Ermeni katliamı sırasında Serhat bölgesinden Ermanistan’a sürülmüş Yezidi Kürtleri'nden iki kadın keman sanatçısı Nurê Dilovanî ve piyano sanatçısı Nazê Îsxan'ın yolu, politik nedenlerle Türkiye'yi terk etmek zorunda kalan Sakîna'yla, Almanya'nın Bielefeld kentinde kesişti.
Sürgünlük hayatının yüklerini birlikte taşıyan üç kadın, yaklaşık üç yıl önce Trio Mara isimli müzik grubunu kurdu. Trio Mara, geleneklerin ve toplumsal geriliklerin kapılar arkasına mahkûm ettiği kadın seslerinin sırrını aramaya başlayınca da, ortaya grubun da ilk albümü olan, “Derî-Behind the Doors" çıktı. Albüm, Türkiye'de ve Avrupa'da dinleyicileriyle buluşmak üzere müzik raflarındaki yerlerini aldı bile. Unutmadan hatırlatalım, Trio Mara'yı diğer müzik gruplarından en önemli özelliği, kadınlar tarafından söylenmiş şarkıları klasik batı müziği enstrümanları ve geleneksel ses teknikleriyle yeniden yorumlamaları. Trio Mara, Kürtçenin Kirmanckî lehçesinin yanı sıra, Türkçe, Azerice ve Ermenice dillerinde de şarkılar seslendiriyor. Trio Mara'nın Türkiye'ye girişi yasaklı vokalisti Sakîna ile tıpkı şarkılarında olduğu gibi müzik ve halklar arasında enfes bir yolculuğa çıktık.
Mara ismi nereden geliyor?
Mara, Kürtçede "Bizden", anlamına gelirken, Ortadoğu dillerinin birçoğunda da birbirine yakın dişil anlamlar taşır. Ma, Ermenice ve Kirmancikî’de köken olarak ana anlamına gelir. Ayrıca Arapçada Mara kadın demektir. Biz de üç kadın olarak başladığımız müzikal yolculukta isim arayışımıza en uygun kelimenin Mara, olacağına inandık ve bu ismi seçtik. Kürtçe bir kelime olması etnik kimliğimizi, diğer Ortadoğu dillerinde birbirine yakın dişil anlamlar taşıması da, cinsiyet kimliğimize vurgu yapıyordu. Kadınların şiddetin envai türüyle karsılaştığı, kadın katliamlarının neredeyse günlük hayatın bir parçası olduğu bir gerçeklik içinde yaşıyor olmamız, isim seçimimizde belirleyici şeylerden biriydi. Duruşumuzu da bu isim en güzel ifade ediyor diye düşündük.
Grubunuz, kimlerden oluşuyor?
Aslında biz grup üyeleri olarak Kürt kökenliyiz. Grubumuzun kemancısı Nurê ve piyanisti Nazê, Ermeni katliamı sırasında Serhat bölgesinden Ermenistan'a sürülmüş Yezidi Kütlerden. Bu nedenle müzikal eğitimlerini ilk önce Ermenistan'da görmüş, ardından Rusya'da sürdürmüş ve son olarak sürgünlük hikayeleri Avrupa'da süren kadınlar. Ben de, Türkiye'de aktif politik mücadelede yer almış bir kadınım. Uzun süre ara verdiğim sanatsal çalışmalarıma yeniden başladım. Tüm bu sürgünlük, yasaklılık halleri doğal olarak insanın müziğine ve müzikal seçimlerine de yansıyor. Kendi ülkenden uzaktasın ama başka kültürler tanıyorsun, başka dillerle etkileşimin oluyor. Mesela biz konserlerimizde Kürtçenin yanısıra mutlaka, Ermenice, Türkçe, Azerice şarkılar da seslendiriyoruz.
"Müziğimizle kapı aralamak istedik"
Hayatınızda çok dilliliği esas almış gibisiniz..
Halkların kültürleri arasında oluşan yapay sınırların ortak bir dil olan müzik yoluyla anlamsız kılınabileceğine ve ısrarla müziğin barışçıl diliyle konuşmak gerektiğine inanıyoruz. Yüzyıllardır savaşların, kanın, gözyaşı ve acının dinmek bilmediği bir coğrafyadan geliyoruz. Repertuarımızda, kadınların ve halkların trajedilerini yansıtan şarkılar kadar, aşklarını, coşkularını, yaşam biçimlerini yansıtan şarkılara da yer veriyoruz. Bunu gayet bilerek ve isteyerek yapıyoruz. Kullandığımız enstrümanlar batı enstrümanları. Ancak albümde çalım teknikleri ve özellikle de şan teknikleriyle gelenekselliği de yakalamaya çalışıyoruz. Köklerimizle olan bağı koruyarak, başka kültürlerle etkileşimi yanlış bulmuyoruz, tam tersine önemsiyoruz.
