Köyden kente, kentten kente, semtten semte, ülkeden ülkeye; Dünyadan Ay'a, Ay'dan Dünya'ya; Marstan Venüs'e gibi...
Kısacası kıtalararası, gezegenler arası bir göç hep anlatılmak istenen. Oysa öyle bir göç vardır ki, aslında gezegenler arası ve kıtalararası tüm göçlerin anası babası, gayri meşru çocuğu ya da öznesi:
Evet... Mars' la Venüs arasındaki kaç göç'ten söz ediyorum.
Bu hafta "Göç Haftası" ya, ne yazayım diye düşünürken, birden aslında kendi göçlerimi düşündüm.
Oradan oraya savrulmayı, kentlerarası ülkelerarası taşınmaları hiç sevmediğim aklıma geldi.
Her taşındığım evin bende nasıl ağır izler bıraktığını, yıllarca o evlerin önünden geçemediğimi anımsadım. Derken, bu göçlerin en ağır, yorucu ve yaralayıcı olanının aslında iç göçlerim olduğunu gördüm.
Anılardan göçmek zor
Her göçün üzerimde bıraktığı izlerin yarattığı derin izleri "Göç Haftası" nedeniyle birden bire anımsayıp, sorgulamaya başlayınca, biz kadınların aslında göçmeyi hiç sevmediğimizi fark ettim.
Kıtalar, ülkeler, şehirler, evler değildi gitmek istemediğim, göçmek istemediğim.
İstemediğim, bırakmaya kıyamadığım o yerlerdeki, mekanlardaki anılarımdı.
Göçler bizi yoruyor hırpalıyor, acıtıyor, öldürüyor, kocatıyordu.
Evet...Biz kadınlar taşınmayı sevmeyiz genelde. İstisnalarımız her şeyde olduğu gibi bunda da vardır ama, bana ev taşımayı seven tek bir kadın gösteremezsiniz.
Kadınlar mülk sahibi olduklarında göçü sever
Kadınların ev taşımayı bir tek mülk sahibi olduğunda, ya da statü değişikliği gündeme geldiğin katlanılabilir bulduğunu düşünüyorum.
Çünkü ancak o zaman göçmenin bir anlamı vardır. Yoksa zorunlulukların getirdiği göçleri hiç sevmeyiz.
Ev sahibi kirayı fazla arttırdı ve "çık" dedi mi, psikolojimiz bozulur hemen.
Kocadan boşandık, evi mi terk etmemiz mi gerekti? Yorgan döşek seriliriz.
İş mi değiştirdik...Yol mu çok meşakkatli geldi. Yine göçmeyi düşünüyorsak eğer, karalar bağlarız.
Evin içinde dolaşıp neyi götürüp, neyi atacağımıza karar veremez, bir türlü kıyamayız biriktirdiklerimize.
Kadın, Mars'lar aracı yolculuk sevmez
Onun için kadınların alışkanlıkları arasında ülkelerarası, şehirlerarası, ya da Mars'lararası bir yolculuk yoktur.
Biz kadınların yaşamında, göçle gelen fiziki değişiklikler değil de; güçle gelen fiziki değişikliklerin önceliği vardır.
En azından fiziken göç, güç getirecekse severiz. Neden sevmeyelim. Güç'ten kaynaklanan göç, kötü bir şey değildir...
Feministler kızar diye savunmaya geçmiş gibi hissettim kendimi ama, bu düşünceler, bu yazıyı yazarken aklıma gelen bir varsayım.
İç yolculuklar, fiziki göçler
Başlangıçta dedim ya; biz kadınları asıl etkileyenlerin iç yolculuklarımızın getirdiği fiziki göçlerdir.
İş, ve aş içeren fiziki göçlere, aşki göçleri kattığımızda kadınların ne kadar çok, ne kadar atraksiyonlu ve varyasyonlu göçler yaşadığı göz önüne getirilebilir.
Kadınların göçer olabilmeleri için ille de fiziki koşullar yaratmaları gerekmiyor.
