"Türkiye'de Namus Cinayetlerinin Dinamikleri; Müdahale Olasılıkları" başlıklı araştırmanın raporunda yer alan ifadelerden biri bu alıntı.
Kadına yönelik şiddet türlerinden en utanç vericisi namus cinayetleri konusundaki araştırmayı, tüm dünyada kadınların ekonomik, siyasi ve toplumsal olarak güçlenmeleri için çeşitli programlar yürüten Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu(UNFPA) ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP), Nüfusbilim Derneği'yle birlikte yürüttü.
Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA) Proje Koordinatörü Meltem Ağduk, raporun namus cinayetlerini de içeren kadına karşı her türlü şiddeti önleyecek politikaların, ancak bu eylemlerin ardındaki toplumsal yapının, yaşam tarzının ve zihniyet yapısının anlaşılması ile geliştirilebileceği düşüncesinden yola çıkılarak hazırlandığını belirtiyor.
Ağduk, Türkiye'de bu konudaki toplumsal yapı ve anlayışa ışık tutması hedeflenen raporla ilgili olarak bianet'in sorularını yanıtladı.
Meltem Hanım böyle bir rapora nasıl ve neden gerek duyuldu?
Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu her yıl 11 Temmuz'da -Dünya Nüfus Günü'nde- bir konu belirler ve bir yıl boyunca kamuoyunun ilgisini çekecek şeyler yapar. 2004 yılında da kadına yönelik şiddet ve namus cinayetlerini konu olarak belirledik.
Yaptığımız çalışmalarda bu konuda elimizde hiçbir şey olmadığını gördük. Herkes bir şey yapıyordu ama, üzerinde haber kuracağımız bir veri yoktu. "Kendimiz bir şey yaratalım." Rapor bu fikrin ürünü olarak çıktı.
İstatistiki bilgi ve veri olmadığı hep söylenen bir şey. Çalışmanın odaklandığı nokta ne oldu?
5 yıl boyunca 5 gazeteyi inceledik. Ne kadar töre/namus cinayeti olmuş, haberleri saydık. Ortaya ayda bir töre/namus cinayeti olduğu çıktı. Oysa bu buzdağının görünen yüzü, tepe noktasıydı. Daha yüksek olduğunu tahmin ediyorduk. Araştırma yaptıralım ve afaki konuşmayalım, dedik.
Oldukça zahmetli ve geniş bir araştırma değil miydi?
Güç ve maliyetliydi. O sırada Ankara'da Nüfus Bilim Derneği kurulmuştu. İçinde antropolog, sosyolog, istatistikçi ve siyaset bilimcilerin olduğu. Onlarla görüştük. Yapabilir misiniz dedik. Yaygın olmayacak. sayılara dayanmayacak nitel olacak dedik. Nicel bir araştırma yapmak güçtü ve maliyetliydi. Özellikle namus kavramının ne ifade ettiği, namus cinayetlerinin nasıl işlendiğine ilişkin olsun dedik. BM Kalkınma Fonu(UNDP), Nüfus Bilim Derneği ve BM Nüfus Fonu ile üçlü bir ayak oluşturduk ve ortak bir çalışmaya girdik.
Gündem ve zamanla, ortam töre/namus konusundaki bir araştırma için nasıldı?
BM Nüfus Fonu olarak biz araştırma başladığında kendimizi namus cinayetlerinden biraz çektik ve kadına yönelik şiddeti daha üst başlığa çıkararak, çalışmamızı o noktaya kaydırdık. Biz bunları yaparken TCK meclisten yeni geçiyordu. Rapor bugün itibarıyla açıklandı. Raporu destekleyen bir başka bir hoşlukta Töre Cinayetleri Araştırma Komisyonunun kurulması ve çalışmaya başlaması oldu. Her şey arka araya geldi. Komisyona da gönderdik raporumuzu.
Rapor neleri ve hangi illeri kapsıyor?
Dört ilde gerçekleştirdik araştırmayı. İstanbul, Şanlıurfa, Adana ve Batman. Bu illeri seçmemiz nedeni, taradığımız cinayet haberleri en çok bu illeri gösteriyordu. Ayrıca İstanbul bizim için önemliydi. Türkiye'nin bir Laboratuarıydı. Adana dedik çünkü ciddi bir göç vardı. Göç olan yerlerde fazla cinayet görülüyordu. Şanlıurfa ve Batman ise bildiğimiz üzere aile meclisi kararlarıyla töre cinayeti işlenen iki önemli şehirdi.
Rapor çıktı, elinize geldi. Sürpriz bir sonuç var mıydı?
Rapor çıktıktan sonra yaptığımız ilk toplantı da herkes raporu okudu. Okuyanlar arasında biz Türkler ve yabancı arkadaşlarımız vardı. Bizden gelen tepki. 'Bunları görmek ve bildiğimiz şeyler. Bunun için araştırma yaptırmak gerekli miydi?' oldu.
Raporda dikkatinizi çeken ne oldu?
Dört nokta öne çıktı: Öncelikle net bir şekilde namus kavramı kadının bedeni üzerinden tamamlanıyordu.
