Geçen yıl aldılar memesini; koltuk altındaki dokuları da... Şimdi memesiz, bir de o yandaki kolu diğer kolunun üç katı büyüklüğünde, yani şiş.
Vücudunda bir dolu kimyasal madde. İlaçmış. Öldürmek için öldürücü kanser hücrelerini. Aklımızdaki soru, sonu?
Yaşama isteği, hepsinden önemlisi
Yakın dostumuz olan bir profesörün de, kanser diye memesini,aldılar yıllar önce. Onun yaşama isteği herkesin ötesinde.
Benim kuaförümün memesi de, bu sene alındı. Aylarca bakamadı kendi bedenine de, banyosunu giyinik yaptı, canım.
Ne doktoru, ne kocası, ne de başkası anladı; O, bir tutam ete, ne diye takılı kaldı.
Böyle bir tutam et deyip, kadın memesinin kesilmesini küçümseyen erkek milletine, kendi önemsediklerinin daha küçücük bir et parçası olduğunu anımsatmazsam olmaz. Belki o zaman anlarlar ameliyatlı kadınların protez ihtiyacını, diye.
Neyse.
Arkadaşım, arkadaşımın patronu, kuaförüm...
Diğer memesinden de varmış şimdi şüphesi, hem arkadaşımın hem kuaförümün. Ömürleri geçiyor hastane koridorlarında. Hastalığın derdine eklenen ilaçların yan etkilerinden kaynaklanan sorunlarla didişmekteler.
Geçen ay, çoktandır görmediğim bir arkadaşıma rastlamıştım. Bir diğer ortak arkadaşımızı, arkasından çekiştirelim dedik.
Olmadı. Elvermedi içimiz. Memesinde kanser çıkmış çünkü. Aldırmış. Depresyondaymış. Kimseyle görüşmüyormuş. Çok sevdiğim bir arkadaşım değildi. Ama sıkıysa dedikodusunu yap şimdi.
Geçen hafta bir düğüne gitmiştim. Bir yakınım, hazır seni bulmuşken deyip, düğün salonunun tuvaletinde baktırdı bana, şüphelendiği memesini.
Evet bir kitle vardı. Evet muhtemelen onun memesi de...
Dün bir arkadaşım telefon etti. Hiç sevmedikleri bayan patronları, kanser olmuş. Apar topar ameliyat olmuş. Memesinden.
Onun korkusuna, bir diğer iş arkadaşı gitmiş kontrole, hiçbir şikayeti yokken.
Şimdi o da ameliyata hazırlanıyormuş. Şoktan çıkar çıkmaz kendisi de gidip bir baktıracakmış.
Çok korkuyormuş.
Daha sayayım mı etrafımdaki meme kanserlilerini.
Üyesi olduğum derneğin başkanından başlayıp, komşuma uzanan liste ile, daha da bezdireyim mi sizi.
Doğru, yok hiç gereği.
Düşününce bir o kadarlık liste de sizden çıkar.
Sonra daha bunun akciğer kanseri var. Mide kanseri var. Bağırsaklar, rahim, rostat, tamam hepsini saymayayım bütün organlar ve hatta, kan falan gibi organ olmayan dokular da var.
Saç boyaları, parfümler, losyonlar...
Neden diye düşünürken, şöyle bir baksak diyorum, etrafımıza.
Ya kafamıza sürdüğümüz, güvenli saç boyalarımıza kurban veriyorsak, memelerimizi?
Canım mesela dedim. Bildiğimden değil.
Koltuk altı ter kokularımızı engelleyen, şu sıkılan ya da yuvarlanarak sürülen şeylerdeyse sorun.
Onlar hiç kuşkulanılmayan, güvenliler listesinde, ama doğrusu benim biraz benim kuşkum var..
O çiçek gibi, böcek gibi, meyve gibi kokmamızı sağlayan (niyeyse) parfümlerimiz de var.
Losyonlarımız, şampuanlarımız, spreylerimiz, kırışık kremlerimiz var.
Nemlendiricilerimiz, yağlandırıcılarımız, yağ gidericilerimiz, ..., var.
Hepsi güvenli.
Sadece onlar mı güvenli?
Yağlar, soslar, tavuklar...
Kızarmış patateslerin kızartma yağları da güvenli.
Bandır bandıra yediğimiz sarı, kırmızı, beyaz soslar da güvenli.
Kızarmış piliçlerimizin, lezzetli olsunlar ve de çabuk büyüsünler diye doğdukları günden kesildikleri güne kadar yedikleri yemler de güvenli. (Kim hatırlar, pişsin diye düdüklü tencerede bir saat kaynatılan o kart horozları. Güzel kızarsın diye güzel soslara batırılan altın gibi parlayan piliçler o yavan tadı çoktan unutturdular.)