Bir yere gitmesek de aslında gittiğimiz; olmasak da aslında olduğumuz göçler yaşarız.
Ev ve ev-lilik bir kurt kapanı
Aşki göçler; Mars"la Venüs arasında yaşanan bir kurt kapanıdır.
Ev ve ev-liliktir kurt kapanının adı.
Bu nedenle kadın, geleneksel ve gensel olarak; ev ve evlilikle kendini biçimlendirdiğinden; her ev göçünün ucunda bir getiri yoksa, kabul edilmez görürler.
Nasıl mı?
Şöyle ki; baba evinden koca evine gitmek ya da mülk ve statü değişikliği söz konusu değilse, göçü sevmezler.
Eskiden babasının mülküyken kocasının mülkü olmaya geçişteki sosyal statü değişikliği kadının hazır olduğu, kabullendiği tek göçtür. Bakmayın siz baba evinden çıkarken ağlandığında... Bıraksalar koşa koşa gideceklerdir koca göçüne...
Kadının baş rahibe olduğu tapınak: Ev
Lise Sörensen ev kadınlarına gönderme yaptığı "Şairlerin Kadınları" kitabında, "Dünyadaki her şey merkezkaç gücünün amansız yasasına uygun olarak, çılgınca bir hızla döndükçe, kadınların da, erkeklerin de yalnızca kendilerinin denetleyebilecekleri bir merkeze gereksinim duydukları açıkça anlaşılmaktadır. Ev; yaratıldığı günden bu yana hiç değişmeyen kadının baş rahibe olarak görev yaptığı huzurlu bir tapınak!" der.
Suzanne Brogger ise "Bizi Aşktan Koru" kitabında "ev" konusunda, "Kadının yeri evidir, görüşü ana rahmine ve sen'le 'ben', 'seninki'yle 'benimki' arasında fark bulunmadığı bir altın çağa, dallardan sarkan meyvelerin avuçlara düştüğü bir cennete dönebilme özleminin açık seçik belirtilemeyen ifadesidir" der.
Bir başka Mars'la Venüs arasındaki mitolojik açıklamadır Brogger'in yazdıkları da.
Bir yanılsamadır artık günümüzde. Artık düş görmeye paydos. Elma ağaçtan düştü ve çoktan çürüdü, kokuştu.
Vah zavallı erkek..!
Erkeğin en büyük yanılsaması işte buradadır.
Kadınla, evlilik göçüyle gelen güçteki statü yitiminin farkında bile değildir.
Kar-zarar hesapları yaptığı göçler de, "mal sahibi de mülk sahibi de benim" derken, bir bakar ki "Hani bunun ilk sahibi" terennüm ediliyordur.
Erkek, artık tarihsel kaç göçün kıskacı altındadır. Kadının mal, mülk ve statüyle özdeşleştirdiği erkek, güç simgesi Mars'ın ta kendisidir.
Göçsel kısır döngüdeki gönüllülük
Yine de, Venüs'ün yıllardır ev ve ev-lilikle kendisini soktuğu kısır döngüdeki gönüllülük anlaşılır değildir. O erkeğinin bir meta olduğunu düşünmez bile. Kadın için içsel göçünün en büyük doygunluğu Mars'tır çünkü.
Bırakıp gidemez Mars'ı bir türlü. Oysa Mars'a doğru giden yolu dikenlidir, yorucudur ve üzücüdür
Yine de kadın için bu içsel ve duygusal göçün anlamı vardır. Seviyordur. Sevilmek istiyordur.
Sanıldığının aksine, ev'de -kutsadığı ve kutsandığı anlara, anılara- aşk göçü adına teslimiyetçidir. Böylesi bir yaklaşım kadınının merkezkaç gücü sevmediğini, sevdiğinin Mars'la Venüs'ün merkezde olduğu göç'süzlük, olduğunu anlamak zor değildir.
Onun için kadın göçü hiç sevmez.
Ne fiziki ne de içsel göçleri özler.
Özlediği Mars'ın sıcacık arazisindeki duygusal, tensel yolculuktur. Göç değil. (AD/KÖ)