Irak, emperyalizmin bu küresel yöneliminin önünde simgesel ve fakat önemli bir engel oluşturuyordu. Dramatik bir tarihsel süreç yaşandı. Birinci Körfez Savaşıyla başlayan tarihsel-siyasal çevrim ikincisiyle tamamlandı. Diğer bir anlatımla, Birinci Körfez Savaşından sonra Balkanlarda devam eden ve Yugoslavyanın on yılda altı parçaya bölünmesiyle sonuçlanan bu süreç, Orta Asyanın derinliklerine uzanacak şekilde Afganistan operasyonuyla gelişti ve İkinci Irak Savaşı ile zirveye çıktı. Şimdi bu savaşta silahların açtığı yoldan yeni siyasetin ve hukukun ilerlediğine tanık olacağız.
Yıkılan kavramlardan en önemlisi aslında liberal küreselleşme oldu. Daha doğrusu bu kavrama yüklenen pozitif anlam darmadağın hale geldi. Sanıldığı gibi ulusal devletlerin önemini yitirdiği, bağımsızlık ve egemenlik gibi kavramlarının değerinin kalmadığı yolundaki liberal ideolojik kurgu tamamen çöktü. Bu propagandanın derin etkisi altında geliştirilen sol tezlerin kaderi de farklı olmadı. İtalyan sosyalistleri M. Hardt ve A. Negrinin İmparatorluk teorisi, sol için bunların arasında en ünlü ve önemli olanıydı.
Anti-emperyalist mücadelelerin önemini küçümseyen, hatta artık böyle bir mücadele alanı kalmadığını belirterek bu konuda ısrar edenleri milliyetçilikle eleştiren anlayış, bu çöküşün en dramatik alanını oluşturdu. Anlaşıldı ki, küresel hegemonya ve paylaşım savaşları için emperyalist anavatanlara ve ulusal ordulara her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardı.
Öte yandan gerçekten de bir şeyler yıkılıyor, yeniden tanımlanıyor ve kuruluyordu. Ama bunlar, yaygın kanının aksine başka yerdeydi. Şimdi bu savaşla birlikte nelerin yıkıldığına ve değiştiğine biraz daha yakından bakalım.
Yeni emperyalizm
Dünya ve insanlık aslında son on-oniki yıldır yeni bir emperyalist paylaşım savaşına tanıklık ediyor. Sosyalist sistemin çökmesiyle birlikte, kapitalizmin iç çelişkileri öne çıkıyor. Bu paylaşım savaşı şimdilik Atlantikin iki yakası arasında gelişiyor. Bu tarihsel evreyi üçüncü paylaşım dönemi diye tanımlamak yanlış olmayacaktır. Yeni sömürgecilik diye de tanımlanan klasik emperyalizm çağı sona eriyor. Emperyalizm yeni bir aşamaya giriyor. Adına küreselleşme denilen ve daha çok pozitif bir anlam yüklenen bu dönemi yeni emperyalizm diye tanımlamak, siyaset ve tarih bilimi (ve bilinci) bakımından doğru görünüyor.
Kapitalizmi dengeleyen küresel bir gücün bulunmadığı günümüz koşullarında, eskiden olduğu gibi iki blok arasındaki dengeler üzerinde oynayan, dolayısıyla göreceli bağlantısızlık konumuyla kendi pazarlarını kontrol eden periferik ulusal devletlere de yaşam alanı kalmıyor. Dünyanın orta sınıfı tasfiye edilmeye çalışılıyor. Küresel hegemonya mücadelesi, zengin enerji yataklarına sahip olan, jeopolitiği ile gezegenin askeri ve siyasal kontrolü için vazgeçilemez bir önem taşıyan Avrasyada cereyan ediyor. Irak savaşı ile ABD, Avrasyanın kalbinde (Balkanlar-Orta Asya-Ortadoğu üçgeni) kontrolü sağlamayı hedefliyor.
