Oysa yaşanan bu olay bize çok mu yabancıydı?
Şiddetin günlük hayatta bu denli kanıksandığı bir toplumda yaşayan bizler, ilk defa mı "bol şiddet, bol dayak" içeren şarkıcı-oyuncu ilişkisine tanık oluyorduk ki, bu denli büyük tepki veriyorduk?
Yoksa kendi toplumumuzda yaşanan, "ünlülerin" sansasyonel haber, "ünsüzlerin" ise kapalı kapılar ardında, dışarıya verilmemesi gereken bir sır niteliği taşıyan şiddet merkezli ilişkilerini görmezden mi geliyoruz?
Ne var ki, bu denli sert yargılarda bulunmadan önce belli tanımları yapmanın ve neden bahsettiğimizi etraflıca açıklamanın doğru olacağı kanaatindeyim. O halde öncelikle olayı özetlemek, tarafları tanımak ve de şiddeti her türlü haliyle incelemek izleyeceğimiz yol olacaktır.
Bir solist, bir aktris
Olayın kahramanları, ünlü Fransız rock grubu Noir Désir'in karizmatik solisti Bertrant Cantat ile Fransız aktris Marie Trintignant. Çift, M.Trintignant'ın annesi Nadine Trintignant yönetmenliğinde oynadığı "Colette" filminin çekimleri için bulunduğu Litvanya'da buluşur.
26 Temmuzu 27'ye bağlayan gece yaşanan büyük bir kavga sonucu beyninde ağır hasar meydana gelmesiyle Marie Trintignant komaya girer ve bu ölümcül darbelerin sorumlusu olarak kabul edilen Bertrant Cantat ise önce psikolojik tedaviye sonra da gözaltına alınır.
Başarısız geçen iki ameliyattan sonra Marie Trintignant, ailesinin isteği ile Litvanya'dan Fransa'ya götürülür ve yine yoğun tıbbi çabalara rağmen 1 Ağustos 2003 günü hayata veda eder.
Müzikten çok sevilen kadın!
1962'de, Fransız sinemasının önemli isimlerinden Nadine ve Jean-Louis Trintagnant'ın çocukları olarak Paris'te doğan Marie Trintignant çok erken yaşta annesinin filmlerinde roller alarak sinemaya atıldı.
Yaptığı filmler ve takındığı politik tavrıyla kadın haklarını ve feminist düşünceyi destekleyen annesi Nadine Trintignant'ın her zaman yanında oldu ve kendisi de özel hayatını bu yönde yaşadı.
Müzisyen Richard Kolinka, aktör François Cluzet ve yönetmen Samuel Bencherit'den olmak üzere toplam dört çocuk annesi olan Marie Trintignant bir süredir Bertrant Cantat ile birlikte idi ve Bertrant Cantat'ın kendi tabiriyle "müzikten daha çok sevdiği kadındı".
"Prime Time" reddeden grubun solisti
Bertrant Cantat'nın müzik macerası ise 1980'de Normandiya'dan Bordeaux'ya gelmesi ve gittiği lisede Serge Teyssot-Gay Gay(guitar), Denis Barthe (davul) ve Frédéric Vidalenc (bass)ile tanışması ile başlıyor.
İlk zamanlarında daha çok punk ve new wave eğilimli bir grup iken, Bertrant Cantat'nın en sevdiği iki şair olan Arthur Rimbaud ve Stéphane Mallarmé'ye olan ilgisi, ve de haliyle şiire olan sevgisi Noir Désir'in müzikal çizgisinde sözlerin önemini ve ağırlığını belirler.
Grup, ilk albümü olan "Où veux-tu qu'je'regarde"ı (Nereye bakmamı istiyorsun?) 1987 yılında piyasaya sürer. Her ne kadar albümde müzikal açıdan Anglo-saxon rock tınısına bağlı kalınsa da, grubun şiirsel özelliği sözlerinde daha bu ilk albümde açık bir şekilde anlaşılır. Bu ilk albümle grup, Fransız müzik dünyasına değişik ses getirir.
1989'da yaptıkları "veuillez rendre l' âme à qui elle appartient" (Ruhu ait olduğu kişiye iade eder misiniz?) başlıklı ikinci albümleriyle grup yerini sağlamlaştırırken, genç dinleyici çevresinde ise haklı bir şöhrete sahip olur.
Ancak grup, 'prime time' televizyon programlarına veya eğlence eksenli programlara çıkmayı reddederek, şöhrete karşı olan tavrını çok net bir şekilde belirler.
Le Pen'e göndermeler
Eleştirmenler tarafından "romantik acı çekenler" diye tanımlanan üçüncü albümleri "du ciment sous les plaines" 1991'de yayınlanır.