Güven ve emniyet deyince, düşündüm de;
Mc bilmem neredeki, tertemiz, el değmeden hazırlanmış o güzelim çocuk mönüsünü, bir mönü fiyatı kadar haftalık alan bir büyükçe çocuğun her daim sildiği en turuncu masalarda, hediye oyuncakların keyfiyle yutan şanslı şişko çocuklar nerede, komşu tarladaki ağaçtan çaldığı tozlu meyveyi koluna silip yiyen, sümüklü, afacan, cılız veletler nerede.
Nereden nereye geldik, di'mi?
Kan kanseri olan bizim çocuklar için gidilecek baloda giyilecek elbiseye, uygun ayakkabı almak için çarşıya çıkmanın zamanı şimdi.
Çarşıda iş uzarsa kim dert eder. Artık her çarşıda, hatta her dükkanda bir cafe, her cafede sağlıklı, güvenilir, mısırlı bir salata ve de diyet kola var. Sakarinli tatlılar var. Tansiyon hastalarına, şeker hastalarına, vejetaryenlere, diet yapanlara özel mönüler var.
Artış yok da...
Eskiden bu kadar şeker hastası, tansiyon hastası, kalp hastası, felç hastası yoktu, diyenlere itiraz edip "Eskiden de vardı ama kimse ne hastası olduğunu, neden öldüğünü bilmiyordu ki. Artış martış yok. Sadece saptananlar çoğaldı" diyenler de var.
Düne bakmak ne işe yarar ki. Düne boş verelim.
Bugün; benim annemim tansiyonu, kalbi ve de göbeği var. Bunlar için aldığı ilaçlar bozdu ruh sağlığını, antidepresan denilen ilaçlar eklendiler. Onlar öylesine öfkeli kıldı ki, bu sefer yatıştırıcı ilaçlar gerekti. Kemik erimesi için, ağrıları için, takviye için, filan derken koca bir liste ediyor, içtiği ilaçlar.
Bugün; benim babamın tansiyonu, damar bozukluğu, sigarası, alkolü var. Aldığı ilaçlar bozdu dengesini, anti depresanı, yatıştırıcısı, takviye vitamini var. Liste uzun.
Bugün, benim kocamın...
Bugün, benim kızımın...
Bugün, benim kendimin...
Listeyi yazmayışım bezdirmemek için, satırları başlatışım, ailemde hastalıkların yaygınlığını ifade edebilmek için.
Sizin listenizi istesem, eminim üç aşağı beş yukarı, farklı değil, en azından uzunluğu.
Şimdi yazının başından beri gevelediğim soruyu soruyorum size;
Yaşam biçiminin hiç mi alakası yok?
Yok mu bunların doğayla ilişkimizin biçimi ile, seçtiğimiz yaşam biçimi ile bir alakası.
Doğaya gereksiz yere saldırmanın, teknolojiye tapınma hastalığının, yenilen içilenlerin, sürüp, sürüştürülenlerin, velhasıl çağdaş yaşam biçiminin benim ailemin sağlık sorunların ile bağlantısı yok mu?
Sizinkilerle yok mu?
Peki kabul ediyorum. Benimki boş gevezelik.
Ben ne anlarım ki bunlardan.
Uzmanı mıyım ki bu konuların ulu orta ahkam kesiyorum.
Benim anladığım, anlatmak isteğim; Sağlıklı yiyeceklerin tercih edilmesinin gereği.
Hedeflediğim; Doğru beslenmenin yaygınlaşması.
Ama kolayın önüne geçemiyor zor olanı. Doğru olması kar etmiyor. Kolay olan yeğleniyor.
Sahiden eskiden!
Neymiş o eski zamanın, insanı bütün gün mutfakta tutan, uğraştıran, bıktıran yemekleri. Yok dolmalar, sarmalar, musakkalar.
Baklaya mutlaka dereotu, karnıyarığın ortasına bir dilim domates bir yarım çarliston, zerde pilava mutlaka safran koyma zorunluluğu. O soğanlar, o yağlar, o sarımsaklar, o hazımsızlıklar.
Sıkı mı şimdi bunları yapmak. Hatta yapanı bulmak.
Yine de sorarım size;
Sahiden de, eskiden de, kadınların memesinde kanser vardı da, adı mı bilinmezdi, yoksa meme kanseri diye bir şey mi bilinmezdi.
Korka korka mı yaşayacağız böyle mememiz elimizde. Kanser aklımızda. (NÇ/NM)