Eski hukuk ve kurumlar yıkılıyor
Küresel kapitalizm, gezegeni ulusal sınırlarla bölünmemiş tek bir pazar haline getirmeye çalışıyor. Bunu yaparken, bir önceki dönemin değerlerine ve hukukuna göre oluşmuş ulus devlet, bağımsızlık, ulusal egemenlik, kendi kaderini tayin hakkı, egemenlik ve içişlerine karışmama vb. gibi kavramları sorguluyor. Bütün bu kavramların ifade ettiği değerleri, ilke ve kuralları yeniden tanımlamaya yöneliyor. Yani sanıldığı gibi, ulus devletlere olan ihtiyaç ortadan kalkmıyor. Sadece küresel pazarı bölen sınırlar yeniden tanımlanıyor.
Uluslararası sermayenin yeni birikim süreçleri ve sermayenin genişletilmiş yeniden üretim ihtiyaçlarının belirlediği yeni küresel işbölümüne paralel olarak, yeni hukuk ve kurumlar oluşturulmaya çalışılıyor.
Örneğin; bu son savaşla, bir önceki dönemin uluslararası hukukuna göre Birleşmiş Milletler Örgütü çöküyor. Küresel ölçekteki her büyük altüst oluştan sonra yapıldığı gibi haritalar yeniden çizilmeye çalışılıyor. Eski dünyaya ait statüko bozuluyor. NATO ve Avrupa Birliği bölünüyor. Artık ne NATO ne de AB eskisi gibi yoluna devam edemeyeceği ortaya çıkıyor.
Aynı şey farklı bir düzlemde IMF ve Dünya Bankası için de geçerlidir. Bütün bu kurumların yerine neyin konulacağı ise henüz belli değildir.
Yıkılanlar, küresel mali sermayenin serbest dolaşımının önünde engel oluşturan ya da bu sürece direnen ulusal devletler oluyor. Etnik boğazlaşma kışkırtılıyor, toplumlar cemaatlere bölünüyor, ufalanıyor. Kapitalist merkezlerin periferisinde güçsüz küçük devletlerden oluşan yeni bir harita çiziliyor. Dünyanın emperyalist anavatanlar dışında kalan bölümünün
neredeyse tamamı, adeta şehir devletlerden oluşan bir siyasal düzenlemeye doğru itiliyor. Yani, yeni bir ulus devlet tanımı yapılıyor.
Kosova Savaşı/saldırısı ile belirginleşen ve bu modelden üretilen yeni bir askeri-siyasal müdahale hukuku ortaya çıkıyor. Siyasal ve felsefi arka planı on yıldır kurulmaya çalışılan yeni müdahale hukukuna göre; artık hiçbir ülkenin kendi içişleri kalmıyor. Emperyalistler, Güneyin toplumlarını kendi diktatörlerinden kurtarmak için harekete geçebileceklerini ilan ediyor. Beyaz adam bir kez daha dünyaya uygarlık ve adalet dağıtmaya kalkışıyor.
Devletler ve tröstler
Kapitalizmin uzun tarihindeki son küreselleşme dalgası, emperyalizmin yeni ve ikinci aşaması oluyor. Yeni emperyalizm; kapitalizmin, insanlığın toplam birikimine katkı sağlayan ve onu ilerleten bütün yeteneklerini yitirdiği bir döneminin adı olarak da beliriyor. Gezegenin geleceğini tehdit ediliyor.
Dünyanın uluslarötesi ve çokuluslu tröstler tarafından paylaşılmasının giderek bağımsız bir dinamik kazandığı yeni bir dönem açılıyor. Emperyalizmin iktisadi dinamiği bir eğilim olarak tek bir tröste doğru ilerliyor. Ancak, bu sürecin kendi iç çelişkileri ve dışsal/karşı etkenler yüzünden, hiçbir zaman söz konusu sonuca ulaşamayacağı da ortaya çıkıyor. Kapitalizmin bu dinamiği ile dünyanın siyasal olarak bölünmüşlüğü arasında şiddetli bir gerilim yaşanıyor. Yeni küresel dengeyi ve hukuku bu gerilimin belirleyeceği anlaşılıyor.
