Mısırlı bir Ermeni olan Armani'nin İbranice ve Türkçe'nin de aralarında bulunduğu altı dilde tiyatro oyunları oynadığını, şiirler seslendirdiğini okuduğumda etkilenmedim desem yalan olur. Francois Kergourlay'in sahneye koyduğu oyun, Armani'nin kaleminden.
Savrulmuş bir halkın kaderi
Armani, kendini oynuyordu bu oyunda, kendi kaderini... 20. yüzyılın başında müstakbel babası Amerika'ya gitmek niyetiyle acele etmeseydi yanlışlıkla binmeyecekti Mısır'a giden vapura.
Ve o, adının "tehcir" mi "soykırım" mı yoksa "Güneydoğu'da deniz kenarına tatile götürülme" mi olduğu sıklıkla tartışılan olaylar olmasaydı, Nora Armani kimbilir, Erzurumlu bir tiyatro sanatçısı olacaktı bugün, tüm dünyada tanınan.
Olmadı ve o da pek çok Ermeni gibi savrulmuş bir halkın kaderini paylaştı; bu zorunlu çokkültürlülüğün ne demek olduğunu anlamaya çalışarak, zamanla kendine, sanatına çok renkli bir hamur hazırlayarak.
Oyun bir aşk hikayesi içinde geçiyor. En dramatik aşk hikayesinin zengin-fakir, siyah-beyaz, azınlık-çoğunluk arasında yaşandığını sananlar, bir de hayatta ait olma duygusu nedir bilmeyenlerle; dünyanın yarısını kendine sömürge etmiş bir krallığın mirasçısı olarak hayatta en iyi bildiği nereye ait olduğu olanlar arasında nasıl bir aşk yaşanamayacağına tanık oluyorlar oyunda.
Mısır'da doğmuş, Londra'da öğrenim görmüş daha sonra Amerika'ya yerleşmiş, halen de hayatını Londra ve Paris arasında geçiren sanatçı, hem Kahire'de tiyatro sahnelerinde gözüküyor hem de Ermenistan'da sinema filmlerinde oynuyor; ve bu arada da belli ki hayatının bir döneminde bir İngiliz'e aşık oluyor. Sanatçı bu ilişkinin merceğinden kendine bakıyor, kendi kimliğini moleküllerine ayırırken, yetiştiği ortamın yarattığı farklılıkları, nedenlerini, tarihsel ve kültürel art yöresini sunuyor izleyiciye.
Sentetik aidiyet
Oyunun insanı özgürleştiren bir yanı var, çünkü her ne kadar da sonunda nereye ait olduğunu sorgulasa da, Armani, oyun boyunca bu ait olma hissinin ne kadar sentetik, ne kadar yapay olduğunu ortaya koyuyor.
Amerika'nın çok etnili, çok kültürlü bir toplumsal yapısı olduğunu ve buradan hareketle de Armani gibi bir kişiliğin bu resme çok uygun olduğunu düşünmek pek de doğru bir tahmin olmaz. Çünkü bugün Türkiye olan topraklardan Amerika'ya göçmüş Ermeni olmak bile ortalama bir Amerikalı için yeterince karışık bir tablo.
Eritme potasında erimeyenler...
Ve Amerikalılar tam da bu yüzden, tüm bu "karmaşıklıktan" kurtulmak için yarattılar "eritme potası" denen aşure kazanını. Karıştırılıp pişirilen şey sonunda "aşure" olarak konacaktı önümüze, yani Amerikalı. Her ne kadar "etnik" son yıllarda epey prim yapmış ve popülerlik kazanmış olsa da, bu lafın altını, humus ve falafelden başka bir şeyle doldurabilecek kaç Amerikalı çıkar bilmem.
Armani aslında çok zor elde edilen bir özgürlüğe işaret ediyor tüm bunların ortasında, Amerika'da yaşayan, Londra'da okumuş Mısırlı bir Ermeni olarak. Hiç birine ait olmadan ve her birinden kendinde bir iz taşıyarak çoğalmayı imliyor oyun boyunca.
Nazım Hikmet ve Kevork Emin
Oyundan sonra sohbet ediyoruz kısacık. Nazım Hikmet'in "Memleketim" şiirini, Kevork Emin'in "Yes Hay Em/ Ben Ermeniyim" şiiriyle nasıl birleştirip okuduğunu söylüyor Paris radyosunda bir programda. Ve ne kadar mutlu olduğunu bu karışımdan.
Ait olmamanın dayanılmaz hafifliği
Armani, hepimizin hayatına dokunuyor kendi hikayesiyle. Ama bence daha önemli olan, savrulmuş bir halkın "tire"li ya da "açıklamalı" kimlik arayışında kendine ne kadar büyük bir özgürlük alanı tanıyabileceğine ve o kimliği ne kadar zengin kılabileceğine dikkati çekiyor.
Bu yaklaşım, özü itibarı ile kimliklerin katı duvarlarını adeta eriten, kendini kendi bağlamından koparmadan tüm dünyaya açan bir yaklaşım olarak hem Türkiyeli Ermeniler hem de Diyaspora Ermenileri için alternatif bir kapıyı aralıyor. (TS/BB)