Boğaziçi Üniversitesi Yabancı Diller Yüksekokulu'ndan Yrd. Doç. Dr. Meltem Gürle'nin Barış İçin Akademisyenler'in "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 37. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.
Sayın Hakim, Sayın Mahkeme Heyeti,
Bu davadan yargılanan ve her biri başka konularda uzman olan meslektaşlarım, daha önce iddianamede yer alan konularla ilgili hukuki ve siyasi görüşlerini ayrıntılı bir şekilde özetlediler. Ben de kısaca kendi gerekçelerimi söyleyeceğim.
11 Ocak 2016 tarihinde kamuoyuna açıklanan 'Bu suça ortak olmayacağız' başlıklı, barışın yeniden tesis edilmesini ve çatışma ortamında sivillerin insan haklarının korunmasını talep eden bildiriye, çok sayıda meslektaşım gibi ben de imzamı koydum.
İmzaladığım metnin, bir barış çağrısı olduğunu, hiçbir şekilde şiddet unsuru içermediğini düşünüyorum. İddianamede ifade edildiğinin aksine, herhangi birinden talimat almadım ve herhangi bir örgütün propagandasını yapmadım.
Söz konusu metni tamamen bağımsız olarak ve anayasanın bana verdiği özgür düşünce ve ifade hakkımdan yararlanarak, ahlaki bir görev duygusuyla imzaladım.
2015 seçimlerinin ardından, Güneydoğu Anadolu bölgesinde o tarihe kadar devam etmekte olan barış süreci sona erdi.
Ağırlıklı olarak Kürtlerin yaşadığı kimi kentlerde, aylarca devam eden sokağa çıkma yasakları uygulandı. Bu uygulama esnasında, buralarda yaşayan sivil halk temiz hava, su, gıda, tuvalet gibi en temel yaşamsal ihtiyaçlarından mahrum kaldı.
Aralarında yaşlıların ve çocukların da bulunduğu çok sayıda insan öldü; ev ve işyerleri tahrip edildi. Siviller haftalarca evlerinde mahsur kaldı; yaralılar temel insani yardımdan ve sağlık hizmetinden yararlanamadı.
Bütün bunları tüm kamuoyu gibi ben de medyadan takip ettim. Bu yaşananlar, bir vatandaş olarak toplumsal adalet duygumu incitti. Benimle aynı hak ve özgürlüklere sahip kişilerin, en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayacak hale getirilmesi bir insan olarak onuruma dokundu.
Bu imzayla beraber, vatandaşı olduğum ve bana karşı yükümlülükleri olan devletten şiddetin sona erdirilmesi ve barışın yeniden tesis edilmesi yönünde harekete geçmesi talebinde bulundum.
Şunu özellikle belirtmek isterim: Bu imzayı atmak benim için bir ahlaki ödevdi. Bütün ahlaki eylemler gibi, bu da kendisinden başka hiçbir koşula bağlı değildi. İdeolojilerden, siyasi eğilimlerden, güncel gelişmelerden ve başkalarının düşüncelerinden bağımsız bir şekilde karar verdim.
Az önce sözünü ettiğim ahlaki ödev, iddianamede iddia edildiği gibi, dışarıdan gelen bir buyruk değildi. Yerine getirmeyi kendi isteğimle üstlendiğim ve sorumluluğunu üzerime aldığım vicdani bir buyruktu.
Bana yapılmasını istemeyeceğim hiçbir şeyi başkaları için de uygun görmemeyi ve her bir insanı büyük insanlığın bir parçası olarak kabul etmeyi buyuran ahlak yasasının sesini içimde duydum ve ona uygun şekilde davrandım.
Alman düşünür Immanuel Kant’ın ödev ahlakı üzerine yazdıklarından beslenen ve her insanın bir birey olarak kıymetini teslim eden bu ahlak anlayışı, sizlerin de bildiğiniz gibi, günümüzdeki hukuk devleti ve insan hakları düşüncesinin de temelini oluşturur.
Toplum olarak birlikte yaşayabilme umudumuz, bu evrensel ahlak yasasının mümkün olduğu fikri üzerinden şekillenir.
“Üzerinde durup araştırdığım zaman beni hayranlık ve yücelik duygusuyla dolduran iki şey var,” der Kant, “Başımın üzerindeki yıldızlı gökyüzü ve içimdeki ahlak yasası.” Gökyüzü, uzayın ve zamanın uçsuz bucaksız genişliği karşısında insanı kendi sonluluğu hakkında düşünmeye çağırır. Evren karşısındaki sınırlarımızı hatırlatır bize.
İçimizdeki yasa ise, kısa ömürlerimize rağmen değiştirebileceklerimizin ve iyileştirebileceklerimizin ölçüsüdür. Bizi o sonsuz göğün altında yapayalnız olmaktan kurtarır. Onunla birlikte evrensel olana bağlanır ve başkalarının varlığına açılırız.
Ülkedeki bütün vatandaşların huzur ve barış içinde yaşamalarını sağlamak üzere gerekenin yapılması çağrısında bulunan söz konusu bildiriyi bu sebeple imzaladım. Kendimden başkalarının da varlığının farkında olduğum için. Bunu yaparak bir suç işlemedim.
Aksine bir vatandaş olarak devlete, bir insan olarak birlikte yaşadığım diğer insanlara ve de en önemlisi vicdanı ve iradesi hür bir birey olarak kendime karşı ahlaki görevimi yerine getirdim.
Bana isnat edilen suçlamaların hiçbirini kabul etmiyor ve beraatımı talep ediyorum. (MG/TP)