlayan kişinin adı bu.
Vücudun bağışıklık sisteminin desteklenmesi gereken bazı durumlarda da yerini başka ilaçların tutmadığı bir ilaç bu..
Cüzzamda başka seçenekler var... Bağışıklıkla ilgili durumlarda da.
Ama Dühring için tek ilaç...
Bu hastalıkta vücutta yaralar oluyor. Yaraların olduğu yerler de çok kaşınıyor... Öldürücü değil ama acıtıcı bir hastalık...
Cüzam azalınca
Bu ilaç bu ülkede hiç üretilmedi. Hep dışardan geldi. Cüzzamlı hasta çokken bir şekilde bulunabiliyordu. Toplumda yok sayılan cüzzamlılar sayesinde devletin aldığı ilaçlardan bu hastalar da yararlanıyorlardı.
Ama sonra cüzzam azaldı ve bitti. Şimdi o nedenle bu ilacı bulmak artık olanaklı değil. Türkiyede yok yani. Hani paranız olsa da alamazsınız...
Devlet istese
Başka bir deyişle devlet bu ilacın üretilmesini ya da ithâlini ve yurttaşlara serbestçe sunulmasını sağlamıyor. Oysa bu mümkün. Çünkü ilaç ruhsatını devlet veriyor. Herhangi bir ilaç üretici ya da ithalatçı firmayı bu konuda zorlayabilir. Ama yapmıyor... Yapamıyor... Çünkü devlet için de yönetenler için de ilaç şirketlerinin çıkarları vatandaşın sağlığının önünde...
İstese yapar... Örneğin devletin elinde ilaç fabrikaları var. Silahlı Kuvvetlere ve SSK'ya ilaç üreten fabrikalar bu etken maddeyi alıp piyasaya sunabilirler.
Onu da yapmıyorlar. Çünkü devlet sağlıktan elini çekmeli. Böyle düşünülüyor.
Üstelik de bu hastaların bir çoğu devletin sağlık güvencesi altında...
Peki hastalar ne yapıyor?
Hiç; hiçbir şey... Ağlanıp sızlanmaktan, bazen kızmaktan ve dertlerini çekmekten başka hiçbir şey.
Devlette nasıl vatandaşa hizmet düşüncesi egemen değilse, vatandaşta da hak bilinci yok..
Ağlamayana meme vermezler sözünü gerçek anlamıyla alıyor. Ağlamanın mücadele etmek olduğunun ayrımında değil.
Parası olanlar yurt dışından sağlayabiliyor. Kaçak yollardan...
Etken maddenin kilosu 4 Dolar. Kaçak satılanın ise iki tanesi 1 dolar. Bir kilodan 10 bin hap üretilebilir. Kazancı düşünebiliyor musunuz! Ama ilaçta bu kadar kazanç yetmez. Onun için kimse ruhsatını almıyor ve üretilmiyor.
Eczacılar Birliği seçeneği
Yasalarımıza göre resmi yolla bireysel olarak ilaç ithalatı yapmak mümkün...
Eğer isterseniz doktorun reçetesini elinize aldıktan sonra Eczacılar Birliği aracılığıyla aylar süren işlemlerden sonra bireysel olarak ithal edilebilirsiniz.
Tabii bunu her yazılan reçetede yinelemek kaydıyla.
Parası olmayanın dünyayı gezme özgürlüğüne benziyor değil mi! Hak olarak var ama fiilen yok!
Yurttaşın çaresizliği!
Çaresiz durumdaki hastalar da adeta onun bunun elinde oyuncak olmuş durumdalar. Çünkü onları koruma ve kollama göreviyle yükümlü bir devletleri yok. Devlet başka şeyleri koruyor ve kolluyor... Özellikle de çıkarları...
1982 anayasası devlete sağlık alanında yalnız düzenleme ve denetleme görevini vermiş. Ama mevcut hükümetler bu soruna çözüm bulmayarak anayasayı ihlâl ediyorlar.
Ama aynı anayasa vatandaşa bu ihlâlin peşine düşme hakkı vermiyor..
Dolayısıyla vatandaşın bunu ortaya koyacak ve hakkımı arayacak bir yolu ne yazık ki yok. İlaç şirketleri yalnız kârlarını düşündükleri için onlardan bir şey beklemek boşuna çaba
Ya bu sorunu çözün, ya da
Bir de gönüllü örgütlenmeler var: Eczacı ve tabip odaları, ilaç üretimiyle ilgili örgütler, hasta dernekleri, hekimlerin uzmanlık dernekleri, tabii insan hakları örgütleri... Ne yazık ki onlar da bir şey yapmıyor... Muhtemelen ya haberleri yok, ya da başka işlerden ve önceliklerinden arta kalacak zamanları...
Bir yurttaş bir gazetede şöyle yazıyor: Vatandaşın hakkını arama göreviyle yükümlü tüm örgütlere buradan sesleniyorum: Ya bu sorunumuzu çözün, ya da hakkımızı aramamız için ne yapmamız gerektiğini bize söyleyin. Yoksa ölelim mi?
Ne dersiniz ölsünler mi?
İşte o nedenle ölmek mi zor, kalmak mı zor? (MS/NM)