Albüme gelecek olursak... Türkçede kapılar anlamına gelen Derî ismini vermek nerden aklınıza geldi?
Albüme Derî yani, Kapılar ismini vermemizin de bizim için özel bir anlamı vardı. Müziğimizle bir kapı aralamak istedik. Baktık ki öncemizde de, sonramızda da iç içe geçmiş ve çoğu zaman birbirine açılan envai tür kapılar var. Sonra, geleneklerin ve toplumsal geriliklerin kapılar arkasına mahkûm ettiği kadın seslerinin sırrını ararken bulduk kendimizi. Derî en çok da burada somutlaştı. Kadın dengbejler, feodal, gelenekçi yapıların, tüm sağlamlığıyla ayakta olduğu zamanlarda çok büyük zorluklar çekerek kendilerini ifade edebildiler. Onların kapalı kapılar arkasında söyledikleri klamları, erkekler resmi ortamlara ve dengbej divanlarına taşıdılar. Klamların dil yapılarından birçoğunun kadınlarca söylendiğini anlamak mümkündür. Geleneklerin kıskacındaki hayatlarını, sevinçlerini, özlemlerini, coşku ve aşklarını, yiğitliklerini, aşiret savaşlarında yitirdikleri yakınlarına yaktıkları ağıtlarını nakış nakış işleyen bu kadınların o güzel ezgileri bizlere ne çok kapı açmıştı. Bundan dolayı o kapılardan geçmek ve arkasındakileri keşfetmek arzusuyla yola devam ettik. Albüm, kadınların kapalı kapılar ardındaki seslerinden beslenerek oluştu. Kendimizi o cesur kadınların devamı olarak görüyoruz. Biz sadece bir kapı aralamaya çalışıyoruz, yoksa bunu yapmış, yapmaya çalışan çok sayıda kadın sanatçının da var oldugunu biliyoruz. Bu çalışma en çok da onlara atfen yapılmış bir çalışma.
"Albümü 1 Eylül'e yetiştirmek için çok çalıştık"
Albüm sürecinden söz eder misiniz?
Tamamını Almanya'nın Bielefeld kentinde bulunan Rudolf Oetker Halle isimli dünyaca ünlü bir klasik müzik salonunda hücum -yani canlı- kaydettiğimiz ve bir yıldan beridir hazırlıklarını yaptığımız bir çalışmanın ürünü olarak ortaya çıktı albüm. Repertuar seçimi, şarkıların düzenlemeleri yaklaşık bir yılımızı aldı ve her şey netleştikten sonra, kayıtları üç günde tamamladık. Ama tabi miks ve mastering süreci, yine özellikle albümün prodüksiyon süreci bir hayli uzun sürdü. Büyük bir çabayla özellikle 1 Eylül'e denk getirmek istedik, çok çalıştık ve başardık.
Albümün bir de belgeseli çekildi..
Özgün Yarar isimli yönetmen bir arkadaşımız, tüm kayıt sürecimizin belgesel filmini çekti. Mara isimli 60 dakikalık belgesel, grubumuzun müzikal yolculuğunu, kayıt sürecimizi anlatan ve dili Kürtçe olan bir belgesel. Making Of tarzında yapılmış bu müzikal belgeseli de, albüm tanıtım sürecimizde yapacağımız etkinliklerde göstermeyi planlıyoruz.
Albümde kaç şarkı var? Şarkıların bir öyküsü var mı?
Albümde, üç Kirmancikî, bir Soranî, bir enstrümantal, altı Kurmancî toplam 11 eser yer alıyor. Eserlerin sadece dört tanesi beste. Diğerleri ise üzerinden yıllar da geçse asla eskimeyecek anonim halk ezgileri. Her eserin bizim açımızdan ayrı bir yeri var. Eser seçimlerinde, ifade etmek istedikleri şeyleri önemsedik. Tabi her şarkının bir öyküsü olduğuna inanıyoruz. Mesela “Vanê Kora” adlı eser, bir çocuğunu dağlarda, savaşta yitirmiş acılı bir babanın ağıtı. Yine Qumrîkê kadınların yaşadıkları trajediye vurgu yapan önemli bir eser. Yaşamları kendi iradeleri dışında başkaları tarafından belirlenen kadınların hikayesini anlatan bir eser. Berîvanê hayvancılıkla geçinen Kürt toplumunun modern aletlerle tanışmasına hicivli bir yaklaşımı dile getiren bir eser. Samirane, Botan yöresinin kıvrak ve tamamen kendine has ritmlerini yansıtan bir şarki. Zaten ritimleriyle albüme Hussein Zahawy isimli dünyaca ünlü def üstadı eşlik etti. O da ayrı bir renk kattı çalışmamıza.
