Yeni NATO, Soğuk Savaş döneminde sahip olduğu Avrupa merkezli bir savunma ve saldırı konseptini değiştirecek ve yeni tehdit değerlendirmelerine bağlı olarak dönüşüm sürecine girecek. Eğer NATO bu dönüşümü gerçekleştiremezse, dünyanın içine girdiği yeni dönemde giderek işlevsizleşecek. Dahası, diğer Soğuk Savaş artığı örgütler gibi belki de bir süre sonra gereksizleşerek dağılma sürecine girecek.
Peki NATO bu dönüşümü gerçekleştirebilecek mi?
Bu soruya kesin bir yanıt verebilmek çok zor. Çünkü, NATO'nun yeni tehdit algılamalarına bağlı olarak dönüştürülme projesi Amerika Birleşik Devletleri'ne (ABD) ait ve sadece ittifak içindeki diğer amerikancı devletler tarafından destekleniyor. Washington'un NATO'yu yeniden kurma projesi, gezegene hakim olma siyasetinin önemli etaplarından birini oluşturuyor. Ancak, bu projenin gerçekleştirilmesi ABD çıkarlarının bütün NATO üyelerinin çıkarları olarak sunulmasına ve üyelerin buna ikna edilmesine bağlı. Zaten sorun da burada.
Patron zor durumda
NATO için önerilen aktüel tehdit coğrafyası Merkezi Avrasya'dır. Büyük ölçüde bir Müslüman coğrafyasıdır burası. Tehdit unsuru ise bu coğrafyadaki "haydut devletler" ve "terör" örgütleridir. ABD bu coğrafyayı "Büyük Ortadoğu" tanımıyla daha da genişletmekte ve Kuzey Afrika'dan Kafkasya'ya, Basra Körfezi'nden Malezya'ya kadar uzanan bir alana yaymaktadır. Bu bölgedeki Amerikan iktidarı, dünya hakimiyeti için vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Ancak, ABD aşırı yayılmış ve yönetilemeyecek kadar geniş bir coğrafyada çok sayıda sorun ve ihtilafla yüz yüze kalmıştır. Çoğu çatışmaya ve düşük yoğunluklu da olsa savaşlara yol açan bu sorunları çözecek ekonomik ve politik gücünü de giderek yitirmektedir .
Kısacası ABD, mali, askeri ve politik gücünün sınırlarına doğru hızla yaklaştığının farkındadır. Ve bu nedenle NATO'nun yeniden yapılandırılmasına duyduğu ihtiyaç giderek artmaktadır.
Gelgelelim, Soğuk Savaş döneminin kapanması ve sosyalizmin küresel bir tehdit gücü olmaktan çıkmasıyla, Batılı kapitalist ülkeler arasındaki çıkar farklılaşması ve iç çelişkiler her geçen gün derinleşiyor. Avrupa Birliği (AB) potansiyel bir güç merkezi konumunu yakalamak için çalışıyor ve ABD'nin dünyanın zenginliklerine tek başına el koymasına, küresel askeri ve politik gücü kontrol etmesine karşı çıkıyor. NATO'nun patronu ABD, AB'nin patronu ise Fransa-Almanya ikilisidir.
AB-ABD geriliminin temelleri
Hatırlanacağı gibi, Fransa ve Almanya ABD'nin Irak'a müdahalesine karşı çıktı. Bunun üzerine ABD, neredeyse parçalanmaya yol açacak şekilde Birliği böldü ve AB içindeki amerikancı devletleri (İngiltere ve İtalya gibi) yedekledi. Ancak, bu bölme siyasetinin de bir sınırı var. Örneğin İspanya, sosyalistlerin seçimleri kazanmasının ardından Irak'ı işgal koalisyonundan çekildi. Şimdi Amerikan basınında İspanyol sosyalistlerine ve Başbakan Zapatero'ya her gün küfrediliyor. Aynı şeyin İtalya'da da tekrarlanmaması için bir neden yok.
Dolayısıyla, ABD yeni tehdit değerlendirmesi ve küresel hegemonya (imparatorluk) stratejisine uygun şekilde NATO'yu yeniden yapılandırmak zorunda. Bunu iki nedenle yapması gerekiyor; birincisi Avrupa'nın görünür gelecekte karşısına küresel bir rakip olarak çıkmasını engellemek, ikincisi ise küresel çıkarları olan tek süper devlet konumunu korumak için, sahip olduğu güçten daha fazlasını yönetmek ihtiyacı.
Almanya-Fransa eksenli bir Batı Avrupa gücünün küresel rakip olarak çıkmasını önlemenin yollarından biri, ABD'nin bu iki ülke ve müttefiklerini askeri-politik bir organizasyon içinde tutması ve bu yoldan denetlemesidir. İşte bu örgüt NATO'dur.