Örneğin; AB gibi, klasik ulus devletleri aşan, çokuluslu siyasal ve ekonomik birlikler oluşuyor. Önceki dönemde ekonomik işbirliği ile sınırlı olan ve pazarın ortak kullanımına dayalı bu birlikler (Ortak Pazar/AET) belirgin şekilde siyasal nitelik de kazanıyor. Birliğe bağlı ulus devletlerin hukuku, göreceli olarak üst hukuk kurumlarına bağlı hale geliyor. Böylece ortaya çıkan emperyal karakterli ekonomik, siyasi ve hukuki birlikler yeni küresel aktörler arasında öne çıkıyor.
Büyük bir güç ve olağanüstü bir akışkanlık yeteneği kazanan mali sermaye, dolaşımının önündeki engelleri yıkıyor. Bu güç, kapitalizmin üretici ve/veya endüstriyel temelini tehdit edecek boyutlara ulaşıyor. Ulusal finans kurumları (merkez bankaları, finansal düzenleme ve denetleme kuruluşları) hükümetlerden bağımsızlaştırılıyor. Bu kurumlar uluslarötesi finans örgütlerinin yönetimine ve denetimine giriyor.
Yeni emperyalizm, hem klasik emperyalizmin özelliklerini içinde taşıyor hem de klasik sömürgecilik yöntemlerini yeniden üretiyor. Bir yandan sermaye ve meta ihracı devam ederken, diğer yandan ulusal zenginliklerin, yeraltı ve yerüstü kaynaklarının yağmasına dayalı servetlerin emperyalist merkezlere transferi hızlanıyor.
Neo-klasik sömürgecilik
Yeni emperyalizm, 20. Yüzyılın başlarına kadar uzanan 19. Yüzyıl sömürgeciliğinin yöntemlerini ve işleyiş ilkelerini, 21.Yüzyılın belirlediği sınırlar, koşullar ve araçlarla yeniden üretiyor. Bu yanıyla yeni emperyalizm, neo-klasik sömürgecilik diye tanımlanabilecek bir karakter kazanıyor. Klasik sömürgecilik döneminde olduğu gibi ülkeler açıkça işgal ediliyor. İşgal edilen ülkelere genel valilerin atanması planlanıyor. Küresel zenginliklerin yerel güçlerle paylaşılması siyaseti terk ediliyor. Yerel işbirlikçilerin de tasfiye edildiği bir dönem başlıyor.
Bir önceki dönemde Batının sosyalist sisteme karşı konumlandırdığı ve dost saydığı, ama rejimlerinin niteliğine göz yumduğu ülkeler bile gözden çıkarılıyor. (Amerikan medyasında yapılan Suudi Arabistanın demokratikleştirilmesi projesi gibi). Bu sürece direnen ulusal devletler ya parçalanıyor ya da ekonomileri çökertilerek paryalaştırılıyor. Rejimleri (Venezüella gibi) değiştirilmek isteniyor. Askeri müdahale, açık işgal, başka ülkelerin topraklarında asker bulundurma yöntemleri 19. Yüzyılda olduğu gibi sıradanlaşıyor.
Neo-klasik sömürgeciliğin (yeni emperyalizmin) en belirgin özelliklerinden birini de siyasal gericilik oluşturuyor. Başka bir anlatımla; emperyalizmin doğasında varolan siyasal gericilik, onun yeni aşamasında tayin edici özelliğini oluşturacak bir derinlik kazanıyor. Sosyalizm tehdidinden ve baskısından kurtulan günümüz kapitalizmi; insanlığa yeni, olumlu, burjuva demokratik anlamında da olsa nitelikli ve ilerletici hiçbir şey veremiyor. Avrupada sosyal devlet tasfiye ediliyor, ABDde burjuva demokratik hak ve özgürlükler rafa kaldırılıyor.
Dünya kaotik bir ortama giriyor. Bu ortam sürprizlere de açıktır. Buna hazır olmak gerekiyor.(MY/EK)