Ortadoğu konusunda yaklaşık yarım saatlik bir girizgah yaptı. Soru-cevap bölümüne geçildiğinde salondaki Siyonist öğrencilerin kışkırtıcı hatta saldırgan sorularını ağırbaşlılıkla, nezaketle dinledi. Not aldı. Sonra yanıt vermeye başladı. Sesi giderek canlanıp yükseliyordu.
Yüzüne kan gelmişti.Heyecanlanıyordu. Kah sert kah alaycı bir üslupla önce sorulardaki bilgi yanlışlarını teşhir etti, arkasından saldırıya geçti. Nezaketi bir an için olsun elden bırakmadı.
Kürsüdeki adam
Ama Siyonist görüşleri de sağlam bir mantık, derin bir bilgiyle berhava etti. Belki bir saati aşkın bir süre içinde tamamen farklı bir Said dinliyorduk. Salondaki Türk, Arap, Pakistanlı ve Afgan öğrenciler de bu ikinci bölümde Said'in her söylediğini onaylarken kafalarını hafifçe sallıyordu.
Onların da cemalinde gururlu bir gülümse belirmişti. Kürsüdeki adam bizi, doğuyu, mazlumları sıkı bir şekilde savunuyor, Siyonist saldırganlığın haksızlığını, gayri meşruluğunu son derece ikna edici bir şekilde anlatıyordu.
2000 yılının Mart ya da Nisan ayında Harvard Üniversitesi'nin Müze salonundaki bu konferansı ben de izlemiştim. Toplantı bittiğinde, doğulu öğrenciler Hocanın etrafını sarıp kendisini tebrik ettik.
Şampiyon olmuş takımın taraftarları gibiydik. Ya da haksız yere suçlandığımız bir davada rakiplerimizin mahkum olduğunu gören sanıklar gibiydik. Kimi İngilizce kimi Arapça konuşuyordu.
Hastalığı ve Arap dünyası
Said'le bir de Mayıs ayında Washington'da karşılaşmıştım. Ayaküstü bir sohbette, yanıtını veremediğim bir soru sormuştu: ''Bugünkü Türkiye'de Osmankı'dan ne kaldı yadigar?''
Kitaplarını ve yazılarını izlemenin yanı sıra sağlık haberlerini New York'da Central Park'ın kuzeyindeki apartmanındaki komşusu Mimarlık Tarihi profesörü arkadaşım Zeynep Çelik'ten alırdım. Çelik, "Kültür ve Emperyalizm" kitabında Said'in gönderme yaptığı Türkiyeli tek akademisyen.
1991'den bu yana kan kanserine karşı mücadele ediyordu. Ciddi bir psişik hatta ideolojik bir mücadeleydi bu. Çünkü hastalığı Arap dünyasının siyasal iniş-çıkışlarıyla az çok paralellik gösteriyordu.
Said hakında çok şey yazıldı daha da yazılacak. Ben siyasi ve mesleki olarak bu kara günde Said'in dört önemli niteliğini özetlemeye çalışacağım:
Bir devrim: şarkiyatçılık
Said'in 1978'de yayınlanan "Oryantalizm: Sömürgeciliğin Keşif Kolu" başlıklı kitabı, dünyada sadece akademik alanda sosyal bilimlerde bir devrim yaratmakla kalmadı, doğu-batı ilişkilerine yepyeni bir bakış açısı getirdi.
Çünkü o zamana kadar büyük ölçüde evrensel, uluslararası genel geçer bir yaklaşım olarak benimsenen yaklaşımın, aslında batı merkezli üstelik de egemenliği hatta sömürgeciliği amaçlayan bir perspektif olduğunu somut olarak kanıtladı Said.
Tarihten edebiyata, sosyolojiden hukuka kadar her alanda Batının üretip kabul ettirmeye çalıştırdığı görüş ve yaklaşımın kısa, orta ve uzun vadeli amaçlarını teşhir eden Said, Amerikan akademiasının kalbi ya da beyni sayılabilecek Columbia Üniversitesi'nde, Doğunun mazlum ama isyankar bayrağını kaldırıyordu: Senin betimlediğin Doğunun, hakiki Doğuyla hiçbir ilgisi yoktur, senin kurmaca Doğun, senin Doğuyu işgal etmek ve sömürmek üzere ürettiğin bir doğu imajından başka bir şey değildir.
Oryantalizm aslında hem Foucault'nun iktidar teorisini Doğu-Batı ekseninde yaratıcı bir şekilde uyarlıyor hem de "öteki" ve "ötekilik" yaklaşımına anti-emperyalist bir katkıda bulunuyordu. Bugün Türkler, Kürtler, Araplar, Filistinliler, Asyalılar kendi özgün kimliklerini inşa ederken, sömürgecilerin kendi çıkarlarına uygun olarak yarattıkları Doğu imajını yıkarken, Edward Said'e çok şey borçlu.
Bugün günlük yaşamda bile bir Amerikalıyla, bir İngiliz'le, bir Fransız'la konuşurken, onunla tartışırken, hemfikir olalım ya da anlaşmazlığa düşelim, mayamızda Said'in öğretisi varsa, bağımsız ve özgün herhalükarda doğulu kimliğimizi koruyabiliriz.
Bu mesele salt Batılı milletlere mensup insanlarla ilişkilerimizde gündeme gelmiyor, doğuda yaşayıp batının batıcı değerlerini benimseyen doğulularla ilişkilerde de geçerli.