Albüme yönelik tepkiler aldınız mı?
Biz kendimizi daha çok sosyal medyada ifade eden bir grubuz. TV kanalları, radyo programlarında boy gösteren bir grup değiliz. Solist olarak benim yasaklı pozisyonum da, özellikle Türkiye'deki dinleyicilerimizle konserler yoluyla buluşmamızı imkansız kılıyor. 2011'de kurduğumuz grubumuzun canlı konser kayıtlarını sosyal medyada paylaştığımızda, güzel tepkiler aldık ve takipçilerimiz her fırsatta albüm beklentilerini dillendirdiler. Albümümüzdeki tek Soranca şarkının kayıtlarından yapılmış Özgün Yarar imzalı klibimizi de yayınladık. Hem klip, hem de albüm güzel tepkiler alıyor. Henüz 1 hafta olmasına rağmen birçok yerde ulaşılır durumda olması, insanların da bize ulaşmasını kolaylaştırıyor. Konseptimizi genelde güzel bulduklarını ifade eden dinleyici mesajları alıyoruz. Ama tabi henüz çok yeni.
Birçok dil ve kültür ve bugün yok olma, yok sayılma, tehlikesiyle karşı karşıya. Buna yönelik bir tepkiniz var mı?
Grup üyelerimizin öyküsü bile bu yok sayılma kültüründen fazlasıyla nasibini almış insanların öykülerinin trajik birer parçası olmayı ifade ediyor. Ermenistan'a sürülen ve kendi ülkelerini Ağrı Dağı'nın öte yakasından sadece klamlarla tanıyan iki kadın, asimilasyon politikasının cenderesinde Kürt olduğunu onsekizinde öğrenmiş, buna isyan edip, yöneldiği mücadeleden dolayı düşünceleri ve siyasal faaliyetleri nedeniyle kendi ülkesine 22 senedir gidemeyen bir kadın. Bu sadece bizim hikayemiz değil tabi. Biz zaten bu yok sayma kültürünü yasamış milyonların parçasıyız. Bu kadar güzel dilin, kültürün, rengin olduğu bir coğrafyayı, farklılıktan ve renklerden korkan ve bu korkusunu da yok sayarak kapatmaya çalışan sistemlerin ne hale getirdiğini görüp, buna öfke duymamak mümkün olamaz. Cihangir'de gökkuşağı renklerine boyanmış bir merdivene bile tahammülü olmayanların, gri zihinleriyle çoraklaştırdığı bir kültürel hazinedir Anadolu. Bu nedenle müzik yoluyla bu yok sayma kültürüne karşı, dillerimizi, ezgilerimizi ısrarla seslendirmek istiyoruz. Biz de barış mücadelesine böyle katkı sunacağımızı düşünüyoruz.
"Şuan ciddi bir tıkanma sözkonusu"
Türkiye'de yaşanan çözüm sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu süreci bir şarkınızla değerlendirmek durumunda kalsaydınız, hangisi olurdu?
Herkes gibi bu süreç bizim de yakından izlediğimiz bir süreç. Özellikle devlet kanadında yaşanan muğlak, ikiyüzlü yaklaşımların süreci tıkatmasıyla karşı karşıyayız. Aylardır çatışmasızlık ortamının sağlanması, ölümlerin durması çok önemli gelişmelerdi. Ancak, şuanda ciddi bir tıkanma da sözkonusu. Mesela bizim Vane Kora isimli şarkimiz, bir gerilla babasının ağıtı. Bu topraklarda onbinlerce insanın hayatını kaybetmesine neden olan, geride gözü yaşlı insanlar bırakan bir savaş yaşandı ve insanlar huzura, barışa çok büyük özlem duyuyor. Bu acılar yaşandıkça biz de çok farklı şeyler söylemek istemiyoruz. Yaşam bir şekilde devam ediyor diyemiyor insan. Yanı başındaki acılara kayıtsız kalamıyorsun. Bazı dinleyiciler, çok hüzünlü buluyorlar şarkılarımızı. Ama ne yapabiliriz ki? Bu acılar yaşandıkça, şarkılar da onları yansıtacak.