PKK'nin hapisteki lideri Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüşmesinde* "Ben burada tespit yapıyorum, talimat vermiyorum" dediği, Kürt sorununda kolektif haklar verilmezse savaşın bitmeyeceğini, Meclis'te bir Adalet ve Hakikati Araştırma Komisyonu'nun sorunu çözebileceğini söyledi; "Meclis, sorunların tartışıldığı ve çözüldüğü bir zemindir. Demokratik siyasete ve bunun mücadelesine inanılması gerekiyor" dedi. PKK'nin Reşadiye saldırısı için "PKK'nin otonom grupları vardır" diyen Öcalan, BDP için "Yeni bir partiyi böyle lastik değiştirir gibi hemen kuramazsınız. Bunun da kapatırlar" diye konuştu. Öcalan kendi koşullarıyla ilgili de "Burada bazı iyileştirmeleri de pazarlık konusu yapıyorlar, ben bu pazarlığa gelmem" dedi.
Öcalan BDP'ye düzenlenen son operasyonların gerekçesi olan KCK için de "KCK konfederalizmi savunmuyor. Devlet KCK'yi suç sayarsa Avrupa'dakiler de, Kandil'dekiler de, Mahmur'dakiler de dönmez" diye konuştu.
Öcalan'ın önceki gün (23 Aralık) İmralı Adası'ndaki görüşmede avukatlarına söylediklerini Fırat Haber Ajansı yayınladı. Öcalan'ın sözlerinden bazıları şöyle.
Kolektif haklar olmazsa savaş sürer: Sönmez Köksal, Öcalan "'kolektif hak istiyoruz" derse bu iş bitmez, savaş 25 yıl daha devam eder diyor. "Kolektif haklar istemeyin" demek ne demek. İki insanın yan yana gelmesi bile bir kolektivizmdir. Bu mesele, bir toplumun meselesidir. Toplum dediğiniz şey de kolektif bir oluşumdur. Savaş 25 yıl daha sürecekmiş diyor. Bunları tanımazsanız isterse elli yıl, beş yüz yıl, bin yıl sürsün, kolektif hakları tanımazsanız sürer. Bunların söyledikleri ciddiye alınamaz. Kürtler kolektif haklarından vazgeçmez, gerekirse bu savaş elli sene de beş yüz sene de sürer. Biz bu haklarımızdan vazgeçmeyiz.
Kabul edilemez yaklaşım: Sen benim dilimi yasaklıyorsun. İnsanlar kendi çocuklarını kendi kültürleriyle kendi dilleriyle yetiştiremiyorlar. Kendi çocuklarımızı kendi kültürümüzle, kendi dilimizle yetiştiremiyoruz. Bu çok korkunç ve kabul edilemez bir yaklaşımdır. Binlerce insan şehit düştü, yaşamlarını yitirdi, hala insanların kanı akıyor, binlerce insan tutuklandı, bunlar bireysel haklar için midir? Bu ciddiyetsiz bir yaklaşımdır. O önce kolektif ve bireysel hakkın ne olduğunu öğrensin, anlasın. Kolektivizmin ne olduğunu biliyor mu? İki kişinin bir araya gelmesiyle bile kolektivizm olur. Toplum bireylerden oluşur. Toplum olmadan bireylerin tek tek hiç bir anlamı kalmaz. Ancak toplumu olan bireylerin anlamı vardır. Toplum söz konusuysa ve varsa bunların kolektif hakları da vardır. Bir toplum için bireysel haklardan bahsedilemez, toplumun ancak kolektif hakları olur. Toplum bireysiz, birey de toplumsuz olmaz. Toplumun kendi doğal yapısı kolektiftir. Biliniyor kolektif-bireysel haklar tartışması daha çok İsrail'de yapılan bir tartışmadır. Daha önce savunmalarımda bu toplum meselesine değinmiştim. Doğal toplumlar diye tanımlamıştım. Kolektivizm bu doğal toplumların kendisidir, toplumun doğallığıdır, doğal halidir. Bunu nasıl inkâr edelim, bundan nasıl vazgeçelim? Kolektif ve bireysel haklar bir bütündür, bir birini tamamlar. Bireysel ve kolektif haklar bir madalyonun iki yüzü gibidir. Bir madalyonun bile iki yüzü vardır. Hiç bir şeyi tek yönlü düşünemezsiniz. Birbirleri için var, birbirlerini tamamlarlar.
