Önce, bir karar verelim: AİHM'nin işaret ettiği ihlalleri Türkiye yaptı mı? Yaptı. Hem de, bile bile lades biçiminde: Sanık 7 gün boyunca avukatlarından yardım alamadan sorgulandı. Avukatlar 17 bin sayfalık dava dosyasını 36 günde incelemek zorunda bırakıldı; günde 472 sayfa eder. Sanığın avukatlarıyla görüşmeleri dinlendi. Oysa, 1984'te Elvan Can adlı bir Türk'ün Avusturya'ya karşı açtığı davada, sanığın avukatlarıyla görüşmesi dinlendi diye AİHM, savunma hakkının ihlaline hükmetmişti (Güney Dinç, Radikal, 15.05.2005). Bundan haberi yok muydu Türkiye'nin?
1998 tarihli İNCAL/Türkiye davasında, DGM yargıçlarından birinin asker olması yüzünden AİHM'nin ihlal kararı vermiş olduğu (G.Dinç), davanın ortasında mı aklına gelmişti Türkiye'nin? Galiba. Çünkü duruşmaların orta yerinde asker yargıç siville değiştirilmişti.
Türk adalet sistemi bu davada çok zor durumda olsaydı anlardım da, bu kadar avantajlı bir duruşmada bu teknik hatalar nasıl yapılır?
Arkasından, bir karar daha verelim: Yeniden yargılama Türkiye'nin aleyhine midir, lehine mi?
Şimdi birtakım muhteremler çıktı, AİHM'nin "Mutlaka yeniden yargılayacaksınız!" diye dayatmamış olmasını fırsat bilip, yeniden yargılamayı önlemeye çalışıyorlar.
Farkında değiller ki AİHM, Türkiye'ye, rüyasında bile göremeyeceği bir pas vermiş bulunuyor. Başta Kenya'dan paketleyip getirme konusu olmak üzere, avukatların neredeyse bütün taleplerini reddediyor. Türkiye'yi yenilemeye zorlamak yerine, bunun bir ilke olduğunu belirtmekle yetiniyor. Üstelik, tarihinde ilk kez, "Bu davanın özel koşulları vardır"diyerek, bu kararın uygulanmasını izleyecek Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'ne tüyo bile veriyor. Türk yargıç R.Türmen "Dava açılsın, yeter" diye ekliyor (Milliyet, 17.05).
Üstelik, dava öyle bir dava ki, devlet açısından tadından yenmez: On kere yargılasan, yine aynı sonuca varılması kaçınılmaz!
Ama büyüklerimiz öyle anlamıyor. Asker zaten "Bu karar siyasidir" diye AİHM'yi mahkum etmiş. Ana Muhalefet "Yeni yargılama yanlış olur" (Baykal, Radikal, 13.05) diye kitleleri şartlandırıyor. TBMM, Adalet Komisyonunda "devlet bütünlüğüne karşı suç işleyenlerin avukatlarıyla görüşmelerinde bir görevli bulundurulur" diye yeni bir karar alıyor (Milliyet, 18.05). Yürütme, Başbakan'ın ağzından "Bu dava vicdanlarda kapanmıştır" diyor ve M.Fırat: "Hükümet yargıyı bekleyecek, olmazsa siyasi süreci başlatacak" (Milliyet, 13.05) diye topu Yargı'ya atıyor.
Yargı ise, zaten reform sürecine ayak direyen listenin en başında. Kürtçe şarkı söyleyenleri Bitlis Asliye Ceza 5 aya mahkûm etti (Milliyet, 04.05). M.Ş.Eygi davasında Yargıtay "Düşüncenin kısıtlanması demokrasi için iyidir" dedi. Trabzon'daki linççiler şu anda "basit müessir fiil "den sadece 2 ay istemiyle yargılanıyor.
Şimdi de, Öcalan davasının yeniden açılıp açılmamasına karar verecek olan Ankara ıı. Ağır Ceza Mahkemesi işareti verdi: aynı durumdaki üç sanık için "önce CMUK md.327 değişsin" diyerek yeniden yargılamayı reddetti (Radikal, 18.05). Bu madde, zaten Öcalan'ın yeniden yargılanma olasılığını engellemek için konmuştu.
Yargı böyle diyor, ama Hukuk böyle demiyor. CMUK'un değişmesine falan gerek yok, çünkü Anayasa md.90/5: "Temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası antlaşmalarla kanunların [çatışması halinde] uluslararası antlaşma hükümleri esas alınır" diyor.
Şimdi, bütün bunlar, bile bile lades mi değil mi. Kendi ayağına kurşun sıkma mı değil mi.
AİHM'nin Öcalan davası konusunda verdiği bu ihlal kararı, Türkiye'nin son zamanlarda eline geçen en büyük fırsat. Kemiksiz şans. Bu davada bugüne kadar yaptığı bunca anlamsız hatayı sıfır riskle düzeltme ve bu sayede insan hakları konusunda büyük puan toplama fırsatı her devletin eline her zaman geçmez. AİHM sanki "Al da, at!" dedi.
Bakalım Türkiye ne yapacak; medenileşip medenileşmediği konusunda tam bir turnusol testi karşısındayız. Usulca dokunup fileleri mi bulacak yoksa yine hababam usulü abanıp avuta, ne avutu, kendi kalesine mi atacak.