21 Kasım 2004 günü hayatını kaybeden Serol Teber 1938'de İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden mezun oldu ve aynı okulda Nöro-Psikiyatri Kiniği'nde uzmanlık eğitimini tamamladı.
Meslek yaşamının uzun bir bölümünü Almanya'da sürdüren yazar, Almanya'da çeşitli kliniklerde çalıştıktan sonra özellikle göçmenlerin ve yabancı işçilerin sorunlarıyla uğraşan Düsseldorf Üniversitesi'ne bağlı Landeklinik Viersen'de hizmet verdi.
Yukarıda sözü edilen kitabının dışında Bir yazar olarak Seber, benzerleri ülkemizde nadir görünen, bir yönünü hep psikiyatri ve psikanalizin oluşturduğu yapıtlar verdi.
Landeklinik Viersen'deki tecrübeleri İşçi Göçü ve Davranış Bozuklukları adlı ilk kitabının biçimlenişinde etkili oldu.
Daha sonra yazdığı Politik Psikoloji Notları, Türkiye'de politik psikoloji disiplini üzerine yazılan ilk kitaptı.
Bu kitapları, Davranışlarımızın Kökeni, Nükleer Savaş ve Gezegenimizin Biyolojik İklimsel Yıkımı, İşkence Sonrası Yaşam, Toplama Kampı Sendromu (Ruhun Ölümü), İnsanın Hiçleşme Serüvenine Giriş, İlk Toplumların Değişimleri, Göçmenlik Yaşantısı ve Kimlik Değişimi adlı kitapları izledi.
Melankoli: Normal Bir Anomali adlı kitabıyla birlikte melankoli, yazarın kitaplarının izleği haline geldi.
Seber'in son iki kitabı, Aşiyan'daki Kahin: Tevfik Fikret'in Melankolik Dünyası ve bu yıl basılan Bilimsel Bir Peri Masalı: Freud'un Aile ve Tarihsel Romanı oldu.
Serol Teber, Açık Radyo'da yayınlanan "Didik Didik Freud" adlı programın da yapımcısıydı.
Ömer Madra: Bugün pek kimsenin bilmediği, kaybettiğimiz yazar, bilimadamı ve programcımız Serol Teber'in pek bilinmeyen önemli bir kitabından söz edeceğiz.
Ali Bilge: Bu vesile ile merhum Teber'i de anmış olacağız, acısı da çok yeni ve taze, kendisini yıllar önce bir inceleme-araştırma kitabıyla tanımıştım ve ölümünden sonra eserleri arasında bu kitap sayılmayınca üzerinde durmak istedim.
Bu kitap 1986 yılında basılmış ve ismi de Mehmet, Nuri ve Reşat Beyler, Paris Komününde Üç Yurtsever Türk başlıklı bir kitap. Kasım 1986 baskısı, De Yayınevi'nden çıkmış.
Tanzimat sonrası gelişmelerde yeni bir aydınlanma dönemi başlıyor. Osmanlı genç ve aydın çevrelerinde rejime ve memleketin durumuna ilişkin çeşitli kaygılar çerçevesinde düşünceler, akımlar, hedefler belirleniyor. Bu bağlamda "Yeni Osmanlı" adı altında bir örgütlenmeye gidiliyor.
1865 yılında, yaşları 17-25 arasında değişen bir grup genç tarafından kuruluyor. Bunların içerisinde, bu kitabın kahramanları olan Nuri, Reşat ve Mehmet Beyler var, Namık Kemal de bu gruba katılıyor.
Bu çerçeve içerisinde, bu Yeni Osmanlılar tarihinin kurucu üyeleri aslında çok fazla bilinen isimler değil, bu Mehmet, Nuri ve Reşat Beyler ilk çekirdek kadroyu oluşturan üçlü.
Zaten Nuri Bey ile Reşat Bey çok yakın, çocukluktan beri arkadaşlar. Mehmet Bey bu yapının beyni olan kişi. Serol Teber bu üç kişinin yaşam öykülerini incelemiş bu kitabında. Son derece ilginç bir kitap.