Top AKP'de, Arınç'ı susturmak istiyorlar: Bundan sonra top AKP'dedir tabi ki. Bundan sonra ne yapılacaksa, hangi adımlar atılacaksa AKP bunu yapmalıdır, söylemelidir. AKP'de iki eğilim vardır; samimi demokrat kesim, işte Bülent Arınç gibi. Bülent Arınça suikast girişimleri olduğu söyleniyor. Tabi ben de bunu dinlediğimde üzerinde bayağı düşündüm, anlamaya çalıştım. Başbakan yardımcısıdır. Başbakan yardımcısının başını getirilmeye çalışılana bakın. Onu bekleyen tehlikeleri görün. İşte çevresini kuşatıyorlar. Bu kuşatmadan sonra artık Bülent Arınç konuşamayacak, muhtemelen Başbakan da ona sahip çıkamayacak. Çevresini sarıp tehdit ediyorlar. Bu durumda öldürmelerine de gerek yok, gerekli mesaj veriliyor zaten. Bu bir devlet geleneğidir, susturmak istiyorlar. Bu mesaj onlaradır. Bu kesimin susması için bu kafi gelecek. Bu mesajla daha fazla adım atamazlar. Bu durumu MGK'ya getireceğini söylüyor, getirsen ne olur ki, neyi çözeceksin? İşte AKP'nin getirdiği sistem böyle bir sistemdir. Yedi yıldır geldikleri nokta burasıdır.
AKP'de demokrat ve faşist kesimler var: AKP içinde demokrat, bu sorunun çözülmesini isteyen kesimler var. Ali Bulaç gibileri bu çalışmalar içinde yer alabilirler. AKP komple olumsuzdur demiyorum. Ancak soruna klasik yaklaşan, sorunun çözümünü istemeyen faşist zihniyetli kesimler de var AKP'nin içinde. Kürşat Tüzmen gibileri böyledir. Tabi tasfiye deniliyor. AKP'nin buradaki amacı Kürtlerin Türkiye'deki demokratik zeminde olmayan güçlerini tasfiye edip, demokratik zeminde olan güçleri de hizaya çekme, kendi çizgisine getirmedir. Bunun aktörleri, suç ortakları kimdir. Bunun içinde İngiltere var, Amerika var, AB var, Irak Güney liderliği var.
KCK: Radyodan dinledim. KCK'den bahsediyor. KCK'nin konfederalizmi öngördüğünü, savunduğunu söylüyor. Hayır, böyle değildir. Benim çözüm önerim KCK sistemidir. KCK sisteminde devlet olduğu gibi kalır, devlete karışmaz, devletle sorunu yoktur. Üniterlikle sorunu yoktur, üniterliğe karışmaz, üniterliği tartışmaz. KCK sisteminde sınırlarla uğraşma yoktur. Türkiye'de mevcut sınırlar içinde sınırlara dokunmadan Türklerle Kürtlerin demokratik birlik anlamında konfederal birliği vardır, demokratik konfederalizmi vardır. Anadolu ile Mezopotamya'nın demokratik konfederal birliği vardır. Burada sınırlarla oynama yoktur. Ancak devlet KCK'yi suç saydı, KCK'ye operasyonlar yaptı. Devlet KCK'yi suç sayarsa Avrupadakiler de, Kandildekiler de, Maxmurdakiler de dönmez. Mahmur bir KCK birimidir. Mahmur'un üç kırmızı çizgisi vardır. Meclisi, yürütmesi ve öz savunması vardır. Bunlar tanındığında, kabul edildiğinde Maxmur gelir. Maxmur'un gelişi de kollektif olur, bu gelişin adı da kollektif geliş olur. Cudi'nin eteklerinde bu temelde gelerek yerleşim yeri kurarlar. Yoksa bir tek kişi gelmez. Yine Avrupa'dan grupların gelip gelmeyeceği buna bağlıdır. Ancak gelip gelmeyecekleri yönünde kararlarını kendileri verirler, ben buna karışmam.
