O da sekiz yıllık yayın hayatında bu üç basit kelime etrafında şekillenen ilkeleri uygulamaya çalıştı. Asla tarafsız olmadı, bu gönüllüler tımarhanesinde, gönüllü delilerden beklenebilecek olanı yapmaya gayret etti: Daima demokrasiden, özgürlükten ve adaletten yana olmaya ve bir de, haysiyet adına o yoluk kuyruğunu her daim dik tutmaya çalıştı.
Radyo yayına geçtiği gün, Bosna-Hersek'teki savaş devam ediyordu; o da sözü ve müziği ile, katledilenlerin yanında oldu; ülkede nükleer santral kurulmasına çalışılırken onun tehlikelerinden korkanların yanında oldu, Susurluk kazası olduğunda kapalı kapılar ardında işlenen cinayetlerin hesabının sorulması için yayın yaptı, Deprem olduğunda kendini bir telsiz çevrimi haline getirdi ve "Devlet yaraları saracaktır" teranesini sivil sesin nihayet bastırabilmesi için: "Kaç kişi kaybettik, bilmek istiyoruz?" diye sordu yüksek sesle, memleketin Ermeni-Kürt-Kıbrıs ebedî korkularını bastırmak için karanlıkta yüksek sesle ıslık çaldı, Manisalı gençleri, YÖK'ü, içleri boşaltılan bankaları, 11 Eylül 1973'de Şili Katliamında ITT şirketinin rolünü, küresel ısınmada petrol şirketlerinin rolünü, 12 Eylül'de ortadan kaybedilenleri, Sabra-Şatila katliamında Şaron'un savaş suçlarını, Doğu Timor'un bir ara toptan kaybolan halkını, 50. yıldönümünde İran darbesinde petrolcülerin ne yaptığını, Cenin'de kaç kişinin öldürüldüğünü, yağmur ormanlarını kimin kestiğini, Arjantin'i kimin "iflâs ettiğini" sordu, AIDS'i kovaladı, ilaç şirketlerinin gizli kapaklı işlerinin peşinden koştu, "Battle in Seattle"ı biraz geriden, Porto Alegre'yi tam göbeğinden yakaladı, Kosova'da epey bocaladı, Zeugma'yı atladı ama Enron'da hemen herkesi atlattı, İsrailli vicdani retçilerin mektuplarını, o mektuplar yazılmaya başladığından iki gün sonra okudu, "korkunç savaş suçlarının işlendiği ve hepsinin gizlendiği, inanılmaz bir barbarlık örneği olan Cenin cehennemine" (1) ânında girdi ve paramparça olup çıktı, Hiroşima'yı her yıl, hayatın içindeki şiddeti her gün konuştu, AB macerasında ilk zirveden bir ay önce düzenli program yapmaya koyuldu, ondan sonra da Avrupa rüyasını ve Avrupa riyasını hep konuştu, Radyo Televizyon Yasası'nı tüm radyo ve televizyonlarda bir tek o konuştu, Düşünceye Özgürlük davalarının 'şahsen' içindeydi, 11 Eylül'de hafif sersem ve fakat hızlıydı, Irak savaşında acayip hızlıydı: Bu konuda ilk uyananlardan oldu: bu savaşı 17 ay öncesinden itibaren Rumsfeld planı üzerinden anlatmaya başlamıştı bile, Britanya'nın "kitle imha silâhları" dosyasındaki tehdidin "imkânsız" olduğu, daha Britanya ahalisi bu raporu öğrenmeden önce bu radyoda söylendi, (2) bu radyo Londra tarihinin gördüğü en büyük kitle gösterisinde Londra'daydı ve BBC'den öndeydi, aynı gün New York tarihinin gördüğü en büyük kitle gösterilerinden birinde New York'taydı ve tüm Amerikan medyasından öndeydi, ama bunu yapmanın dünyanın en zor işi olmadığının da bilincindeydi, Türkiye Cumhuriyet tarihinin en önemli Meclis kararlarından birinin alındığı gün, karardan önce Ankara'da Sıhhiye Meydanı'ndaydı, barış hareketinin hep yanında, "embedded" medyanın hep karşısındaydı, birbiri ardından yıldönümlerini, Şili'yi, Woody'yi, 15- 16 Haziran'ı, İran'ı, Sacco ile Vanzetti'yi, Münir Nureddin'le Münir Beşir'i, Duke'la Dylan'ı, Bach'la Brel'i anarken de kulağı bir yandan, Milan Kundera'nın hep unutulmak istenen o unutulmaz sözündeydi: "İnsanın güce karşı mücadelesi, belleğin unutuşa karşı mücadelesidir."