Şanlıurfa gibi yerlerde, cinayetlerin yoğun işlendiği bir yerde, her iki kişiden birinin yakınında yöresinde böyle bir olay yaşanmış bir yerde, 'Namus ve töre önemli değil. Cinayetlerin hepsi namustan kaynaklanıyor' denilmişti.
Diğer bir nokta ise namusa aykırı davranışların cezalandırılmasında aile büyüklerinin az toleranslı olduğu gibi kanı vardı. Aslında genç erkeklerin çok daha az hoşgörülü olduğu ortaya çıktı. Bu önemli bir sonuç diye düşünüyorum.
Bir diğer sonuçta, daha önce 15-19 yaş arası genç kızlar arasında yapılan bir araştırmada aile içi şiddetin hoş görüldüğü sonucu vardı. Burada da gençlerin şiddete maruz kalmayı kabul edilebilir görüyor, yaşıyor ve şiddet uyguladığı çıktı. Burada eğitimin, eğitim desteğinin gerektiği ortaya çıkıyor. Rapor, kendimize bakmamız gerektiğini ortaya koyuyor.
Bizi çarpan başka bir sonuç da, özellikle bazı kamu görevlilerinin namus cinayetlerini destekler gibi davranmalarıydı. Polisler namus cinayeti işleyenin sırtını sıvazlıyordu. Tam tersi davranan da vardı. Şanlıurfa da, tam tersi durum vardı. Polisler mağdurlara çok ciddi destek veriyordu.
Türkiye'de Namus Cinayetlerinin Dinamikleri; Müdahale Olasılıkları Raporundan Özet
Dört ilde, (İstanbul, Adana, Şanlıurfa ve Batman), 194 grup görüşmesi ile gerçekleştirilen araştırmada öncelikle toplumdaki namus algısı, bu algıyı oluşturan etkenler ve "namusa aykırı davranışların" neler olduğu ortaya konuyor ve sonuç olarak namus cinayetlerinin engellenebilmesi için öneriler getiriliyor.
Namus cinayetlerinin ardında yatan nedenler şöyle sıralanıyor:
* Ekonomik ve sosyal koşulların ve geri kalmışlığın yol açtığı yoksunluklar,
* Ataerkil toplumsal yapı,
* Ailenin toplumdaki rolü ve çocukların yetiştirilme biçimi,
* Erkekler üzerindeki toplumsal baskı,
* Kişisel nedenler
Namus cinayetlerin sonlandırılabilmesi için yapılan öneriler.
* Namus kavramı toplumda önemli bir kavram olarak tanımlanırken, namus kavramının şiddet ve suç içeren eylemlerden ayrı tutulması gerekiyor
* Genel düşüncenin aksine namusa aykırı davranışların cezalandırılmasında genç erkeklerin orta yaş ve üzeri erkeklere göre daha az hoşgörülü olmaları... Bu sonuç, 2003 yılında yapılan Türkiye Nüfus Sağlık araştırmasında 15-19 yaş grubundaki genç kızların %63'ünün evlilik içinde şiddeti kabul edilebilir görmeleri sonucu ile birlikte düşünüldüğünde, ortaya genç nüfusun şiddetin önlenmesi konusunda ciddi bir eğitim desteğine ihtiyacı olduğunu koyuyor.
* Bazı kamu görevlilerinin kadınların hak ve özgürlüklerini engelleyen namus cinayetlerini toplumda meşru gösterecek şekilde davranışlarda bulundukları ortaya çıkıyor
* Araştırmaya katılanlar arasında, kadının insan haklarının en uç noktada ihlali olan namus cinayetlerini ortadan kaldırmak için çalışan kamu görevlilerinin de olduğu belirtiliyor
Namus: Erkeğin kadının cinselliği ve bedeni üzerinden tanımlanıyor
Araştırmaya göre, namus, araştırmanın yapıldığı tüm kentlerde, araştırmaya katılanlar arasındaki farklı algılamalara karşın, yaygın olarak kadın, kadın bedeni, cinselliği ve kadınların kontrol edilebilmesi biçiminde algılanıyor.
Namus, büyük ölçüde kadınla erkek arasındaki cinsel ilişki, kızların bekâreti ve zina / sadakatsizlik ile ilişkilendiriliyor. Bu tanımlama genel olarak erkekler, daha geleneksel çevrelerde yaşayan kadınlar ve bazı profesyoneller tarafından yapılıyor.
Bu çerçevede namus, bir erkeğin karısı, yani helali, annesi, kız kardeşi, ailesindeki ve hatta yakın çevresindeki kadınları temsil ediyor. Erkek, çevresindeki tüm bu kadınlara göz kulak olmakla sorumlu kılınıyor. Böyle bir anlayış, erkeklerin sorumluluk alanlarını genişletirken, kadınların üzerindeki baskının da artmasına neden oluyor.
Toplumsal mutabakat önemli
Araştırmaya göre namus cinayetlerinin algılanış biçimlerinde önemli bir eğilim, katılımcıların, namus saiki ile işlenen cinayetler ile aile meclislerinin kararıyla gerçekleşen cinayetleri birbirinden farklı görmeleri...
