Sonuç, beklenen yönde oldu:
NATO'nun yeniden ve yeni yapılanması tescil edildi, bu örgüt Batı dünyasını tehdit eden yer ve odaklara müdahale gücü haline getirildi, en önemlisi 11 Eylül sonrası Batı dünyası içindeki çıkan çatlakların bu çerçevede giderilmesi istikametinde kesin adımlar atıldı. Başka bir deyişle Amerika Birleşik Devletleri (ABD) hedefine biraz daha yaklaştı, Avrupa güçleri ABD'nin 11 Eylül sonrası ortaya koyduğu çerçeveyi benimsedi.
Nasıl?
1. İstanbul zirvesi ve kararlarıyla NATO Avrupa merkezli bir savunma gücü olmaktan çıkarıldı, "Batı ve Avrupa'ya tehdit teşkil eden merkezlere müdahale edecek bir yapı"ya kavuşturuldu. Avrupa Savunma Gücü Avrupa içi sorunlara yönelik olarak tanımlanırken, NATO Avrupa dışı noktalara müdahale edecek bir çerçevede tanımlandı.
2. NATO'nun eylem alanı ve gerekçelerini belirleyen "ana tehdit ögesi, terör" olarak tanımlandı.
3. NATO birliklerinin bu çerçevede yeni bir yapılanmaya gitmesi, teröre karşı tedbirlerin operasyonel hale getirilmesi, NATO bünyesinde terör istihbarat merkezli bir birimin oluşturulması, "terör merkezlerine süratli müdahale için askeri konsept geliştirmesi" öngörüldü.
Bu çerçevede NATO'nun "müdafi bir güç" olmaktan "müdahil bir güç" olmaya geçmesi, tehdit ve gerilim hattı açısından "Doğu-Batı" ekseninin yerini açık bir şekilde "Güney-Kuzey" eksenine bırakması İstanbul zirvesinin açık sonuçlarıdır.
Sonuçlar tarihidir ve yeni bir döneme start vermektedir.
Bu sonuçlar kim ne derse desin "Medeniyetler Çatışması" tezini doğrular görüntüdedir.
Almanya ve Fransa'nın ABD'nin fiili olarak başlattığı "siyasi oyun"un dışında kalmak istememeleri, dengeyi içeriden sağlamayı hedeflemeleri, ABD'nin onların da oyuna katılımını sağlamak için başta Irak ve BOP olmak üzere kimi noktalarda tavizler vermesi ortaya çıkan "çerçeve sonucu" çok değiştirmemektedir.
Çerçeve sonuç sorunlu ilan edilen bölgelere yaklaşımda "politik ve sivil araçlar"dan çok "güvenlik ve asayiş araçları"nı öne çıkarmaktadır.
Güçler mücadelesi ve dengesi üzerine oturan "bu tür uluslararası durumların birer süreç olduğunu, kendi içinde iniş çıkışlar, farklı istikametler içerdiğini" gözardı etmemek gerekir.
Nitekim Almanya ve Fransa'nın direnci Irak'ın NATO güvenlik şemsiyesi altına girmesini şu aşamada engellemiştir. Aynı şekilde ABD zirveye müttefiklerinin kabul edebileceği makul önerilerle gelmiş, asli hedeflerini geri plana itmiş ve koşulları çok zorlamamıştır.
Bu çerçevede NATO zirvesi tematik konularla ilerledi.
Afganistan'da NATO'nun yeni konsept ve yapılanmaya uygun bir şekilde önemi, işlevi tescil edildi. Burada bölgesel yapılandırma timlerinin kurulmasına, NATO'nun "ulus yaratma ve rejim oluşturma görevi"nin pekiştirilmesine karar verilirken, Irak konusunda ileri adımlar atılmadı.
Irak'taki çok uluslu tümenin liderliğini yürüten Polonya'nın BM Güvenlik Konseyi'nin verdiği yetki çerçevesinde güvenliğin tesisine yardımcı olmasının desteklenilmesiyle yetinildi. Özetle, Irak'ta NATO'nun değil, "bazı NATO müttefikleri"nin rol üstlenmesi öngörüldü. NATO'nun örgüt olarak Irak'taki işi ise 1546 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararı uyarınca Irak güvenlik güçlerinin eğitimiyle sınırlandı.
Tüm bunlar hafife alınacak olumlu yönler ve dengeler olmamakla birlikte, Batı'nın Doğu ve Güney'i tehlike ilan eden bir yapılanmaya ilerlemesi, gerilimleri ve onları üreten eşitsizlikleri tahrik etmekten başka işe yaramayacaktır... (AB/BB)