* Bir ülkeyi anlamak istiyorsan diye yazmıştınız.
- Bir ülkeyi anlamak istiyorsan önce üniversitelerine bakacaksın. Sonra ağır ceza mahkemelerine, ardından koltukçu dükkanlarına.
* Neden koltukçu?
-Piyasası var ise oradan belli olur ülkenin yaşadığı düzey.
* Bizde bugün durum nasıl?
-Bizde koltukçu dükkanları çoktur. Türkiye kentleşme dönemini yaşamak istiyor ama çok geç kaldı. Biri Trabzon'dan biri Urfa'dan, nasıl kentleşeceğiz ki? Bak sana bir şey anlatayım. 30-35 yıl önce gazeteye geldim, baktım bir tartışmadır gidiyor. Rumelili muhabir, Urfalı fotoğrafçı. Urfalı makineye film koymayı unutmuş. Rumelili diyor ki "Ha yoktur bu cancağazın kafacağızında akılcağızı, koymamıştır makinecağızın içine filmcağızı."
* Ya Urfalı ne cevap veriyor?
-Kızıyor, diyor ki, "Anani avradini" (Gülüyor). Değil mi hayatım, bunları bir araya toplayıp kent yaratacaksın. Zor değil mi? Bu kadar değişik bölgeden bunca adam...
* Bir de ulusal gelir dağılımı var sizin sıkça yazdığınız...
-Var tabii. Vatanın milletin bölünmez bütünlüğü bir tarafa, gelir dağılımı bir tarafa. Şimdi bakalım manzaraya. Nişantaşı, Bağdat Caddesi ve çevresinde yaşayanlardan 13 kat daha aşağıda bir kesim var. Zaten bu saydıkların yüzde onluk bir kesim ki bu da 7 milyon eder. Gerisi ne yapıyor? Milli birlik sadece coşkuda, bayrak sevgisinde olmaz, bir de ekonomik açıdan denge sağlamak lazım. Eğer milli birlikten söz ediyorsan sen bilimsel olmaktan çok politik olmaya yönelmişsin demektir.
* Yani cep dolmadan Vatan, Millet, Sakarya pek de geçerli değil.
-Eh değil tabii. Çünkü herkes vatanı düşünüyorum derken bir de emekli maaşını düşünüyor. Yakında emekli olacaklar, ne ele geçirecekler, yani o evdeki konuşma, dışarıdaki konuşma hep aynı plak, bir de şudur aslında... Mesela Mehmet Akif'in bir dörtlüğü vardır; Geçmişten adam hisse alırmış, ne masal şey Kaç yüz senelik kıssa, yarım hisse mi verdi Tarihi tekerrür diye tarih biliyorlar Hiç iffet alınsaydı tekerrür mü ederdi?
Onca silahı ne yapıyoruz?
* Dönüp dolaşıp politikacıların aynı söylemine geliyoruz. Değişen bir şey yok yani.
-Yeni lafı yoktur politikacının. Vatan, millet bayrak falan... Bunların hiçbiri ekonomik açıdan gölge yaratmaz. Halbuki çok çabuk değişen bir dünyadayız. Teknoloji sürekli ilerliyor. Düşünsene ben eskiden 7 saat beklerdim Ankara'ya telefonla bağlanmak için. Şimdi saniyede bir trilyon iletişim gerçekleşiyor. Hata burada zaten. Politikacı bütün değişimlere rağmen söylemini değiştirmiyor. Aynı plak, vatan, millet sevgisi. Aşıldı artık bunlar.
* Daha eski hesapları kapatamadık ki biz. Süleyman Demirel derin devleti anlattı, ardından Kenan Evren ve Bülent Ecevit, hatta siz de yazdınız.
-Hayatım, önemli olan silahları kimin verdiği. Meseleye oradan bak. Türkiye'de yıllık silah alımları 12 milyar dolardır. Nereye kullanıyoruz biz bu silahları? Bu silahlar nereye gidiyor?
* Nereye?
-Değil mi efendim? Soru bu olmalı işte. Kime neye karşı kullanıyoruz biz bu silahları? Ondan sonra çıkıp derin devlet anlatıyorlar. Sen hem burada dünyaya kafa tutarmış gibi içeride trampetler çalıyorsun hem de 130 milyar dolarlık bir borç hikayen var. Borcu tekrar alabilmek için sadece faizini ödüyorsun.
Mehmetçik ne durumda?
* Hükümet kafa tutuyor ama ekonomik olarak dünyaya eli mahkûm. Muhalefet ortada. Sürekli silah alınıyor? Peki çözüm nedir?
-Çözüm meslek sahibi olmakta. Neden sürekli politikacı üretiyoruz biliyor musun? Çünkü rantı çok fazla da ondan. Türkiye'de en büyük rant politikada. Yine dönüp dolaşıp koltuğa geldik bak; Türkiye'de meslek yok.
* Çoğunluk meslek sahibi olmak yerine koltuk sahibi olmayı tercih ediyor yani.
