En basiti Londra'da Parlamento binasının saat kulesi Big Ben, kim bilir kaç yüzyıldır orada...Şimdi dijital mekanizmayla çalışıyormuş ama dış görünümü aynı.
Bu yıl Avrupa Sosyal Forumu için Londra'ya gittiğimizde, gördük ki, yarabbi çok şükür, ya da kim uğraşıyorsa bu işlerle, Pakistan-Hindistan lokantası K'Hans, alkollü içki servisini kesmiş olsa da dimdik duruyor yerinde. Ama buharda pişmiş tatlı-ekşi domuz kuşbaşılar filan yapan Çin lokantasının yerinde yeller esiyordu. Oysa ki Londra'da asırlardır yağmur yağar ve Kraliçe vardır.
Daha kötüsü Paris'te gelmişti başıma. Boulevard Saint-Michel'in sonunda, Luxembourg parkını geçip Port Royal'e doğru giderken sağ kaldırımda üniversite yıllarımızın efsanevi Üçüncü Dünya kitapçısı Norman Bethune vardı, 5-10 yıldır Mac Donald's türü bir "fast food"çu tünemiş bizim kadim kültürel-entelektüel mabedimizin adresine. Kasıt mı var? Vallahi kuşkulanıyorum. Arnavutluk'ta Tirana'da Enver Hoca'nın mezarının bulunduğu mekana Amerikan Kültür Merkezi kurmuşlardı. Diyarbakır'da da Şeyh Said'in asıldığı yerin hemen dibine Tekel Fabrikası. Mekanı parazitlemek ister egemenler, zamanı hatırlatmasın diye. Oysa ki zamanın mekandan da bağımsız ayrı bir belleği, boyutu yok mu ki?
Bu yaz bir hafta Güney Fransa'da dolaştım: Nice, Antibes Cannes, Saint-Paul, Vance, Saint-Raphael, Aix-en-Provence, Marsilya, Avignon, Arles, Nimes...Mekanlar o kadar sağlam ki, o kadar ciddi, kasıtlı, fırlamaca direniyor ki zamana, Vieux Port'da yediğimiz bouillabesse'in tadında en küçük bir sapma yok. Cours Mirabeau tam 32 yıl önce bıraktığım gibi. En güzeli Dört Yunus Çeşmesidir ki, aslında ondan da güzel...
Güney Fransa'daki ortaçağdan kalma kent ve kasabalarda belki bin yıldır Chateau Neuf du Pape şarabı içilir, kızartma etler üzerine Herbes de Provence serpiştirilir ve yatak-çarşaf takımları mis gibi lavanta kokar. Evet, belki Hôtel du Casino artık kapanmıştır, bina bir işyeri olmuştur ama Cordelier sokağının orada bizim Nusayri dostlarımız da kapı gibi, kale gibi Antioch ve Divan d'Antioch adlı oruklu lokantalar açmıştır. Paul Cézanne da halen aynı kentte oturmaktadır.
Nice'de stadyumun önünden geçerken 1974 mü 75 mi, Fenerbahçe'nin 5 gol yediği maçı anımsamamak mümkün değil. Tıpkı Monaco'da da Süper Kupayı aldığımız Real Madrid maçını da. Kupa müzede, stad yerinde, Galatasaray burada, ben orada... Saat ve takvimlerin ayarını bozar mekanlar, hem de pek keyiflice.
Avignon'da yürürken daracık sokaklarda Jean Vilar ya da Gérard Philippe çıkacak sanıyorsunuz karşınıza. Le Pen yanlısı bir dingo da çıkabilir dikkat.
Yürek yaşlanmaz, bilinç zenginleşerek gençleşir, aman canım biraz kolun ağrıyordur, merdiven çıkarken ya da geceleri nefesin kesilir gibi olur, arada bir miden filan ağrır, boş ver, kireçlenmeymiş, romatizmaymış, ülsermiş bunlar fani şeyler. Yüreğini çiçeklendir, aklını kavak ağaçlarının serinliğine bırak. Eski mekanlar zamanı da eskiye götürür.
Zamanı yenen sadece mekan değil üstelik. Bir düğmeye basıyorsun Brassens başlıyor söylemeye. (Le gorille) Cennetten naklen konser yayını. Sète'e doğru giderken... Ardından Brel çıkıyor sahneye, (Je vous ai apporté des bons bons) çünkü Brüksel'e yaklaşıyorsun, Félix iki şarkı attırdı,(100 milles façon de se tuer) Montréal-Québec yolunda, ve Léo Ferré geldi sonra (20 ans).
Ben bu adamların hepsini 40 yıldır dinlerim. Seslerinde en küçük bir bozulma, kısılma, detone filan yok. Merci CD... Yollar asfaltlanır, duble triple filan olur ama şarkılar ölmez, baba şarkıcılar da. Pardon Barbara.(Dis quand reviendras-tu?)
Le Corbusier'ye hep dışarıdan bakardım da, bu kez çatısını, girişini, 3. Katını (Bina içinde bir Akdeniz sokağı!) ve bizim bir arkadaşın dairesini gezdik. Unité d'habitation...50 yıl önce bitirmiş inşaatı ama sanki dün tasarlanmış gibi. Mekan diyor ki zamana, 'İşte böyle yaparlar adamı, hızlanma, arkanda koskoca bir dünya var!'.
Marsilya otobüsleri eskiden Rotonde'un oradan kalkardı. Gazete bayi duruyor da 'Pain Bagnat' (Mahkum sandviçi) satan büfe kalkmış. Ama Pain Bagnat var hala. Corbeille d'Orient (Doğu Sepeti) Aix'in tek Ermeni bakkalıdır ve'Papier d'Armenie' (Tütsü kağıdı) kılığını kıyafetini değiştirmeden yemyeşil gülümsüyor kasanın tezgahında.
Toprağı bol olsun Ergun Balcı, London School of Economics mezunudur 50'li yılların sonunda. 80'lerin ortasında dönmüştü Londra'ya. Cumhuriyet gazetesinde şefimdi. Gittim havaalanında karşıladım, oteline yerleştirdim, sonra da Soho'nun oralarda dolaşıyoruz: "Ergun abi sizin döneminize göre en çok ne değişmiş Londra'da?"
"Vallahi şekerim bizim zamanımızda bu kadar çok etnik yoktu..." demişti gülümseyerek.
Marsilya, ki bizim Foçalıların kurduğu kentlerden biridir ve tek sorunu Marsilyalılardır, bugün Fransa'nın en Arap kentidir. Bu yüzden de doğulular Marsilya'da yabancı hissetmez kendini. Ve Türkçesi sömürge olan denizaşırı topraklar bölgesinin arşivi halen Aix'dedir. Arşiv orada ama arşivin anlattığı ülkeler artık sömürge değil. Zaman, mekanı değiştiriyor tabi ki...Mekanın zamanı koruduğu kadar olmasa bile.
Kısacası arada sırada eski defterleri karıştırmakta yarar ve mutluluk var. Hele gözlükleriniz gençse, eskiden okuyamadığınız, ya da okuyup da anlayamadığınız, hissedemediğiniz şeyleri keşfediyorsanız kısa metraj bir güney Fransız filminde. (RD/EK)