Buna göre, özellikle aile meclisi kararlarının geçerli olduğu töre cinayetleri, bireysel bir eylem olduğu düşünülen diğer namus cinayetlerinden ayrı olarak ele alınıyor.
Öte yandan, bu tür olayların daha sık yaşandığı yerlerde, özellikle de bu olayların içinde yer almış ya da yakın tanığı olmuş kişiler, töreye dayalı namus cinayetleri ile diğerleri arasına pek bir farklılık koymuyor. Araştırma sonuçlarına göre önemli olan, hepsinin 'namus gerekçesi' ile işlenen cinayetler olduğu ve namus/töre gerekçesiyle işlenen cinayetleri başkalarına ya da bazı bölgelere ait değil, herkesin içinde yer aldığı topluma ait olduğu.
Rapor, namus cinayetlerinin önlenmesi için toplumsal bir mutabakatın yapılmasının gerekliliğini ortaya koyuyor. Bu mutabakatta başlangıç namus cinayetlerinin hiçbir zaman önlenemeyeceğine ilişkin umutsuzluk ve çaresizlik atmosferinin kırılması olarak görülüyor.
Bunun için de çok sayıda kişinin ve kuruluşun bu konuda duyarlı olduklarını ve kendilerini sorunun sahibi olarak gördüklerini anlatmaları önem taşıyor. Raporda verilen örneklerde, yeri geldiğinde bir kişinin bile namus cinayetlerinin engellenmesinde ya da mağdurların hayatta kalmalarında önemli bir etki yaptığı ortaya konuyor.
Sıfır Hoşgörü Politikası
Rapora göre, kadınların ve kız çocuklarının haklarının korunmasının önşartı, demokratik kurumların hukukun üstünlüğü ilkesini, eşitlik ve özgürlük gibi evrensel değerleri ön plana çıkarması...
Devletin bu konuda geliştireceği ve tüm toplumsal yapıların da destek vermesi gereken SIFIR HOŞGÖRÜ politikası, namus cinayetlerini ortadan kaldıracak zihniyetin oluşabilmesi için başta tüm kamu görevlilerini (öğretmenleri, polisleri, din görevlilerini, yasa koyucuları, savcıları, hakimleri vs...), sivil toplum kuruluşlarını, kamuoyu önderlerini, aileleri, tüm eğitim kurumlarını ve medyayı içeriyor.
Araştırmaya katılanlar arasında, kadının insan haklarının en uç noktada ihlali olan namus cinayetlerini ortadan kaldırmak için çalışan kamu görevlilerinin yanı sıra, tam tersine bunu destekleyen kamu görevlileri de dikkat çekiyor.
Rapor, sıfır hoşgörü politikasının geliştirilmesi için şu önerileri sunuyor:
* Tehdit altında olan kadınların ve kız çocuklarının korunması için sığınmaevleri, istasyon hizmetleri açmak, şiddet hattı kurmak;
* Kamu görevlilerini toplumsal cinsiyet eşitliği ve namus cinayetlerinin topluma etkileri konusunda eğitmek;
* Milli eğitim sistemini toplumsal cinsiyet eşitliğine daha duyarlı bir şekilde yeniden yapılandırmak;
* Gençleri, erkekleri, kadınları, sivil toplum çalışanlarını, namus cinayetleri konusunda çalışan profesyonelleri eğitmek;
* Aileler için "toplumsal tartışma merkezleri" kurmak;
* Din görevlileri ve topluluk liderleri ile birlikte çalışmak;
* Kadınları ve kız çocukları güçlendirecek eğitimler düzenlemek;
* Şimdiye kadar gerçekleştirilen yasal değişikliklerin hayata geçebilmesi için gerekli girişimlerde bulunmak.
Medya çok önemli
Rapora göre medyaya da önemli görevler düşüyor: Medyanın, özellikle de yerel medyanın tüm bu faaliyetleri kesen ve her alanda varolan gelişmelerden halkı haberdar eden, halka gerek Sivil Toplum Kuruluşları, gerekse diğer kuruluşlar hakkında doğru bilgiler veren; şiddetin ve namus uğruna öldürmenin, insan hakları ile bağdaşmadığını toplum önderleri, din görevlileri, o toplumun sevilen ve sayılan insanları, bilim- sanat-spor dünyasından popüler kişiler kanalıyla farklı boyutlarıyla yansıtmaya çalışan, şiddetle mücadele alanında, eğitim ve meslek edinme alanında, sivil toplum hareketleri alanında iyi örnekleri tanıtan, bilgilendirici, eleştirel ve dönüştürücü bir rolü olması gerekiyor.
Araştırmanın sonuçları 15 Kasım 2005 tarihinde, TBMM'de kurulan "Töre / Namus Cinayetleri ile Kadınlara ve Çocuklara Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu" ile de paylaşılmıştı. (AD)
* Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu, Töre Cinayetleri Raporu'nun tümü için tıklayınız. (632.8 KB)