PKK ve Reşadiye saldırısı: PKK için de şunları söyleyebilirim. PKK'de otonom gruplar vardır. Her birimin otonomu vardır. Bu otonom gruplar 24 saat dağdalar, o koşullarda yaşıyorlar, sürekli takip altındadırlar. Her yerde ölümle çevrelenmişler ve her en öldürülme tehlikesi ile yaşıyorlar. PKK içerisinde yarı-otonom gruplar vardır. Bunların içinde bulundukları koşullardan dolayı kendi kendilerini konumlandırıyorlar ve kendi kararlarını kendileri vermek ve kendilerini savunmak durumundadırlar. Bu nedenle ne Murat Karayılan'dan ne benden ne de Kandil'den emir alma koşulları yoktur. Ben PKK'lilere talimat vermedim, vermem, kendi inisiyatifleridir. Ben kimseye benim için şunu yapın, fiziksel olarak kendinizi yıpratın demem, diyemem de, bulunduğum konuma da uygun değildir. Kendi inisiyatifleridir.
Talimat vermiyorum: Ben burada tespitler yapıyorum, öyle iddia edildiği gibi talimat vermiyorum. Benim buradaki önderliğim, sosyolojik önderliktir. Burada siyasi-pratik önderlik yapacak koşullarım da yoktur. Buradan bunu yapmaya çalışmak ahlaki de değildir. Bu koşullarda talimat veremem, bu mümkün de değildir, ancak sosyolojik önderliktir benim yaptığım. Hem bu önderlik tarzı sadece bugün için geçerli değildir, bu önderlik yüz yıl sonra da, bin yıl sonra da etkisini sürdürür, etkisini sürdürecek bir önderliktir.
Kürt sorunu var diyorsun, neden çözmüyorsun: Türkiye'de herkes Kürt sorunu vardır diyor, Kürt sorunu yoktur diyen yoktur. AKP de Kürt sorunu vardır diyor. Madem Kürt sorunu vardır diyorsan neden sorunu çözmüyorsun? Kim senin elini tutmuş? Çünkü ip başkalarının elinde. Sorunu sadece senin önüne koymuşlar. Sen bir yerlerden icazet bekliyorsun. Böyle iki yüzlülük ve samimiyetsizlik olur mu? Çözme diyorlar sen de çözemiyorsun. Bunu böyle anlamak gerekir.
Adalet ve Hakikati Araştırma Komisyonu: Geçen gün radyodan da dinledim. Brezilya'da Hakikat Komisyonu kurulmuş. 1964-85 askeri rejimi dönemindeki insan hak ve ihlallerine ve işkencelere ilişkin çalışmalar yürütecekmiş. Eski kontra gerilla faaliyetlerini de araştıracakmış. Türkiye için ben şunları belirttim, tekrar belirtiyorum. Sorunun çözülmesi isteniyorsa, Meclis bünyesinde bir Adalet ve Hakikati Araştırma Komisyonu'nu kurulmalıdır. Neden kurulamıyor? Bu komisyon kurulduktan sonra ne şiddet kalır, ne ayrılıkçılık kalır. Meclis bu sorunun çözüleceği zemindir. Kurarsınız komisyonu, herkesi dinlersiniz, gelirsiniz burada benim de görüşlerimi alırsınız. Herkesi, her tarafı dinlersiniz sonra sorunu teşhis edip, çözüm yollarını sıralarsınız. Aslında bu işin çözümü bu kadar basit. Bütün bunları yaptıktan sonra bak o zaman sorun kalıyor mu? Madem sorunların çözümünün kalbi TBMM'dir, Meclistir deniliyor yapın o zaman kim tutuyor sizi? Yok talimat veriyor, yok beni bahane gösterip parti kapatıyorsunuz. Sorunları böyle çözemezsiniz. Sorunun çözümü için Meclisi adres gösteriyorsunuz, demokratik çözüm zeminidir deniliyor, o zaman Meclis bünyesinde Adalet ve Hakikati Araştırma Komisyonu kurulmalıdır. Bakın o zaman ortada sorun kalır mı? Ama yapamazsınız, yaptırmazlar. Çünkü ipler başkalarının elinde. Size yaptırmazlar, yapamazsınız derler, siz de yapamazsınız. Adalet ve Hakikati Araştırma Komisyonu'nun kurulması gerekiyor. Bütün sorunlar bu komisyon aracılığıyla çözüme kavuşturulabilir. Otuz kişilik böyle bir komisyon kurulursa, savaşın nasıl durduğu o zaman görülecek.