Ben de Yeni Osmanlılar üzerine bir araştırma yapıyordum, orada da Mustafa Fazıl Paşa diye bir kişinin mektubu karşıma çıktı. Sanıyorum 1867'de, Mustafa Fazıl Paşa'nın Sultan Abdülaziz yönetimine Paris'ten gönderdiği ve Osmanlı'da reformlar talep eden bir mektup var.
Yeni Osmanlılar teşkilatının en genç üyesi, gazeteci Ebuzziya Tevfik 1909 yılında Tasvir-i Efkâr gazetesinde anılarını yayınlıyor. 1973 yılında da, torunu Ziyad Ebuzziya bunu bir kitap haline getiriyor, ama kitapta bu mektup benim anlayamayacağım bir dildeydi, anlamaya çalışıyordum.
Bu mektubu çok da önemsiyordum. Derken, karşıma Serol Teber'in kitabı çıktı, Bu kitap, Ebuzziya Tevfik'in anılarında da yer alan, Mehmet, Nuri ve Reşat Bey'e ayrılmıştı.
Üstelik Mustafa Fazıl Paşa'nın da o ünlü mektubunu da Türkçeleştirmişti. Ben de onu kendi dergimde yayınlamıştım ama bu süre içerisinde kendisi ile tanışmıyorduk, uzun yıllar sonra bir tanıdığım vasıtasıyla kendisi ile telefonla konuşmuştuk, bir türlü de yüz yüze gelemedik.
Onu saygıyla anıyorum çünkü öyküsünü anlatacağımız bu Mehmet, Reşat ve Nuri Beyleri bir noktada ondan öğrenmiş oldum ayrıntılı olarak. Dediğim gibi 1865 yılında rejim kaygılarından ve memleketin gidişatından endişe duyan gençler, bu teşkilatı gizli olarak oluşturuyorlar.
Bir süre sonra, dönemin entelektüelleri, gazetecileri, Şinasi, Ziya Paşa, Ali Suavi, Agah Efendi gibi kişiler de bu gruba katılıyorlar.
ÖM: Genç Osmanlılar.
AB: Yeni Osmanlılar ıslahatçı ve reformist kişiler. Teber, bu incelemesinde diyor ki, "biz, bugüne kadar o döneme hep mekanik olarak baktık, iktisadi öğeye ağırlık vererek incelemelerimize mekanik tekniklerle yaklaştık. Belki önemli açıklarımızdan biri bu Osmanlı despotizm koşullarında yaşayan insanların kişilikleri boyutunda bir araştırmanın eksikliğidir. Bu dönemde yaşayan insanların kültürel birikimlerini, kişilikleri hakkında bilgi edinmek güncel zorunluluk olmuştur."
Osmanlı Devleti'nin ekonomisi, politikasıyla olduğu kadar toplumsal biçimlenmenin ürettiği insan kişiliğini tüm boyutları ile tanımlayan çalışmalara gereksinim olduğundan hareket ediyor.
"Osmanlı'dan Türkiye Cumhuriyeti'ne kadar kaç kilometre demiryolu, kaç fabrikanın ötesinde nasıl bir kültürel birikim ve nasıl bir kişilik yapısının miras kaldığına da bakmamız lazım" diyor ve bu kişilerin yetiştiği ortamda, demokratik, devrimci düşüncelerin hangi koşullar içerisinde etkilendiğinden hareket ederek bu üç gencin hayat öyküsüne yer veriyor, ve ciddi analizler var.
1865-67 yılları arasında muhalif gençler siyasi bir örgüt kuruyorlar, bu yapı Tanzimat sonrası ortamda oluşuyor ve çekirdek gruptaki bu üç gencin dışında, daha sonra Ayetullah Refik ve Namık Kemal de giriyor.