Radyo, hayatın ta kendisi olan müziklerini de öyle gördü. 'Şarkı'larını, "sosyal değişimin bir aracı, çağın bir tarihçesi, tarihin yaşayan bir hatırlatıcısı" (3) olarak gördü ve öyle çaldı. Sadasını, popüler eğlence müziği denen o dev açıkhava hapishanesinden çıkarıp, toplumsal vicdan âlemine ya da, "paylaşılan cemaat duygusu"na (4) geri dönmek için kullandı.
"Herkesin ortaklaşa yükümlenmesi gereken; yaratılacak, tekrardan yaratılacak bir alan var," diyor Edward Said. "Ne kadar emperyal şiddet gösterilirse gösterilsin, bu gerçek ortadan kalkmayacak." (5)
İşte tam da o alanı savunmaya çalıştı Açık Radyo her zaman. "Herkese ısrarla söylüyorum, birleşin!" diyor Said. "Değerler, tanımlar ve kültürler alanını, direnmeden terk etmeyin. Bunlar tabii ki birkaç Washington görevlisinin malı olamaz..." (6)
Açık Radyo tam da bunu savunmaya çalıştı her zaman. Onun sekiz küsur yıl önce kaleme alınmış 'manifesto'su (7) da işte onun için şu cümleyle bitiyordu:
"Bu, bizim ortak projemizdir."
Kısacası, kuruldu kurulalı hep yanlı, hep taraflı yayındaydı Açık Radyo. Doğrusunu isterseniz, başka türlü yapamaz, tarafsız kalamazdı.
Ne yapsaydı yani?
'Nasılsa deprem olacak, Allah'ın emri, hem olsa da devlet yaraları sarar, o zaman üzerinde konuşmaya gerek yok, olduğunda düşünürüz' mü deseydi?
'Küresel ısınma kapımıza gelmiş, canlılar âlemini yok edebilir, ama zaten petrol vb şirketleri de azman, o zaman bununla ilgili konuşmanın âlemi yok, unutalım şimdi' mi deseydi?
Ya da, 'Amerika çok güçlü, eh, ağanın eli de tutulmaz, o zaman ona dayı diyelim, Irak'a hegemonya, petrol metrol için değil, demokrasi ve özgürlük için geldi diyelim bari' mi deseydi ve sussaydı?
'Madem böyle, madem "suçludur, güçlüdür", o zaman ülkemiz de asker gönderip güçlünün suçortağı olsun, askerlerimiz de biraz ölsün varsın, ne yapalım' diyerek. Ya da, 'yoksul ülkeler âdil ticaret istiyor, haklılar da, ama ne yapalım ki onları unufak eden ülkeler de çok zengin ve güçlü, güçsüzler baksınlar başlarının çaresine' mi demeliydi yoksa?
Kâinatın tek sesi vardır mı demeliydi? "Güçlüdür, haklıdır!" Bunu mu düstur olarak benimsemeliydi? Ve 'Delete' tuşuna basıp unutmalı mıydı her şeyi - Kundera'yı filân, ne varsa hepsini?
Bence, Açık Radyo bunların hiçbirini yapmadı. Güçsüzdü belki, ama, yayına geçtiği 13 Kasım 1995 günü sabahından beri, Profesör Irzık'ın deyişiyle, güçsüzün elindeki tek silâhı, ahlâkî doğruyu kullanmaya çalıştı. İstedi ki bu doğru, onun mikrofonlarından çıkıp güce ve adaletsizliğe karşı doğrultulan bir silâh olsun.
Bu silâhın nasıl bir 'ses' çıkardığı konusuna gelince. Burada bir tek bilirkişi var. Balistik muayene raporunu verecek tek yetkili de o tabii: Dinleyici.( ÖM/NM)
(1) İsrail Hayfa Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Profesörü İlan Pappe'nin, İsrail'in Cenin katliamı hakkındaki değerlendirmesi, "Searching Jenin - A Review of The Book", Conterpunch, 6 Mayıs, 2003
(2) "Blair'in Raporu Kanıttan Yoksun", Açık Radyo'nun Açık Gazete programında Hasan Ersel'le mülakat, www.açıksite.com, 25 Eylül 2002, ayrıca Ersel'in, savaştan çok öncesinden başlayarak kaleme aldığı Irak'ın silah gücüne ilişkin ayrıntılı değerlendirmelerini içeren kapsamlı makaleleri için bkz: Açık Site, 14 Ağustos 2002, 8 Eylül 2002, 13 Eylül 2002, 17 Eylül 2002
(3) Campbell Stevenson, "All in the Family", in: Worldwide - Ten Years of Womad, London, Virgin, 1992, s. 83
(4) Ibid.
(5) 1 Edward Said, "Dreams and Delusions", Al Ahram, 30 Ağustos 2003; Türkçesi için bkz.: Açık Site,19 Eylül 2003
(6) Ibid.
(7) www.acikradyo.com.tr