Anadolu'ya has çözüm: Bu mesele ciddi bir meseledir. Ben gerilla ve asker kaybının acısının ne olduğunu bilirim. Dökülen her damla kanının acısını en çok yaşayanım, derinden hissedenim. Hala her gün insanların hayatını kaybettiği, ölümlerine sebep olan bir meseledir. Binlerce insan öldü, 17 bin insan faili meçhule kurban gitti. Bu faili meçhullerin iyi anlaşılması gerekir. O yüzden kimse ucuz siyaset yapmasın. Bu nedenle siyaset akademisi kurulmasını ısrarla istiyorum. Fakat hala bu konuda bir gelişme yok. AKP benim söylediklerimi alıp kendine göre uyguluyor, bir sürü siyaset akademisi kuruyor, biz de hala bu yönde ciddi bir çalışma yok. Siyaset akademisi kurulup burada tartışılmazsa, 17 bin faili meçhul olayın gerçek sebebi anlaşılamaz. Hala insanların hayatını kaybettiği böylesi can alıcı bir meseleye sığ ve ucuz yaklaşılamaz. Bütün bu manevi kayıpların yanında maddi kayıplar da var. Yüz milyarlarca dolar harcandı, harcanıyor. Bu ne demektir? Bu, Anadolu insanın açlığı, sefaleti demektir. İşsizliğin çığ gibi büyümesi demektir. Bütün bu ciddi sorunların çözülmesi için meseleye ciddi ve derinlikli yaklaşılmalıdır. İspanya örneği veriyorlar. Ancak İspanya, kendi içerisinde sorunlarını haletti, demokratik çözümlerini gerçekleştirdi. Ancak sonradan kapitalizme kaydı. Onlar iç sorunlarını çözmeyi başardı. Biz de kendimize özgü bu sorunu çözmek zorundayız. İspanya, Avrupa kapitalizmine göre çözdü, biz ise Anadolu'ya has bir çözüm geliştirmek zorundayız. Avrupa kapitalizmi yerine Anadolu'ya has bir çözüm öneriyoruz.
BDP ve DTP'nin kapatılması: Bu mesele patlak lastik meselesi haline getiriliyor. Hani arabanın lastiği patlar hemen yedeğiyle değiştirirsin, yola bu şekilde devam edersin. Siyasete bu kadar teknik yaklaşılmaması gerekir. Çok dar ele alınıyor bu parti çalışmaları. Yeni bir partiyi böyle lastik değiştirir gibi hemen kuramazsınız. Beş on tanesini zaten kapattılar. Yine bunu da kapatırlar. Anayasa Mahkemesi olduğu yerde duruyor, kapatacaklar, buna engel olabilecek misiniz? Hayır. Defalarca söyledim bu meseleler ciddi meselelerdir. Benim siyaset anlayışım demokratik siyaset anlayışıdır. Savunmalarımda yeterli ve detaylı bir şekilde işlemiştim, neden anlaşılmıyor. Siyasetin demokratikleştirilmesi ve içinin doldurulması gerekmektedir. Yoksa mesele şekil meselesi değildir. Yine söylüyorum, bu meseleye patlak lastik meselesi gibi yaklaşılamaz. Bir parti kapatmaya bu kadar basit bir yorum ve bakış açısıyla bakılamaz. Mesele teknik bir mesele değil, anlayış meselesidir. Anayasa Mahkemesi tüm partileri kapattı, sanırım bu beşinci veya altıncısıdır, bunu anlamak lazım. Böyle aç kapatla olmaz, siyaset böyle yürütülemez. Bu sorun yüzyılların sorunudur. Anadolu ve Kürdistan insanı aç, sefil, işsiz bırakılmış bir durumda. Bu sorunun çözülememesinden dolayı maddi ve manevi devasa kayıplar var. Bunlar görülmeden, anlaşılmadan siyaset yapılamaz.
