Doğduğum Kadıköy'den ayrıldıktan sonra daima İskenderun'da yaşadım. Eğitimime burada başlayıp, Ticaret Lisesini bitirdim.
Kırtasiye yürümedi
İlk önce esnaflık yapmaya başladım. Kırtasiye ürünleriyle gazete satıyordum. Bunu da zorunlu olarak yaptım çünkü siyasi nedenlerden hakkımda açılan davalar vardı.
Kendisi de kırtasiyeci olan babam, "gel, sana kırtasiye dükkanı açalım. Bir köşede otur, hem de esnaf olursun, daha iyi olur " dedi. Ancak yürütemedim. Bir yıl sonra kapattım orayı.
Asıl gazetecilik "Akdeniz"de
Gazeteciliğe 1986 yılında, 31 yaşındayken başladım. İlk olarak mesleğe bir süre önce kapanan Adana'daki bölgesel "Dönüm" gazetesinin temsilciliğini alarak başladım. Orada bir yıla yakın çalıştıktan sonra yürümedi. Ondan sonra Hatay'da "Sesimiz" adında bir gazetenin temsilciliğini yaptım ama o da fazla sürmedi.
Ardından, İskenderun'un köklü gazetelerinden ama şu an kapalı olan "Akdeniz" gazetesinde çalıştım. Bir diş doktoru arkadaşımızın tavsiyesi üzerine oraya girdim. Asıl gazeteciliğe de günlük olarak çıkan bu gazetede başladım.
İki gazete birden
Gazetenin çizgisi ile benim görüşüm ters olmasına rağmen gazeteye büyük bir ivme kazandırdık. Seçtiğimiz haberler, görüşlerimiz, yorumlarımız farklı olmasına rağmen başarılı olduk ve girmemizle gazetenin satışı 400-500 kadar arttı.
1990'a kadar burada çalıştım. Ondan sonra belirli konularda anlaşamadık ve oradan ayrıldım. Şu anki "Demokrat İskenderun" gazetesi ise sonradan gittiğim, haberlerini yapmaya yardımcı olduğum ve tipo baskı yapılabilecek bir gazetede doğdu.
1993'ün Haziran'ı idi. Yani hem o gazetenin haberlerini yapıyordum hem de gazetemiz orada günlük olarak çıkıyorduk.
Baskılar başladı
O matbaa içerisindeki yaşam altı ay sürdü. Ondan sonra oradan ayrılmak zorunda kaldık çünkü olmuyordum : Haber yazdığımız gazetenin patronu bizim çıkardığımızın gazetenin haberlerini alıyor kendi gazetesine koyuyordu. Böyle bir terslik olunca da kendi yerimizi kiraladık ve gazetemizi özgür bir biçimde çıkarmaya başladım.
İskenderun'da gazeteye baskılar, kurulmasından hemen sonra başladım. 1994'teki Belediye Seçimleri'nde gazetemiz, yıllardır hizmet yapan Sosyal Demokrat Belediye'ye yakın duruyordu. Aday olarak tanıdığım bir arkadaşım vardı. Adayı desteklemek için özel sayılar da çıkardık.
Özel sayıları dağıttıktan sonra içindeki yazılar diğer adayı çok rahatsız etti. Kaldı ki, bu aday bizim geçmişteki gazeteciliğimize değer veren, yazılarımızı okuyan birisi idi. Benim yazıhanem onun işyerinin hemen altındaydı zaten.
Bizim gazete Belediye'de yasak!
Arkadaşımın yenilmesinden hemen sonra ise Belediye'nin aktif saldırıları başladı. Yapılan haberlerden dolayı 1994'te zaten bıçaklandım. Saldırıyla birlikte tüm demokratik kitle örgütleri ve emekten yana güçler bana sahip çıktılar.
Ayrıca gazete kendi özgür kimliğini ortaya koyunca belirli egemen çevrelerinin tepkisini çekti. İlk yasaklama Belediye'den geldi. Belediye encümen kararıyla gazetenin alınmasını yasakladı.