-Tamamen. Çünkü o koltuk güç getiriyor. Mesleklerin daha yaygın olduğu burjuvazilerde silah alımları, burjuvanın istediği kadar olur öyle gelişigüzel değil. Yoksa düşün bakalım başka ülkelerde sen bu kadar adamı zorunlu olarak askere alabilir misin? Üretim düşer batarsın be (gülüyor). Değil mi? Mehmetçikle övünüyoruz, bak bakalım hali vakti nasıldır, keyfi yerinde midir? Bunlar insandır, yaşaması lazımdır. Öyle kolay değil yani.
* Yani her şey ekonomik. 2005 yılındayız 40 saat su kesildi örneğin.
-İşte onu anlatıyorum. Gerçi vatanı düşünen kıçını düşünmez ama (gülüyor). Demokrasi diyoruz ama kendimizi dünyaya güldürüyoruz.
Ya Orhan Pamuk haklıysa?
* Ermeni soykırımı tartışmaları için ne düşünüyorsunuz?
-Eğer bir laf 90 senedir devam ediyorsa orada bir sakatlık vardır. Ne zaman yıldönümü gelse aynı hikaye. "Sen 90 senedir ne yaptın? diye sormazlar mı millete. Bir kere yönetim açısından bir sakatlık var. Sen eğer 90 yıl bir şeyi çözmezsen senin sözüne de güven azalır.
* Ya Orhan Pamuk'un çıkışı?
-Şeffaf olmak gerekiyor her konuda. En azından konuşuyor olmak. İkincisi bir yazar herkesin yazarıdır. Saf Orhan Pamuk dediğin zaman herhangi bir yerde doğmuş olabilir ama bir yazar o ülkenin bir parçasıdır. Ya dediği doğru çıkarsa Orhan'ın? Ya haklıysa?
* Türkler Ermeniler'i katletti mi denilecek?
-Ne bileyim ben? Bir dahaki yıl politika değişir; o zaman da belki onu söylemek uygun düşer. Önce oradan oraya sürgün edilmiş diyorlar. Dikkat et, kavramları iyi kullanmak lazım aslında. Acaba bir iç savaş var mıydı, neydi durum? Sen kalkıp kendi vatandaşını mahkemeden geçirmeden suçlayamazsın, o da ayrı bir konu. Dolayısıyla ortada gerçekler yok, sadece anlatılanlar var. Herkes olayı alıyor kendi politikasına uygun hale getiriyor. Ben pabuç diyorum o duvarı gösteriyor (gülüyor). Yani böylesine komik bir durum var.
* Nasıl çözülecek peki?
-Öncelikle tariflerin doğru yapılması gerekiyor. Kimse kendi devletinin bile tarifini yapmıyor.
Gerçekten korkuyoruz
* Nedir devletin tarifi?
-Kamu hukuku doktrinlerine göre devlet millet el ele. Böyle bir laf olur mu? Yani devlet: Hazineden geçinen yönetilenlerdir. Yönetenler değil. Mutlak ülke rejimlerinde yani imparatorluklarda "devlet benimdir" denilmiştir. Ee peki nasıl oluyor demokrasi? Ülkede bir yöneten var bir de yönetilen. Yönetenler aslında yönetiliyorlar ama farkında değiller.
* Ne demek bu?
-Basit, o yüzden "Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir" deniliyor ya hayatım. Peki ben de soruyorum o zaman nasıl olacak devlet millet el ele yahu? İşte daha biz bunu çözememişiz. Kavram kargaşası yaşıyoruz. Kendi içinde çelişkiye düşen insanların sözlerine ne kadar güvenilir? Yani Ermeni meselesine geliyoruz tekrar.
* Niye tabu kabul edilen konuları konuşmaktan çekiniyoruz? Ya da birisi çıkıp yanlış ya da doğru bir şeyler söyleyince Orhan Pamuk misali, niye onu linç ediyoruz?
-Korkuyoruz hayatım, korkuyoruz. Yaşam seviyesi açısından Yunanistan'ın bile 60 basamak altına düşmüş durumdayız. Bu yenilgi değil mi sence? Televizyonlara bir sürü adam çıkıp bir sürü şey tartışıyorlar ama asıl konuyu kaçırıyorlar.
* Asıl konu ne?
-Örneğin ekonomi gerçek anlamda hiç tartışılmıyor. Ya da Almanya'daki Adalet Bakanlığı'nın bütçeden yüzde kaç pay aldığı hiç gündeme gelmiyor. Kimse çıkıp da Türkiye'de Adalet Bakanlığı bütçeden binde 3 alıyor diye feryat etmiyor.
* Neden etmiyor?
-Çünkü reytingi yok. O yüzden her yıl Ermeni meselesi tekrar tekrar gündeme geliyor. Herkes başka bir yerinden reyting sağlıyor ama önemli olan gerçeklerin konuşulması. (BP/BA)