AB kendi karargahını kuruyor
Oysa AB, yine Fransa, Almanya, Belçika ve Lüksembourg'un öncülüğünde NATO'dan bağımsız ve tamamen Birlik denetiminde bir askeri güç oluşturma kararlılığını sürdürmektedir. Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği (AGSK) ismiyle başlatılan ve önceleri NATO destekli ve denetimli olarak yürütülen bu girişim -ki 60 bin kişilik bir acil müdahale gücü kurulması amaçlanıyordu- daha sonra NATO'dan bağımsız bir yapılanma halini alarak, doğrudan AB'ye bağlı Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası (AGSP) isimli askeri örgütlenmeye dönüştü. İşte AGSP diye tanımlanan bu örgüt, NATO'nun Genel Karargahı olan SHAPE'den ayrı bir askeri karargah oluşturmak üzere harekete geçmiş durumda.
Bunun nedeni açık; Almanya Doğu Avrupa'nın, Fransa ise Kuzey Afrika'nın kendisine bırakılmasını istiyor. Daha da önemlisi bu ikili, Ortadoğu ile Hazar havzasında da ortak yönetim ve denetimden yana olduklarını gizlemiyorlar. ABD ise bu paylaşımı, Çin, Rusya ve Hindistan (Japonya'da bu kategoride değerlendirilebilir) gibi Asya güçlerinin yükselişini tabloya eklediğinde, bu durumu küresel egemenliği için ölümcül buluyor ve kabul etmiyor.
AB-NATO gerilimi İstanbul'a taşınıyor
ABD kendi petrol ihtiyacını büyük ölçüde kendi kaynaklarından karşılıyor. Rusya dışındaki bütün potansiyel rakiplerinin ise Ortadoğu petrollerine, bir böbrek hastasının diyaliz makinesine bağlı olduğu gibi yaşamsal ihtiyaç duyduğunu görüyor. Bu nedenle, petrol vanalarını denetim altına alarak, potansiyel rakiplerini de etkisizleştirme stratejisi izliyor. Bunun için dünyanın en ileri askeri gücüne sahip olma avantajını fütursuzca kullanmaktan kaçınmıyor.
ABD'nin NATO nezdindeki daimi temsilcisi Büyükelçi Nicholas Burns, örgütün 19 Ekim 2003'de toplanan Prag zirvesinde yaptığı konuşmada, artık diğer ittifak üyelerinin de ellerini ceplerine atmaları ve para harcamaları gerektiğini hatırlatarak, esas olarak iki konu üzerinde duruyor: Birincisi, yeni NATO'nun inşa edilme/kurulma ihtiyacı ve bu ihtiyacın gerekçeleri; ikincisi de Atlantik'in iki yakası arasındaki gerilimin aşılması... Çünkü Burns biliyor ki, İstanbul zirvesinde temelleri atılmak istenen yeni NATO, ABD ile AB arasındaki gerilimi ve çıkar farklılaşmasını gidermeden gerçekleştirilemez.
Tam da burada dikkat çeken bir olgu var; AB'nin genişleme süreci ile NATO'nun genişleme süreci adeta paralel şekilde ilerliyor. Bu genişleme süreci hem birbirini tamamlayıcı bir rota izliyor hem de iki örgüt arasındaki gerilimi arttıran bir rol oynuyor. AB büyüdükçe, NATO'ya olan bağımlılığını azaltarak politik ve askeri inisiyatif sahibi olmak istiyor. Rekabetin doğası bunu gerektiriyor. Dinamik bu yönde işliyor.
ABD Avrupa'yı tehdit ediyor
ABD bu eğilimi saptıyor ve zamanında önlem almaya çalışıyor. Nicholas Burns, Prag zirvesinde şunları söylüyor:
"Bir başka zorlu göre de AB ile NATO arasında daha sıkı bağlar kurmaktır. Başkan Bush ve yönetimimiz AB'yi desteklemektedir. (...) Eğer doksanların başında Bosna ile ilgili tartışmalara bakacak olursak, NATO zaten aktif durumda değilse Avrupa'nın harekete geçmek için daha büyük kapasiteye sahip olması gerekir. Avrupa -AB ve NATO- çifte büyümesiyle, Doğu'da tarihi ve hayati bir farklılık yaratacaktır. Ortak bir güvenlik tehdidine maruzuz. Avrupalıların, Bay Solana'nın Selanik zirvesinde sallayıp durduğu güvenlik belgesi, Başkan Bush'un ve ulusal önderliğimizin kabul ettiği tehditler ile büyük benzerlikler göstermektedir. Bütün bunlar bizi birleştirmektedir." (Bu konuşmanın tam metni için bkz. Teori dergisi, Sayı 172.)