Beni televizyonla kandıracaklarını sanıyorlar: İdare bana TV vermeyeceklerini söyledi. Daha önce Ceza ve Tevkif işleri Genel Müdürü de bana uslu durmamı söyledi. Beni bir televizyon ile kandıracaklarını sanıyorlar. Ben bir televizyon ile kandırılacak değilim. Ben asla kendimi kullandırtmam, hiç kimse beni kullanamaz. Benim değerlere bağlılığım sonsuzdur. On yıldır televizyon vermemişler. Bundan sonra hiç vermezlerse de bana hiç bir şey olmaz, hiç bir şey kaybetmem. Kimse aksi davranışı benden beklemesin. "Ben çocuk değilim, beni kandıramazsınız" dedim onlara. Bana öyle sıradan da yaklaşamazsınız dedim. Hatta beni burada öldürebilirsiniz de, bundan da korkmuyorum dedim. Düşünün nasıl bir zihniyet ki on yıldır televizyon gibi küçük bir hakkı çok görüyor. Bazen hayret ediyorum, nasıl bir zihniyettir diye. Burada bazı iyileştirmeleri de pazarlık konusu yapıyorlar, ben bu pazarlığa gelmem. Ben onlardan televizyon falan da istemiyorum. Benimle aynı cezayı alanlar, ağırlaştırılmış müebbet hapis alanlara, televizyon veriyorlar bana vermiyorlar. Bu konuda çifte standart var. Türkiye'de benimle aynı cezayı almış binlerce insan var ama bir tek bana bu konuda bu şekilde davranılıyor. Bütün Türkiye'de bir tek bana televizyon verilmiyor. Bu durum çok iyi anlaşılmalıdır, başka yorumlara gerek yoktur. Bazıları benim devletle işbirliği yaptığımı söylüyorlar, devletle işbirliği yapanların koşulları böyle mi olur? Ben bir insanın hayata kalabileceği şeyler istedim, bunlar da rahat nefes ve hava almaktır. Kendim için başka bir şey istemedim. Öcalan kendini kurtarmaya çalışıyor diyenlere bunu söylüyorum. Ben sadece yaşamak için hava, rahat bir nefes almak istedim, bu da herkesin en doğal hakkıdır. Kendim için başka bir şey istemedim. Benim felsefem budur, sadece hava olsun, insan her türlü yaşar, ben de yaşıyorum burada. Yine diyorum beni burada öldürebilirsiniz, bundan da hiç çekinmiyorum, bana uslu dur, konuşma diyorlar, ben nasıl konuşmam, bir insan konuşmadan nasıl yaşar? Benim felsefemde konuşmak, fikir beyan etmek, tespitlerde bulunmak hem hak hem ödevdir. Burada bana uygulanan uzun süreye yayılan bir ölümdür. Nasıl ki idam edilen bir kişi üç dakikada ölür, bana uygulanan yöntem iste üç dakikalık idamı üç yıla yaymadır. Burada üç dakikalık ölümü yıllara yayıp gerçekleştirmek istiyorlar.