1992 yılı ise grubun en önemli albümlerinde olan "Tostaki"nin yayınlandığı yıldır. Bu albümde Bertrant Cantat'nın pesimist ve bir o kadar da melankolik yönünü hem Fransızca hem de İspanyolca duyulabilir.
Ayrıca bu albüm, grubun Japonya ve Kanada'da var olan hayran kitlesini hatırı sayılır bir şekilde genişlemesine neden olur.
Grubun 1996'da yine bilmeceyi andıran ama dinleyicisini asla şaşırtmayan bir isimle yayınlanan "666,667 club" albümü Fransa'da en çok satanlar listesinden uzun süre inmez. Şarkıların sözlerinde ise yoğun bir politik duruş ve de özellikle aşırı sağ "Front National" (Milliyetçi Cephe) partisinin lideri Jean-Marie Le Pen'e göndermeler bulunur.
Grup, 1997'de "un jour en france" (Fransa'da bir gün) adlı şarkılarına gönderme yaparak "Un jour à Bordeaux- Bordo'da bir gün" adıyla bir festival-gösteri düzenleyip katılan yaklaşık 300.000 genci ırkçılığa ve aşırı sağa karşı savaşmaya çağırır.
Törende küreselleşme karşıtlığı
Ve nihayetinde beklenen en son Noir Désir albümü Ağustos 2001'de "des visages, des figures" (Yüzler, Figürler...)adıyla piyasaya sürülür. Bu albümle ve çıkan ilk single ile grup, Fransız popüler müziğinin en önemli ve en saygın ödülleri olarak kabul edilen "victoires de la musique" (Müzik Zaferleri) ödüllerini" en iyi rock albümü" ve" yılın klibi" dallarında kazanır.
Bu tür "pop sirk"lerine katılmama tavrı ile bilinen grup 2002 Victoires de la musique törenine bir istisna yaparak katılır ve katılımını ödül aldığı kürsüden, bağlı oldukları plak şirketi Vivendi Universal'ın en büyük patronu Jean-Marie Messier'e zehir zemberek bir küreselleşme karşıtı bir konuşma yaparak televizyon tarihinin sayfaları içerisinde ölümsüz kılar.
Bütün bu bahsettiklerimizin gruba dair teferruat olduğunu düşünmeyip, yaşanan dramın kahramanlarından birine dair önemli veriler olduğunu görürsek ortaya ilginç bir tablo çıkıyor.
Aşık olunacak erkek!
Sevgilisi Marie Trintignant'ı ölümüne sebep verecek kadar döven Bertrant Cantat, aslında içimizde sevilecek, aşık olunacak, tavırlarından,duruşundan dolayı takdir edilecek bir insan-bir erkek karakteri çiziyor. Ama işte burada yanılıyor ve onun şiddet eğilimli kişiliğini görmezden gelmeyi tercih ediyoruz.
Bertrant Cantat, bizim kafamızdaki karısını veya sevgilisini döven, söven, şiddete maruz bırakan erkek tiplemesine, özellikle Türk toplumunda kanıksadığımız simalara hiç uymuyor.
Bertrant Cantat sevgilisi için "müzikten daha çok sevdiğim kadın" diyen bir müzisyen, 2002 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Fransız solunun büyük yenilgisinin akabinde Le Pen'e karşı 2.turda Chirac'a oy vereceğini açıklayan bir solcu, küreselleşme, ırkçılık ve ayrımcılık karşıtı tavrını her daim sergileyen bilinçli bir "ünlü".
Ne var ki aynı Bertrant Cantat sevgilisini kıskançlık krizi sonrası öldüresiye döven, ve avukatı O. Metzner aracılığı ile verdiği savunmada Marie Trintignant'a vurduğunu kabul eden ama o gece, olayın geçtiği esnada "Marie'nin isterik bir vaziyette davrandığını" iddia edip, herhangi maço tavırlı hiçbir erkekten farkı olmayan bir insan.
Ve işte bu, "aslında o gece Marie isterik davranışları ile dayağı hakkediyordu" söylemiyle mazeret bulmaya çalışan tavrıdır ki, Cantat'nın, o hep ayrı tuttuğumuz saldırgan ve maço erkek tiplemesinden hiç de farklı olmadığının göstergesidir.
Tatlıses'ten farkı!
O halde Bertrant Cantat'nın, sevgililerine ve karılarına benzer şekilde davrandığını belirli aralıklarla televizyonda gördüğümüz, gazetelerde okuduğumuz, yaşadığımız toplumda maço erkek örneği sergileyen en iyi ünlü olan İbrahim Tatlıses'ten ne farkı kalıyor?