İlk olarak 7 kişi örgütleniyorlar. Gizli teşkilat örgütlenme biçimine göre üzüm salkımı denilen örgütlenme biçimi ve bizim tarihimizdeki ilk gizli örgüt.
Mustafa Fazıl Paşa daha önce de bakanlık yapmış, önemli görevlerde bulunmuş, Mısır Hıdivliği'ni beklerken kardeşi seçilince muhalefete düşmüş, reformcu bir paşa. Mustafa Fazıl'ın o sırada Paris'te, örgütün önde gelen isimleri ile temasları olmuş.
Bu arada Mustafa Fazıl Paşa Abdülaziz'e Türkiye'de liberal burjuva hareketinin, Doğu despotizmine, Padişah Aziz'e yönelik ilk tamim bildirgesi olarak anılan, meşhur mektubunu gönderiyor.
O dönemde İstanbul'da 50 bin adet olarak, gizli basılıyor, camilerde vs. dağıtılıyor. Bu döneme yaklaşırken, Yeni Osmanlılar önemli bir toplantı yapıyorlar ve 245 kişilik bir üyeye ulaşıyorlar.
Yaptıkları son toplantıda, Mehmet Bey son derece radikal çözüm önerilerinde bulunuyor, yani Başbakana karşı bir takım daha ciddi hareketlerde bulunmasını istiyor. İçlerinden babası da saray paşası olan Ayetullah Bey saraya jurnal ediyor.
Bunların 35 lideri, ekip ya da hücre şefi, İstanbul'da toplantılarını Belgrad ormanlarında yapıyorlar. İhbardan sonra bir tutuklama furyası başlıyor. Bu arada da Mustafa Fazıl bir mesaj gönderiyor, diyor ki; "Derdi olan Paris'e gelebilir, benim param da var, burada mücadeleye devam ederiz."
Bu arada bu ekipten yurt dışına gidenler oluyor, Ziya Paşa, Agah Efendi ve Şinasi de gidiyor, farklı yollardan. Üç arkadaş birlikte hareket ediyorlar. Paris'e gittiklerinde Namık Kemal çok yakın arkadaşları olmasına rağmen, Şinasi'ye yakın bir çizgiyi izliyorlar.
Çünkü bunların arasında Şinasi gerçekten farklı bir kişi, Namık Kemal ve Ziya Bey'le (sonra Paşa unvanı aldılar) görüş ayrılıkları olmasına rağmen yine de bir fikir beraberlikleri var. Mustafa Fazıl'dan para almıyorlar.
ÖM: O zamanlar saraydan da para alma gibi bir alışkanlık da var galiba? "Sürgüne gidiyorsunuz ama, hadi uslu durun orada" gibi, saraydan bir besleme geleneği de var.
Serol Teber'in yeni yayınlanacak olan bir kitabı vardı, Okuyanus Yayınları'na manuskrisini teslim etmişti. Şinasi'den Oğuz Atay'a kadar tutunamayan aydının genel çerçevesini çizme denemesi. Bu, merakla beklediğimiz ve çok da önemsediğimiz bir kitap, Şinasi'yi de ayrı ve önemli bir yere de koyması açısından ilginç.
AB: Kesinlikle, zaten bu kitapta da kendisinin Şinasi üzerine bir kaç sayfalık bir değerlendirmesi var, ben de çok merakla bekliyordum bu yayından sonra. Şinasi'yi Türk kamuoyu Şair Evlenmesi adlı bir kitabı ile tanıyor.
Halbuki çok daha değişik bir insan, gerçekten çok farklı, ben de o yüzden heyecanla okumayı bekliyorum. Mehmet, Nuri ve Reşat Şinasi'den çok etkileniyorlar.