Muhatap alınma sorunum yok: Benim Muhatap alınma diye bir derdim ve sorunum yoktur. Yeter ki problem çözülsün. Benim buradaki tavırlarım devleti, AKP'yi deryalar kadar sıkıntılardan kurtarmıştır. Ama onlar sorunun çözümüne el atmıyorlar, iki yüzlü davranıyorlar. AKP'nin içindekilerinin bir kısmı, MHP ve CHP de çözümsüzlükte klasik yaklaşımlarda ısrar ediyor. Bu geliştirilmeye çalışılan Türk ulusçuluğudur. Bu ulusçuluk anlayışı Hitler ulusçuluğunun esin kaynağıdır. Hitler ulusçuluğu bundan beslenmiştir, Hitler faşizmi bunlardan ilham almıştır. Yine Mussolini de böyledir. Bunların Türk ulusçuluğunun Türk'le de alakası yoktur, ideolojiktir. MHP ve CHP gibiler böyle düşünüyor, bu onların anlayışıdır, Baykal ve Bahçeli'nin anlayışı böyledir.
Türkçülük kara delik gibi: Bizde böyle bir anlayış yoktur; Ne Türk ne Kürt ulusçuluğu. Böyle bir şey yok bizim anlayışımızda. Daha önce Kara Delik demiştim. Geliştirilmeye çalışılan bu Türkçülük anlayışı kara delik gibidir; bütün kültürleri, dilleri yutar, kendi içinde bitirir ancak kendisi de bunun içinde yok olur. Bunun Türklerle de alakası da yoktur. Bu geliştirilen yaklaşım ideolojik bir yaklaşımdır, bunun içinde ideoloji vardır, yoksa Türklükle alakalı değildir. Mümtazer Türköne kendisi milliyetçi gelenekten geliyor ve milliyetçi olarak tanımlıyor kendisini. Ancak bu Türkçülük anlayışını o da eleştiriyor. Bu anlayıştaki tehlikeleri görüyor. Namık Kemal Zeybek de bu anlayışı eleştiriyor. Yine Nihal Atsız'ın oğlu Yağmur Atsız'ın iki makalesini okudum. Diyor ki, diğer kimlikleri, kültürleri reddeden Türkçülük anlayışı bizi bitirir, bizi mahfeder. Bu anlayış bizim için tehlikelidir. Bakın o bile bu Türkçülük anlayışını reddediyor. Kendisi şu an Türkiye'nin en önde gelen milliyetçisi olduğunu söylüyor. Bu iddianın sahibi bir insan bile bu Türkçülük anlayışını tehlikeli görüyor ve reddediyor.
Yarbay Ali Tatar'ın intiharı: Bir başka örnek vereyim. Yarbay Ali Tatar'ın intihar haberini öğrendim. Bu intihar üzerinde düşündüm, yoğunlaştım. Bu intiharı iyi anlamak gerekiyor. Cenazesinde yumruklar sıkılı bir şekilde bağırıyorlar. Bir cenazeye sahipleniş, böyle yumruklar sıkılı bir şekilde, bağırarak, ayakları yere vurarak, cenazenin yanında beklemekle olmaz. Cenazeye katılmakla ayıbınızı örtemezsiniz. Yine görüyorsunuz komutanlar cenazeye geliyor. Silah arkadaşını sahipleniş sadece onun cenazesine katılarak olmaz. Böylesi bir intiharı iyi anlamak gerekir. Anlamlıdır ve mertçe bir eylemdir. İntihara üzülmek veya cenazesine katılmakla olmaz, intihara neden olan sebepleri ortadan kaldırmakla olur. İntiharın ideolojik sebebine bakmak lazım, Ergenekon diyorlar, bunu Ergenekon gerekçesiyle geçiştiremezsiniz. Yarbay Ali Tatar alevidir kendisi. Alevileri tanırım, vefakar ve çok çekmiş insanlardır, iyi niyetlidirler. Onların yaşadıkları yerleri gezdim dolaştım. Aleviliği biraz da İslamın demokratik yorumu gibi değerlendiriyorum. Daha önceleri de belirtmiştim. Demokratik alevi çalışmalarının yürütülmesi gerektiğini söylemiştim. Demokratik İslam kültürü çalışmaları geliştirilebilir.