Sartre ve Gramsci'den sonra
Said'in 1993 tarihli 'Aydın Temsilleri' başlıklı kitabı da, Antonio Gramsci'nin "organik aydın" ve aslında İsrail'i eleştirmemesi nedeniyle pek sevmediği Jean-Paul Sartre'ın "angaje aydın" tanım ve kavramlarının izini sürerek, aydın-toplum-iktidar üçlüsünü ve aralarındaki ilişkileri yeniden kurdu.
Aydının bağımsızlığı ve özgürlüğünü, cam fanusdaki çok bilgili ama pasif aydın konumundan kurtarıp, hem teorik hem de pratik olarak yeni bir konuma oturttu. Bizzat kendi yaşamında da, Filistin Kurtuluş Örgütü Ulusal Konseyi (Meclisi) üyeliği ile bu tutumunu hayata geçirdi.
Üstelik de Arafat'ın Oslo sürecindeki tutumunu benimsemediği için büyük bir cesaretle teslimiyetçiliği teşhir ederek Konsey üyeliğinden istifa etti. Dar siyasi çıkarların değil geniş kitlelerin, mültecilerin ama özellikle de siyasi ilkelerin savunucusu olmaktan vazgeçmedi.
Aynı sorumlu aydın tutumunu, işgalci İsrail birliklerine karşı, İntifada'nın Küçük Generalleriyle birlikte taş atarak sürdürdü. Üniversite-politika tartışmalarının yoğunlaştığı şu günlerde, Columbia Üniversitesi yönetimin, Siyonist saldırganlara ve ispiyonculara karşı aldığı tutum ve Said'i savunan bildiri önemli bir belge. Said, bilhassa doğulu aydınların, despot ya da demokrat görünümlü iktidarlara karşı ne zaman ve nasıl toplumdan, halktan, mağdurlardan yana olması gerektiğini hem yazdı hem de uyguladı.
Bir anti-medya militanı
Said, hayatı boyunca somut olarak sadece Amerikan medyası ile değil Arap medyası ile de mücadele etti. Oryantalizm'in Amerikan medyasına uyarlanmış versiyonu olarak tanımlanan "Haberlerin Ağında İslam" başlıklı kitabında, Amerikan egemen medyasının ve iktidar yanlısı akademisyenlerin, uzmanların İslamiyeti ve Doğuyu nasıl tahrif ettiklerini satır satır, kelime kelime tahlil ederek gösterdi.
Said, medyaya karşı mücadelesini 1990 Ocak ayında ilk sayısı çıkan "Lies Of Our Times" (LOOT, Çağımızın Yalanları ya da New York Times'a atfen Times'ın Yalanları) bülteninde Chomsky, Zinn, Barsamian gibi aydınlarla geliştirdi.
11 Eylül'den sonra Fransız TV5 kanalı ile El Cezire'nin ortak prodüksiyonu bir saatlik belgeselde medya hakkındaki görüşlerini aktaran Said, Amerikan medyası ile görüşmeyi, demeç vermeyi ya da söyleşi yapmayı reddediyor. Sebebi, canlı yayınların dışındaki çekimlerde Said'e hem sadece üç dakika gibi çok az bir süre verilmesi, hem de söylediklerinin genellikle tahrif edilmesi.
Amerikan egemen medyası da, kendilerini sıkı bir şekilde teşhir edeceğini, eleştireceğini, sorgulayacağını bildiği için, Said'i canlı yayınlanan programlara davet etmekten özenle kaçınıyor.
Said, medya konusundaki görüşlerini ölene kadar Z Magazine, Countrpunch, Nation gibi yayın organlarında yazmaya devam etti. Said'in El Ahram'ın İngilizce baskısında yayınlanan düzenli yazıları da, Robert Fisk'in haberlerinin üstüne okununca, haberle yorumu neredeyse mükemmel bir şekilde birleştiriyordu.
Aydınlanma çağı aydını gibi
Said'i Said yapan üretkenliğinin, mücadeleciliğinin yanısıra edebiyattan estetiğe, medyadan antropolojiye kadar çok çeşitli alanlarda fikir üretmesi. Said, ABD'de çok az sayıda akademisyene verilen "University Professor" ünvanına sahip.
Said, bu ünvan sayesinde istediği üniversitede istediği disiplinde ders verme yetkisine sahip. Said'in bir başka özelliği de hem sıkı bir müzik eleştirmeni olması hem de dünyanın önde gelen Listz yorumcularından biri olması. Evinde eşi Meryem'le birlikte piyanonun başında saatlerce çalışmasının yanı sıra İsrailli müzisyen Daniel Birnebaum'la birlikte kurdukları vakıf aracılığıyla Filistinli ve İsrailli genç müzisyenleri yetiştiriyor.
Said, sağlığını ve tedavisini de uzun yıllardır New Yorklu bir Musevi doktora teslim etmişti. Amerikan akademi geleneğinin aksine, Said, kurbağının sağ bacak kası uzmanı olmak gibi aşırı ve anlamsız bir iş bölümüne boyun eğmektense, insanı ilgilendiren neredeyse her konuya merak salmış, her konuda inceleme araştırma yapmış bir aydın. Said bu nedenle biraz Leonardo Vinci'nin, daha çok da Voltaire'in torunu...
Sonuç olarak, çağımızın en etkili, en mücadeleci müstesna aydınlarından birini, bir fikir ve eylem adamını kaybettik. Bir avuç Siyonist ile ipliğini pazara çıkardığı Bernard Lewis türü batıcı, sömürgeci aydınların dışında, bağımsızlık ve özgürlükten yana olan, şiddete karşı çıkan milyonlarca yersiz-yurtsuz ve mülksüz insan bir sözcüsünü yitirdi. Said'in mezarı Filistin Devletinin başkenti Kudüs'e nakledilince biraz olsun teselli edilmiş olacağız... (RD/NM)