Bütün gazeteleri alıyorlar Demokrat İskenderun'u almıyorlar. Şu anda da devam ediyor bu yasak. Bugüne dek gazeteye 20'ye yakın dava açıldı. Yalnızca birinde ben ve yazı ileri müdürüm para cezası ödedik. Bana karşı ise iki fiili saldırı oldu.
Babamızı vurdular
En kötü anımı zaten bu dönemde yaşadım. Birkaç yıl arayla iki kez bıçaklanmam, eşim ve çocuklarımı şok etti. Dondular. Hastaneye geldiler, benimle resimleri çıktı "Babamızı vurdular bir daha vurabilirler.
Zaten mahkemelere de çıkıyor" diye düşünüyorlardı. Durumum evi bayağı etkiledi. Ama izlediğim yolun doğru olduğunu o zaman onlara anlattım da. Sonradan gelişen süreçte de haklı çıktığım da anlaşıldı.
Belediye başkanı: Bu gazeteyi almayın
Bir ara, yani bu saldırılar dışında, gazeteyi çıkaramayacak duruma geldim. Ekonomik yönden bayağı sıkıştırdılar, bunaldık. Açılan davalar, yapılan baskılar, tehditler...Belediye Başkanı bir gün televizyona çıkarak, gazete ile ilgili "Bunlar ideolojik gazetecilik yapıyorlar. Bunlar PKK'lı, bunlar bölücü. Bunun gazetesini almayın, biz almıyoruz" şeklinde sözler sarf etti hakkımızda.
Bu etkilemeye bütün yöneticiler katıldı kente. Bir dağıtım elemanımı 3 yıl önce sokakta sıkıştırıp dövdüler. Araçtan inen iki kişi dağıtımcımızı otelin yanında dövdüler. Aracın plakası dahil tüm bilgileri Savcılığa, Kaymakama, Valiye bildirdik. Haber yapınca da geri adım atıldı. Vali aradı, diğerleri aradı ve geri adım atıldı. Bunlar durdu.
Gazete şu an abone satışlarla ayakta kalıyor. Gazeteyi yaygın bir çevreye yayıyoruz. 800 kadar gazete dağıtıyoruz. Bunun 100-150'si zaten bedavaya gidiyor. Zaten İskenderun'daki okurların hepsiyle içli dışlı olduk. Bu nedenle gazete parasını tahsil etmekte zorlanıyorum.
Düşman da kabul etti
Gazetecilikten oldum bittim haz aldım. Gazete bir tek görevi yerine getirmedi. Başarılarımız süreklilik gösteriyor. Belirli bir çevre tarafından özellikle okunan, takip edilen bir gazeteyiz.
Sağcısı solcusu, benimseyeni, benimsemeyeni, herkes gazeteyi böyle benimsedi. Bu ülkeyi korumaya bakıyoruz. Hatta bunu belli kesimler de kabul etti.
Bana bir süre önce zarar verenler şunu dediler : "Yahu bırakın artık, adam kendi ilkeleri doğrultusunda gidiyor artık. Herkes bunun gibi olsun. Diğerleri gibi yalaka şöyle böyle olmasın" diyorlar artık. Bu bilgileri de onların yanındaki dostlarımızdan alıyoruz. Bu bizim için çok olumlu bir şey, düşmanımız bile bizim ciddi olduğumuzu kabul etti.
Bana saldırı haber olmadı
Çevremiz bize sahip çıktı çünkü yazılmayan haberleri biz yazıyorduk. Bunları yazdığımız için zaten saldırıya uğramıştık. Çünkü bizden başka ezilenlerin sorunlarını dile getiren gazete yok.
Hatay'daki 15 gazete içerisinde tek muhalif gazete. Diğer gazeteler saldırıya uğramamla ilgili haberimi bile yapmadı.
Yargılandığım basın davasına hiç bir gazeteci gelip de destek vermedi. Cemiyette toplandığımızda duruşmamı duyurmama rağmen, bildikleri halde gelmediler.