Ancak Burns, Avrupalılar'ın birleştirici tehdit doktrinini ve ortak çıkarlar yaklaşımını pek kavramadıkları inancındadır. Dahası Atlantik'in iki yakasında, merkezi kapitalist ülkeler tarafından inşa edilen askeri-politik zeminlerin de tehdit edildiğini düşünmektedir:
"AB'nin bir savunma ve güvenlik gücü olarak kendi kuvvetini geliştirmesine NATO'nun yardımcı olacağı söylenmekteydi. Ama asıl olan bizim Avrupalılar ve Amerikalılar olarak 50 yıldır inşa ettiğimiz şeylere rakip oluşturmamasıydı: NATO'ya rakip yeni askeri karargah olmayacak, SHAPE ile rakip olacak yeni bir planlayıcı otorite olmayacaktır. İşte bu yüzden, bir ay sonra Fransa, Almanya, Belçika ve Lüksembourg'un liderleri Brüksel'de toplanıp yeni bir AB askeri karargahı kurmak istediklerinde nasıl şaşırdığımızı bir düşünün. NATO-AB ilişkilerinde, çözmemiz gereken hayati konu şimdi budur."
İstanbul zirvesi çözüm üretebilecek mi?
İşte, Burns'ün işaret ettiği AB-NATO arasındaki bu "hayati" sorunun görüşülerek çözülmeye çalışılacağı yer örgütün İstanbul zirvesidir. NATO'ya geçen Mart ayında giren ve tümü eski sosyalist olan yedi yeni üye ülke; Bulgaristan, Romanya, Slovakya, Slovenya, Estonya, Litvanya ve Letonya'da ilk kez bir İttifak toplantısına İstanbul'da katılacak. Yeni üyelerin alacağı tutum NATO içindeki dengeleri değiştirme potansiyeline sahip görünüyor. Ancak, bu ülkelerin katıldıkları ilk resmi toplantıda böylesine "hayati" bir konuda açık tutum alacaklarını beklememek gerekiyor. AGSP'den dışlanan ve bu gücün, sözgelimi Kıbrıs gibi sorun alanlarında kendisine karşı da kullanılabileceğini düşünen Türkiye ise açık ki ABD'yi destekleyecektir.
Burns, bazı AB üyelerini iki örgüt (NATO-AB) arasındaki bağı "rekabetçi bir ilişkiye" çevirmeleri konusunda uyarıyor ve devam ediyor; "O zaman aramızda büyük bir anlaşmazlık olacak demektir, çünkü biz Amerikalılar NATO'yu devam ettirmek istiyoruz." Bununla da kalmıyor ABD daimi temsilcisi, "üzerinde duracağım son nokta" diye altını çiziyor ve devam ediyor:
"Bazı Avrupalılar, gelecekte bir noktada, Avrupa'nın ABD'ye karşı bir denge gücü haline gelmesi gerektiğini söylüyorlar. Biz Amerikalılar bunu tamamen reddediyoruz."
Elbette Burns, bunları belirtirken yine ortak çıkarlardan, birleştirici tehditlerden, ortak gelecek vizyonundan, paylaşılan değerlerden ve ortak kültürden de söz ediyor; "Biz Avrupa'nın ortağı ve müttefikiyiz" diyor.
Sonun da bu zaten; "bazı Avrupalılar" artık ABD ile "ortak ve müttefik" olmak istemiyorlar. Öyle anlaşılıyor ki, NATO'nun İstanbul zirvesi bir yandan Büyük Ortadoğu Projesi, bir yandan yeniden yapılanma, diğer taraftan da örgüt içi gerilimler nedeniyle hayli ilginç geçecek.
Avrupa'daki amerikancılar da kuşkusuz ABD'yi yalnız bırakmıyorlar. AB-NATO ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi ve belli bir uyumun gerçekleştirilmesi için çok sayıda girişim gerçekleştiriliyor, makaleler yayımlanıyor. Cenevre'deki Avrupa Güvenlik Politikası Merkezi'nde Avrupa Güvenlik Politikası Direktörü olan Julian Lindley-French, AB ve NATO arasındaki sorunları incelediği bir makalesinde şunları belirtiyor:
"Bazı ülkelerdeki muhalif grupların AB ve NATO'yu iç politikada kendilerine pay çıkarmak için kullanmalarına son verilmelidir. Bu tür strateji ve sorumsuzluktan kazançlı çıkacak sadece demokrasi düşmanlarıdır. Ortaya çıkan tehlikelerin büyüklükleri ve nitelikleri nedeniyle hem AB'ye hem de NATO'ya yeterince yapacak iş düşmektedir. Bu nedenle, stratejik bilincin yeniden arttığı bu dönemde birçok analistin AB ve NATO'nun eninde sonunda yollarını ayırmaları gerekeceği sonucuna varmaları son derece gariptir." (Bkz. www.nato.int )
ABD'ye destek anlamına gelen bu sözler bile AB-NATO geriliminin tahmin edilenden daha derin ve ciddi olduğunu gösteriyor. Bakalım İstanbul zirvesi bu gerilimin aşılması için bir dönemeç oluşturacak mı? (MY/BB)