Görsel: csgorselarsiv/Beyza Kural
İstanbul Sözleşmesi’nden Türkiye’nin çekilmiş olması sadece devletin verdiği uluslararası sözlerden feragat etme anlamına gelmemekte, Türkiye’de yaşayan kadınların ve LGBTİ+’ların üstünde somut sonuçlar doğurmaktadır. Kadına yönelik şiddetle mücadeleye yönelik bakış açısı ve yol haritası sunan bu sözleşmeden geri adım atmış olmanın somut sonuçlarını siz ilgililer için derledik.
Yanlış ve yanıltıcı iddia: “Sözleşme işe yaramıyordu; Sözleşme yürürlükteyken kadın cinayetleri arttı.”
Sözleşmelerin etkili olması için uygulanması gerekir.
Türkiye 2011 yılında ilk imzacısı olduğu, 2014 yılında yürürlüğe giren İstanbul Sözleşmesi’ni hiçbir zaman tam anlamıyla uygulamamıştır. Kadına yönelik şiddetin kaynağı olan toplumsal cinsiyet eşitsizliği ile mücadele etmek, failleri yargılamak ve cezalandırmak, kadınların şiddetten uzaklaşabilmesi için destek mekanizmaları ile ülke çapında kurumlar arası koordinasyon kurmak başta olmak üzere bütüncül mücadelenin önemini vurgulayan sözleşmenin gereklilikleri hiçbir zaman tam anlamıyla yerine getirilmemiştir. Sözleşmenin uygulamasında siyasi irade eksikliğine bağlı oluşan uygulama sorunları nedeniyle sözleşmenin yaratabileceği dönüşümü Türkiye’de maalesef hiç deneyimleyemedik.
Türkiye’de gerek İstanbul Sözleşmesi’nin gerek 6284 sayılı Kanun’un uygulanmasında ciddi sorunları yaşanmaktadır. Devletin yasalarının uygulayıcılar tarafından yok sayılması ve ihmalleri nedeniyle herhangi bir yaptırımla karşılaşmaması yaygın bir durum haline gelmiştir. Bu durum kadınların haklarına erişebilmek için mücadele etmek durumunda kalmalarına neden olmaktadır. Bunlara rağmen devletin kendi sorumluluklarını yerine getirmemesi nedeniyle uygulanmayan kanunlar “zaten işe yaramıyor” denilerek ortadan kaldırılmaya çalışılıyor.
Uygulama sorunları için bakınız:
Koronavirüs Salgını ve Kadına Yönelik Şiddet / Mor Çatı Kasım – Aralık 2020 Raporu https://morcati.org.tr/izleme-raporlari/koronavirus-salgini-ve-kadina-yonelik-siddet-mor-cati-kasim-aralik-2020-raporu/
Yanlış ve yanıltıcı iddia: “Sözleşme zaten uygulanmıyordu, o yüzden çıkmak çok da bir şey değiştirmez.”
İstanbul Sözleşmesi uygulanmıyorken neden kalmasında ısrar ediyoruz?
Uygulamadaki sorunlara rağmen kadınlar için sözleşme hayati öneme sahip çünkü kadına yönelik şiddetle mücadelede devletin sorumluluklarını hatırlatıyor, mücadelenin başarıya ulaşması için atılması gereken adımları tarif ediyor. Bu sayede kadına yönelik şiddetle mücadelede etkin rol alan kadın örgütlerinin ve şiddetten uzaklaşma mücadelesi verirken haklarına erişmeye çalışan kadınların devlete baskı yaparken kullanabilecekleri önemli bir referans oluşturuyor. Şiddete maruz kalan kadınlara birebir destekler veren örgütler için Sözleşme, iç hukukta düzenlenmemiş, uygulayıcıların kanunlara rağmen uygulamamakta ısrar ettiği ya da kadınların özellikli ihtiyaçları nedeniyle ortaya çıkan yeni durumlar için geliştirilen taleplerde önemli bir dayanak oluşturur.
Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmış olması, devletin kadınları ve çocukları bu gibi tehlikelerden korumayacağına, uygulayıcıların var olan kanunları kadınlar lehine yorumlamayacağına dair bir niyet beyanı ve bir kanıt niteliğindedir.
Yanlış ve yanıltıcı iddia: “Sözleşme değerlerimize aykırı.”
Sözleşme hangi değerlere dayanıyor?
İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma gerekçesi olarak “değerlerimize uygun değil”, “aile yapımıza aykırı” gibi soyut, spekülatif ve manipülatif argümanlar ortaya atılıyor. Sözleşme birbirinden farklı onlarca imzacı ülkenin tamamının kültürel yapısına aynı anda aykırı olamayacağı gibi, doğrudan ve spesifik olarak kadına ve çocuğa yönelik şiddet ve istismarı töre, kültür ve gelenekler bahane edilerek meşrulaştırılmasını önlemeyi hedefler. Sözleşmenin ortaya koyduğu yegâne değer hiçbir kadının cinsiyeti nedeniyle şiddete maruz kalmayacağı, eşit ve özgür bir dünya değeridir. Bu nedenle mülteci/göçmen statüsü, engellilik, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği başta olmak üzere herhangi bir gerekçe ile ayrımcılık yapılmasını yasaklar.
Cumhurbaşkanlığı tarafından yapılan açıklamada da değinildiği üzere Avrupa’daki kimi ülkelerin de sözleşmeye dair benzer gerekçelerle çekincesi var. Bu ortaklık, hiçbir kültürel ya da inanç benzerliği olmayan bu toplumların tek ortak özelliğinin kadınlara karşı ayrımcı tutumları olduğunu gösteriyor.
İstanbul Sözleşmesi kadına yönelik şiddetle mücadele eden, kadınların deneyimlerini gören, onlardan öğrenen, şiddetin her kadının hayatındaki farklı tezahürlerini ve şiddetten uzaklaşmaya çalışırken karşılarına çıkan engelleri gören uzmanlar tarafından yazılmıştır. Bu denli kapsayıcı, açık ve detaylı bir metin olmasının nedeni kadınların deneyimleri ve ihtiyaçları merkeze alınarak yazılmış olmasıdır.
Yanlış ve yanıltıcı iddia: “Bunlar Batı’nın değerleri”
Kadın hakları evrenseldir!
Kadınların eşitlik ve şiddetten uzak bir hayat sürme haklarına dair taleplerini “yabancı” ve “aykırı” olarak damgalayan argümanlar toplumda var olan cinsiyet eşitsizliğini derinleştiriyor; kadınların şiddetten uzaklaşma hakları bu bahanelerle engelleniyor; yetkililer benzer saiklerle görevlerini yapmıyorlar; ve kadınlara sunulan destekler kadınları merkeze alarak onları güçlendiren bir odaktan hızla uzaklaşarak aile yapısının korunması odağında politikalara kayıyor.
Sözleşmeden çıkılması tartışmasında kullanılan bu söylemler Anayasa’nın eşitlik ilkesini ihlal etmektedir.
Uygulama İstanbul Sözleşmesi nasıl kullanılıyordu?
Örneğin bir kadın maruz kaldığı şiddet nedeniyle mekanizmalara başvurmak için avukat desteğine ihtiyaç duyduğunda avukat ücretini karşılayamıyorsa baronun adli yardım birimlerinden ücretsiz avukat desteğine herhangi bir maddi kanıt aranmaksızı erişilebilmelidir. Sık karşılaşılan bu sorun İstanbul Sözleşmesi dayanak gösterilerek çözülüyordu.
Şiddetten uzaklaşıp yeni bir hayat kurmaya çalışan kadınlar kendileri ve çocukları için maddi desteğe ihtiyaç duyuyorlar. Mülki amirliklerin ve yerel yönetimlerin şiddete maruz kalan kadınların şiddetten uzaklaşma sürecinde sağladığı sosyal yardım kriterlerinin kadınların özgül durumunu göz önünde bulundurmadığı hallerde İstanbul Sözleşmesi dayanak gösterilerek destek almalarını sağlıyorduk.
Oturma izni, ikametgah, geçici koruma ya da uluslararası koruma mevzuatlarına göre kayıt süreci tamamlanmamış, herhangi bir kağıdı olmayan ve şiddete maruz kalan kadınlar için talep edilen her destek için tek dayanak İstanbul Sözleşmesi’ydi. Kadınlar kayıtlı olmadıkları zaman maruz kaldıkları şiddette karşı destek alamıyorlar. Vatandaşlık statüleri, var olan haklardan yararlanmaları önünde bir engel teşkil ediyor. Kadınlar ne 6284 sayılı Kanun’dan ne de sığınak ya da sosyal destek hakkında yararlanabiliyorlar. Şiddet ve çaresizliğe terk ediliyorlar.
Türkiye’de kadına yönelik şiddetle mücadeledeki yanlı yaklaşım ve mekanizmalardaki eksiklik ve nitelik sorunlarına karşı da sözleşme önemli bir dayanak oluşturarak talepleri meşru kılıyordu.
Türkiye’de şiddete maruz kalan kadınlara bütüncül destek sunulmuyor. Bütüncül destek sunmak, kadınların şiddet hikayesini ve yaşam şartlarını göz önünde bulundurarak biricik ihtiyaçlarına yanıt vermektir. Türkiye’deki çalışma yöntemine bakıldığında ise örneğin uzaklaştırma kararı alan bir kadının geçimini nasıl sağlayacağı gibi yaşamsal ihtiyaçların dahi düşünülmediği görülmektedir.