Avukatlar bile davaya girmiyor
Cemiyet yönetimleri üzerine egemen güçlerin etkisi var. "Almayın bu insanı yönetime" diyorlar. Karşı tarafın korkusuyla avukatlar bile davamıza girmiyor.
Özgür yayıncılık yapabildiğimizi düşünüyorum ama bu davalar açıldığında acaba şu kelime olabilir mi, olamaz mı diye düşünmeye durumunda kalıyoruz. Genellikle özgür yayıncılık yapabildiğimizi düşünüyorum.
Mesela İnsan Hakları Derneği'nden açıklamalar doğrudan bana Ankara'dan gönderiliyor. Örneğin, Abdullah Öcalan'ın tecritte tutulmasıyla ilgili açıklamayı dün bir tek Özgür Gündem de gördüm, başka bir yerde göremedim.
Biz her türlü baskıya karşı olduğumuz için ve yalnızca Abdullah Öcalan'a değil herkese yapılan baskıya karşı olduğumuz için.bu açıklamayı kullanacağız.
Kan ve sıkıntı istemiyoruz
1974-75 yıllarında Türkiye'yi iki defa gezdim. Gezerken yabancı arkadaşlarla birlikte olduk. O zamanlar İngilizce de konuşuyordum. Bana mesleğim sorulduğunda gazeteciyim diyordum. İşte sevdiğimiz için bu işin zorluklarına katlanıyoruz. Belli ara dönemler oldu, "yahu bırak" diye.
Özellikle aileden böylesi talepler bir ara yoğunlaştı. "İşine, gücüne, kazancına bak, eve beş kuruş para gelmiyor. Bir ekmek yiyoruz. Kan, sıkıntı istemiyoruz" dediler. Diğer çevrelerden de geldi. "Bırak şu gazeteciliği. Başına gelmeyen kalmadı. Buraya sen mi kurtaracaksın. Bu kadar gazeteci bırak, sen işine bak" diye.
Şu an ise, ekonomik açısında çok iç açısı değil ama kararlı olmamız, ilkeli olmamız ve ödün vermememiz, bize geniş bir çevre kazandırdı. O kitlenin hem bize desteği var hem de bunun bize verdiği manevi hazzı var. Artık bize karşı taraftan olumsuzluk gelemiyor, bunlara bağışıklık kazandık.
Yerel basın istenmiyor
Aslında Türkiye'nin kalbi yerel basındır. Asıl sorun ekonomiktir. Ama bölgelerinde bizim gibi özgür yayıncılık yapmaya kalkarlarsa egemenlerin orada güçlerinin baskılarına maruz kalırlar.
Kendileriyle uğraşılır, çabuk tedirgin olurlar. Kendilerine normalde destek veren çevrelere ulaşamazlar. Devletin şu anki işleyişi yerel basının sesini tamamıyla kesebilmek. Çünkü yaygın medya tamamen holdingleşti, tamamen büyük patronların ellerinde.Onlar diyor, şunu yazacaksınız, bunu yazmayacaksınız.
Ben buna gazetecilik demiyorum. Böyle gazetecilik olmaz. İnsan özgür biçimde düşüncelerini ifade edemiyorsa, kelime getiremiyorsa, kimse onlara gazeteci demesin. Burada cesaret çok önemli.
Haberi yaz, fotoğrafı çek, gazeteyi dağıt!
1998'den beri sarı basın kartım var. Bir ara kartımı almaya kalkıştılar. Aldılar bir ara, ben de itiraz ettim. Geri aldım ama bir süre önce olan avantajları kalmadı.
En azından ev, iş telefonlarından yarıya kadar bir indirim oluyordu Ulaşımımızda, trene ve ya uçağa binerken yararlanıyorduk. Bu bizi biraz rahatlatıyordu. O da kalmadı.
Benim gözümde yerel medyada çalışan biri, yaygın medyadaki çalışana göre daha üstündür. Çünkü biz her şeyi birden yapıyoruz. Fotoğraf çekerler, para tahsilatı yaparlar, mahkemede kendilerini savunurlar, gazeteyi dağıtırlar. (EÖ)