Namık Kemal akranları olmasına rağmen, arkadaşlıkları devam ediyor ama meselelere bakışta ayrılıyorlar. Zaten Serol Teber diyor ki "245 üye ve 245 ayrı meşrutiyet biçimi vardı, çünkü temel hedef meşrutiyeti getirmek, bir meclis oluşturmak, bir anayasa oluşturulmasını sağlamak ve keyfi yönetimi dizginleyecek bir yapının kurulmasını sağlamaktı. Ellerinde Yeni Osmanlı'nın doğru dürüst bir programı yoktu. Mesela Mehmet, Nuri ve Reşat'ın durumu ileride daha da şekilleniyor, onların bakış açısı ile, Sultan'la ilgili bir problem yok, orada temel unsur Ali Paşa, O gidince durumlar düzelir, reformlar yapılır, memleket düze çıkar diye düşünüyorlar. Daha sonra bu insanlar hem Komün'e katılıyorlar, hem de enternasyonalist bir tavır sergiliyorlar. Bu anlamda ilginç.
ÖM: Anlaşılan çok daha demokrat bir çizgiyi savunuyorlar. Bu noktada, Paris Komünü dünya tarihinin de en önemli olaylarından biri.
AB: Bu insanlar hemen yayın faaliyetlerine girişiyorlar, bir süre sonra Paris'te çıkan bir dergi var, Cenevre'de sanıyorum Mehmet Bey'in çıkarttığı İnkılap adlı bir dergi var. Bu arada Namık Kemal Londra'ya gidiyor. Birbirlerine soğuk bakmakla birlikte, özellikle Namık Kemal'in bunlara büyük bir hayranlığı ve bağlılığı var ama birlikte hareket edemiyor; o daha sistemle barışık bir rota çiziyor. Yaptıkları faaliyetler daha çok yayıncılık oluyor, İnkılap'la birlikte başka yayın faaliyetleri devam ediyor.
Zaman içinde 1870 yılında, Prusya ordusu ile Fransa savaşa tutuşur ve o sırada Fransa'nın savunması için yabancıların memleketi terk etmesi istenir. Çünkü savaş devam etmektedir ve bu üç genç durumu görürler ve o dönemin Fransız generallerinden birine derler ki "biz sizin bu haksız saldırıya karşı mücadelenizde görev almak istiyoruz."
Bunlara istihkamlarda, cephelerde görev verilir, bu üç gencin bu savunmada görev aldığını hem Ebuzziya Tevfik'in anılarında, hem de sayın Serol Teber'in araştırmalarında görüyoruz. Bu savunma devam ederken, Paris'te komünal hareket başlar, bu üç kişi komün hareketinde de bulunur, iki ordu birleşir, savaşı bırakırlar.
Komüncülere karşı savaş açalar. Burada da bu üç kişi görev almıştır. Hatta cephedeki kılıkları çok ilginç, başlarında fes ama urbaları da Fransız askeri elbisesi. Bu görüntüleri ile de "Üç Türkler" adını takmışlar, gösterdikleri o kadar büyük yararlıklar var ki, Üç Türkler bütün bu komün savunmasında şefkatin adı olarak anılıyorlar.
ÖM: Çok ilginç, yani böyle ucundan tutmakla kalmamışlar, bütün mücadelenin içinde sonuna kadar görev almışlar ve çarpışmışlar anlaşılan.
AB: Kesinlikle. Çok ayrıntılı bilgi yok ama yine Serol Teber'in bu inceleme-araştırması derli toplu tek araştırma. Bu çerçeve içerisinde Fransız Komünist Partisi'nin komün arşivine, vs. girmiş, oralarda araştırmalar yapmış.
ÖM: Ebüzziya Tevfik'in anıları ile yetinmemiş, çok farklı kaynaklardan yararlanmış, Fransız arşivlerinde de değerli ve derinlemesine araştırmalar yapmış.
AB: Evet. Yine de pek çok kaynağa ulaşamamış, ama araştırmış, bazılarında ipuçları yakalamış.