Bir diğer temel sorunlardan biri ise, İstanbul Sözleşmesi’nin temel ilkelerinden biri olan koordinasyonun eksikliği. Kadınlar gizlilik kararı aldığında, kararın uygulanması için kurum kurum işleme aldırmak zorunda kalabiliyor.
Genel bir yaklaşım sorunu olarak ise kadınları merkeze alarak onları toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yarattığı eşitsizliğe karşı güçlendirecek bir yaklaşımın eksikliği. kadıların güçlenmesinden ziyade aileyi merkeze alan politikalar uygulayıcılara da sirayet ediyor. Kolluk kuvvetleri kadınların şikayetlerini almaktan imtina ederek şiddet uygulayan erkeklerle barıştırmaya çalışırken boşanmış ve evlenmemiş kadınlar sosyal desteklerin tamamen dışında kalıyorlar.
Türkiye’de, cinsel şiddete maruz kalan kadınların destek alabileceği bir tecavüz kriz merkezi bulunmuyor. İstanbul Sözleşmesi’nde açıkça belirtilen bu gereklilik için Türkiye sözleşmenin yürürlükte olduğu süre zarfınca hiçbir adım atmadı.
“Sözleşme için verilen mücadele kadınların kamusal alanda eşit ve özgür var olabilmesi mücadelesidir.”
İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması için uzun zamandır kampanya yapan grupların asıl hedefinin kadınların ve çocukların her türlü hakkının gaspı olduğunu görüyoruz. Bu gruplar kadınların şiddetten uzaklaşabilmesi şöyle dursun kamusal alandaki varlıklarını dahi tehdit olarak görüyorlar. Hedeflerinin İstanbul Sözleşmesi ile sınırlı kalmadan 6284 sayılı Kanun, çocuk istismarcılarına affın önünü açan TCK 103 düzenlemesi, nafaka hakkı, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) ve Çocukların Cinsel Sömürü ve Cinsel İstismara Karşı Korunmasına İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi (Lanzarote Sözleşmesi) ile devam ettiğini beyanlarından biliyoruz. Bu durum saldırıların “değerlerimize aykırı”, “topluma yabancı” şeklinde damgalanan bir uluslararası sözleşmeden öte işin özünde kadınların eşitliğine ve özgürlüğüne karşı olduğunu ve erkek egemenliğini pekiştirme amacı taşıdığını gösteriyor. Bir hukuk devletinde kulak vermek şöyle dursun ayrımcılığı teşvik ettiği için cezalandırılması gereken bu tutumların ödüllendirildiğini ve politik söylemin de aynı çizgide örüldüğünü görüyoruz. Herkesi kadın düşmanlığının ve nefretin adını koyup teşhir etmeye davet ediyoruz.
Bundan sonra kadın örgütleri ne yapacak?
Mor Çatı, pek çok kadın örgütü gibi Danıştay’a iptal davası açmayı planlıyor. Hukuksuz bir şekilde alınan bu kararının iptalinin takipçisi olacağız.
Ayrıca İstanbul Sözleşmesi’nin kadınların şiddetten korunma ve şiddetten uzaklaşma sürecinde hayatlarına ne kadar doğrudan etkisi olduğunu öne çıkarmaya devam edeceğiz.
İstanbul Sözleşmesi’nin halen uygulamada olduğunu ve bu kararı tanımadığımızı hatırlatarak sözleşmenin sunduğu haklarda ısrar etmeye, erkek şiddetine karşı mücadelemizi sürdürmeye devam edeceğiz. Bu sürecin kadınlar açısından cesaret kırıcı olabileceği gibi uygulayıcıların da keyfi tutumlarını artırarak uygulamadaki sorunları derinleştireceğini düşünüyoruz. Oluşacak olası sonuçların takipçisi olacağız.
Mor Çatı’ya başvuran kadınlar sözleşmeden çekilmiş olmayı nasıl yorumluyor?
Kadınlar sözleşmeden çekilme kararının zaten sık sık karşı karşıya kaldıkları güçlükleri artıracağından korkuyorlar. Duydukları üzüntü ve endişeyi “Bizi erkeklerin insafına bıraktılar” “Bizi erkeklere yem ettiler” gibi sözlerle ifade ettiler.
İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı Kanun’un etkin uygulanmaması nedeniyle kadınlar can güvenliği tehdidi altında, yıllar süren mücadeleler vermek durumunda kalıyorlar. Sağlık, eğitim, istihdam gibi temel haklarına erişemeyip, hayatlarını yeniden kurmakta güçlük çekiyorlar. Yaşanan hak kaybı, kadınların hayatlarındaki zorlukları kısa ve uzun vadede artıracaktır.
(EMK)