Neden Bertrant Cantat'ın böyle bir davranışta bulunacağına inanmamız bu kadar zor iken İbrahim Tatlıses ve örneklerini daha kolay etiketleyip, hakir görürcesine itiyoruz.
Bunun nedeni belki de şiddete, şiddetin kökenlerine dair cehaletimiz olabilir. Bizler sanıyoruz ki, şiddet, özellikle de aile içi şiddet sadece az gelişmiş doğu toplumlarında ve bu toplumların eğitim seviyesinin düşük olduğu sosyal sınıflarda görülür.
Yine aynı bakış açısı ile düşünüyoruz ki, sosyal ve ekonomik refah içerisinde bulunan gelişmiş batı toplumlarında, bizim artık görmeye -ne yazık ki- çok alıştığımız aile içi fiziksel veya sözel şiddet görülmüyor, yaşanmıyor.
ABD, Fransa, Belçika, Danimarka, İngiltere
Ve yine sanıyoruz ki şiddet dediğimiz olgu sadece fiziksel şiddetten ibaret. Oysa "ekonomik şiddet", "duygusal şiddet", "cinsel şiddet" gibi şiddet ve denetim çemberleri bulunmaktadır.
Bilimsel araştırmalar doğrultusunda söz konusu olan şiddete dair kanımızın yanlış olduğunu çok rahatlıkla söyleyebiliriz:
1998'de Belçika'da yapılan bir araştırmada kadınların yüzde 16,8'i şiddete maruz kalıyor ve bu yüzdeye toplumun her kesimi dahil diyebiliriz.
Amerika Birleşik Devletleri'nde (ABD) yılda 3-4 milyon kadın kocasından dayak yiyor. Ve yine ABD'de kadınların hastanelerin acil servislerine başvurmalarının bir numaralı nedeni, aile içindeki şiddet sırasında aldığı yaralar (Heise,1992).
Danimarka'da kadınların yüzde 25'i fiziksel şiddeti başlıca boşanma nedeni olarak gösteriyor (Heise,1992).
Fransa'da şiddet kurbanlarının yüzde 95'i kadın ve bunların yüzde 55'i de koca şiddeti kurbanı (Heise,1992).
İngiltere'de her 7 kadından biri kocası tarafından tecavüze uğramaktadır (Birleşmiş Milletler,1991).
Tüm bu veriler doğrultusunda görüyoruz ki, şiddet sadece bizim doğu kökenli, yarı feodal yapılı toplumumuza özgü bir olgudan ziyade, tüm toplumların çok ciddi boyutlarda yaşadığı sosyal bir problem.
Kıskançlık!
Son sözü söylemeye gelirsek de, kendimize dair olarak özellikle belli konularda entelektüel kompleksimizden kaynaklanan bir çifte standart uyguladığımızı düşünüyorum.
Hâlâ belli konularda Peyami Safa'nın Fatih-Harbiye romanındaki gibi batıya doğru gidilen yolda olup, batıda yapılan her şeyi doğru ve kusursuzmuşçasına algılamamız, oralardaki yanlışları görmemize engel oluyor.
Kim derdi ki, bundan bir yıl önce konsere geldiği İstanbul'da Noir Désir'in ulaşılamaz görülen ama bir o kadar da şarkılarıyla İstanbulluları alıp götüren solisti Bertrant Cantat sevgilisinin katili olacak?
Konserlerinde hayranlarına insan haklarından söz eden, ırkçılık ve ayrımcılığa karşı olduğunu her fırsatta dile getiren Bertrant Cantat'ın bir kıskançlık krizi sonrasında, "isterikçe hareket ediyordu" diye tanımladığı sevgilisini döverek öldürebileceğini söyleyebilir miydik?
Şiddete "ilgi"
Hiç sanmıyorum, ama dediğimizi farz etsek dahi yazının başında bahsettiğimiz kesim bizi mutlaka topa tutardı.
Ve son söze ilaveten: Noir Désir'in Eylül 2001'de çıkan "Des visages, des figures" albümü Fransız top 150 listesinden uzun zaman önce düşmüş olmasına karşın olayın hemen akabinde 2-9 Ağustos tarihlerinde 49. Sıraya yükselir, bununla da kalmayıp "Fnac.com" ve "Amazon.fr" adlı İnternet sitelerinde ise en çok satan 60 albüm listesinde iki Noir Désir albümü yer alır.
Muhtemelen bu da, küreselleşme karşıtı gruba her türlü reklamın mubah olduğu tüketim toplumunun bir göz kırpmasıdır. (AA/NM)
* Sosyolog Ayşecan Aral