Bu üç gencin içerisinde Mehmet Bey fikir açısından en sağlam duranı. Bir Cizvit Papazı kılığında İstanbul'a geliyor ve kendilerini ihbar eden Ayetullah'ı, evinin önünde yakalıyor, diyor ki; "sen bizi ihbar ettin, sana savunma, temyiz hakkı bırakıyorum, bunu sana tebliğe geldim." Tabii Ayetullah tekrar bunu ihbar ediyor. Böyle çok ilginç episodlar var.
ÖM: Son derece ilgi çekici, Serol Bey'in her zaman yaptığı gibi, tarihin resmi yazılımının tamamen arka planına geçerek, hem bireysel hem de toplumsal tarihe bir el feneri tutuyor.
AB: Ebuzziya Tevfik Bey'in çalışması dışında, 1837 yılında yayımlanan bir kitabı bulmuş, o çalışma özellikle Mehmet Bey'i anlatıyormuş.
Bu işi doğrulayan, ikisinin hem Paris savunmasına, hem de komün başladığında kentte çatışmalara katıldıklarını belgeleyen başka kaynaklara da ulaşmış Serol Teber.
Diyor ki; "Komün belgelerinin önemli bölümünün toplandığı Fransız Paris Devlet Kitaplığı'nda ve Komünist Partisi arşivlerinde çok sınırlı olanaklarımızla sürdürdüğümüz çalışmalarda başka fazlaca belgeye rastlamadık, ama bunu 2-3 kaynaktan teyit ettik."
Sonuçta bu üç gencin öyküsü gerçekten son derece ilgi çekici, en son dönen Mehmet Bey oluyor, ilk ölenleri de O, genç yaşta ölüyor ve Namık Kemal çok etkileniyor bu arkadaşının ölümünden dolayı.
Serol Bey bu üç gencin öyküsünü anlattıktan sonra tarih anlayışına ilişkin son bir değerlendirme ile bitiriyor "Bugün içimizde kaç kişi, bir ölüm haberini aldığında, 'az kaldı kör oluyordum' diyecek kertede, ağlayabilme erdemini yüreğinde taşımaktadır."
Mehmet Bey'in ölümünde Namık Kemal o kadar büyük bir üzüntü yaşıyor ki, bir göz hastalığına yakalanıyor. "İçimizden kaç kişi, bir arkadaşının ölüm haberini aldığında içinde kabaran duyguları, kendi başına, tenha köşede, bir ayna karşısında tartışabilir?" diyor.
"Böylesine bir kişisel hesaplaşmadan, yüzünün akıyla kaç kişi çıkabilir?" diyerek ilişkinin ve dostluğun önemini vurguluyor. "Resmi tarih anlayışları, zorla benimsetme uğraşılarında, yaşamın karşısında yenilgiye uğramıştır, bir iflasla sonuçlanmıştır böyle bir tarih anlayışı. Bu koşullarda Türkiye insanı bir anlamda arkasını dayayacağı bir tarihten yoksun kalmıştır" diyor Serol Teber.
Gerçekten, bugün Türkiye insanlarının ortak bir tarihi yoktur. Kuşkusuz Abdülhamit'i sorgulamak gerekir, ancak bu tavır Atatürkçülük konusunda da eleştirel ve çözümleyici yaklaşımlarla bir bütünlük kazanacaktır.
ÖM: "Yeni, yepyeni bir Türkiye tarihinin yazılmasına yine birlikte katkıda bulunmak, önümüzdeki en ivedi görevlerden birini oluşturmaktadır" diyor.
AB: Serol Bey'in edebiyat ve psikoloji dışında yayımlanan tek kitabı bu sanıyorum.
ÖM: Gerek Tevfik Fikret için, gerekse didiklenmemiş yeri bırakılmamış olmasına rağmen, Freud için yaptığı çalışmalarda, ele aldığı konunun yepyeni boyutlarını da ortaya koyabilen, çok araştırıcı ve radikal eleştirel bir zekâsı olan bir kişi.
Serol Teber'le ilgili bu bir tür anma programı ile hepimizin, temel, ortak sorunlarına ışık tutan bir başka noktaya da bu değinmiş olduk. (ÖM/NM)