AKP'ninki Muaviye İslamcılığı: AKP İslamı kullanarak, islamı öne sürerek bir şeyler yaptıklarını söylüyorlar. Aslında yaptıkları bir şey de yoktur. AKP'nin islamcılığı Muaviye islamcılığıdır, karşı islamdır. İslam tarihi konusunda muazzam bir bilgiye sahibim. İslamiyet nedir? Aynen şöyle diyorum. AKP'li milletvekillerine açık mektubumdur. Sizin yaptığınız Muaviye islamcılığıdır. Biliniyor Muaviye, Ebu Süfyan'ın oğludur. Hz. Muhammed Mekke'ye gelmeden bunların hiç biri müslüman değildi ve kendi aristokrat sınıfı içinde yaşamlarını sürdürüyorlardı. Hicretle birlikte bunların hepsi müslüman olup Hz. Muhammed'in yanında olduklarını belirttiler. Ancak Veda Hutbesi'nden sonra Hz. Muhammed'in yaşamını yitirdiği gün ya da birkaç gün sonra tekrar kendi aristokrat sınıflarına, yaşamlarına geri döndüler. Ondan sonra da islamiyete yaptıkları ortada. İslamiyeti getirdikleri durum ortada. Önce Hz. Ali'yi sonra Ebu Süfyan oğlu Muaviye döneminde Hz. Hüseyin'i Kerbala'da katlettiler. Kendi içlerindeki bu temiz geleneği ortadan kaldırdılar ve bunu İslamiyet adına yaptılar.
Zağroslarda yaşayan Ezidiler vardı. Şimdi sayıları oldukça azdır. Onlardan binlerce erkek öldürmüşlerdi, yine onbinlerce kadınlarını kızlarını alıp haremlere kapattılar. İşte bu Muaviye islamcılığıdır. Şimdi AKP'nin yaptığı da budur. AKP'nin yaptığı Muaviye İslamcılığıdır. AKP'nin müslümanlığı gerçek müslümanlık değildir. Bunlar islamiyeti temsil etmiyorlar, sadece kullanıyorlar.
Hz. Muhammed döneminde Medine daha demokrat ve samimi müslümanlardan oluşuyordu. Hz. Muhammed Medine'den Mekke'ye Veda Hutbesi'ni okumaya gidecekti. Mekke'de bulunanlar Hz. Muhammed'in Mekke'ye geleceğini duyduklarında gerçekte İslam dinine inanmadıkları halde, İslam dinine inandıklarını ve Müslümanlığı kabul ettiklerini söylüyorlar, bu şekilde davranıyorlar. Hz. Muhammed Mekke'de Veda Hutbesini okuduktan sonra bunlar hemen aynı gün veya birkaç gün sonra da hepsi tekrar eski saltanatlarına geri döndüler. AKP İslamcılığı da bunların devamı olan iktidar İslamcılığıdır. İran'da geçenlerde ölen Muntazari vardı. Kendisi yaşamı boyunca hep iktidardan uzak durdu ve iktidarla arasına belli bir mesafe koydu. Ayetullah Ali Hameney ve Ahmed-i Necat anlayışına karşı biriydi. Bu yönüyle iktidarla olan ilişkisi boyutuyla onun anlayışını kendi anlayışıma oldukça yakın buluyorum. (TK)
* Görüşmelerde, Öcalan'ın avukatlarına herhangi bir metin, materyal iletmesine, ses kaydına izin verilmiyor. Avukatlar not tutabiliyor, ancak yanlarında götüremiyorlar. Bu notlar ortalama üç ay sonra cezaevi yönetiminin uygun bulması halinde avukatların eline geçebiliyor. Avukatlar Öcalan'ın sözlerini akıllarında tutuyor ve daha sonra yazıyorlar.