İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Altıncı İdari Dava Dairesi, 4 Şubat 2025 tarihli kararında, Kanal İstanbul kapsamında belirlenen rezerv yapı alanı kararları ve çevre düzeni planı değişikliklerinin hukuki süreçlerinin farklı olduğunu vurguladı. Kararda, rezerv yapı alanı kararının alındıktan sonra çevre düzeni planı değişikliğinin yapıldığı belirtildi ve bu iki işlemin farklı mevzuatlara tabi olması nedeniyle ayrı ayrı incelenmesi gerektiği ifade edildi.
Ayrıca, mahkeme sürecine dair önemli bir ayrıntıya dikkat çekildi: 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planı değişikliği kararları Danıştay’a temyiz yolu açık olacak şekilde incelenirken, rezerv yapı alanı kararları ise kesin karar niteliğinde değerlendiriliyor. Bu farklılık nedeniyle, mahkeme, her iki işlem için ayrı ayrı dava açılması gerektiğine hükmetti.
İBB kaynakları, kararın Kanal İstanbul'un hukuki sürecini "uzatmanın" bir parçası olduğunu söylüyor. Şehir Plancısı Dr. Nuray Çolak ise ilgili bakanlıkların bilirkişi raporlarını göz ardı ettiği görüşünde.

Kanal İstanbul Projesi’ne yargı freni
Bilirkişi raporu
Mahkemeye sunulan bilirkişi raporları, rezerv yapı alanı ilân edilen bölgelerin tarım, orman ve su havzalarını kapsadığını, ekolojik dengenin ciddi şekilde tehdit altında olduğunu ortaya koydu.
Raporda, rezerv alan kararlarının alınırken detaylı bir çevresel ve bilimsel değerlendirme yapılmadığı, bölgenin kentsel dönüşüm amacıyla nasıl kullanılacağının kesin bir çerçeveyle çizilmediği vurgulandı. Ayrıca bilirkişi raporunda, İstanbul’un su kaynakları üzerindeki olası olumsuz etkilerinin değerlendirilmediği, Kanal İstanbul’un çevresel zararlarının göz ardı edildiği ifade edildi.
Mahkeme ise iptal kararında “Olayda, dava konu alanın öncelikle rezerv yapı alanı ilan edildiği sonrasında da çevre düzeni planı yapıldığının görüldüğü, söz konusu işlemlerin mevzuatlarının farklı olması ve yargısal bakımından da ayrı ayrı irdelemeyi gerektirmesi nedeniyle her bir işlem yönünden ayrı ayrı inceleme yapılması gerekmektedir,” dedi.
Süreç nasıl işleyecek?
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) kaynakları, kararı, Kanal İstanbul projesinin hukuki sürecini uzatacak bir tür “engel” olarak değerlendiriliyor.
Davacılar, Kanal İstanbul’un sadece bir “su yolu” projesi olmadığını, etrafında yaratılmak istenen yeni şehirleşmenin İstanbul’un ekolojik dengesini bozacağını savunuyordu. Mahkeme kararı, bu itirazların hukuken geçerli olduğunu göstermiş oldu.
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı'nın kararı Danıştay’a taşıması bekleniyor. Ancak, bu süreçte rezerv yapı alanı kararları ve çevre düzeni planı değişiklikleri hukuken geçersiz sayılacak ve uygulanamayacak.
"Bakanlıklar şeffaf değil"
Şehir Plancısı Dr. Nuray Çolak, yurttaşlar için en büyük sorunun beş yıldır devam eden dava süreçlerinin hukuki ve bürokratik yük yaratması olduğunu söyledi. "Bakanlık, rezerv alan kararlarını kamuoyuna açık hale getirmeli ve vatandaşların kararları denetleme hakkını sağlamalı," diyen Çolak, açıklamasına şöyle devam etti:
"Rezerv alan kararlarının Resmî Gazete’de yayımlanmaması, vatandaşların hak arayışını zorlaştırıyor. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından alınan bu kararlar, mülkiyet hakkına müdahale içerirken kaç bölgenin rezerv alan ilan edildiği belirsizliğini koruyor. İstanbul’da şu an kaç bölge rezerv alan olarak ilân edildi? Oturduğumuz evler bu kapsama giriyor mu? Bu soruların yanıtlarını bulmak neredeyse imkânsız. Son yasa değişikliğiyle rezerv alan tanımı muğlak hale getirilerek dava açma süreçleri daha da karmaşıklaştırıldı. Hukuki itirazlar çevre düzeni planı değişiklikleri üzerinden yürütülse de rezerv alan kararlarına dair net bilgi bulunmuyor.
"Bölge İdare Mahkemesi 6. İdari Dava Dairesi’nin Kanal İstanbul ile ilgili kararına bakıldığında ise usule ilişkin bir noktaya vurgu yapıldığı görülüyor. 100 bin ölçekli çevre düzeni planı değişiklikleri Danıştay’a temyiz yolu açık olacak şekilde değerlendirilirken, rezerv alan kararları kesin karar olarak ele alınıyor. Mahkeme, bu iki kararın aynı süreçte değerlendirilemeyeceğine hükmetmiş ve dava kararını usulen kaldırarak dosyanın yeniden 5. İdare Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiş. Ancak, bilirkişi raporları ya da kararın esasına yönelik herhangi bir itiraz görünmüyor. Bilirkişiler, ilk raporlarına ek olarak hazırladıkları yeni raporda eksiklikleri gidermiş ve rezerv alan kararlarının İstanbul’a etkilerini kapsamlı bir şekilde ele alıyorlar.
"Billirkişi raporunda özellikle su havzalarının yönetimi, tarım ve kırsal alanların durumu gibi kritik konulara değiniliyor. İstanbul ve bölge genelinde çevresel etkilerin olumsuz olacağı vurgulanıyor, iklim değişikliği riskleri belirtiliyor ve içme suyu havzalarının tehdit altında olduğu ifade ediliyor. Bu noktada mahkemenin, bilirkişi raporlarına yönelik herhangi bir eksiklik tespiti görünmüyor.
"Bakanlıkların savunmaları ise dikkat çekici. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, İstanbul’da kentsel dönüşümün önemli bir mesele olduğunu ve rezerv alanların bu süreçten etkilenen kişilerin transfer edilmesi amacıyla kullanılacağını belirtiyor. Ancak bilirkişi raporlarında, bu bölgelerin kimler için planlandığı, kaç kişinin yerleştirileceği ve nüfus artışına nasıl bir etkisi olacağına dair yeterli açıklamaların yapılmadığı vurgulanıyor. Bakanlık, sadece kentsel dönüşüm kapsamında değil, aynı zamanda yeni istihdam alanları yaratmak için de rezerv alanların kullanıldığını belirterek İstanbul’un nüfusunun artacağını açıkça ifade ediyor. Ancak bu artışın ne kadar olacağına dair herhangi bir öngörü sunulmuyor.
"Bakanlık, vatandaşların dava açma yetkisini sorguluyor"
"Öte yandan, Ulaştırma Bakanlığı da tarım alanlarının kaybolacağı eleştirisine karşı, kanal kazısında çıkan toprakla yeni tarım, orman ve mera alanları oluşturulacağını öne sürüyor. Bu iddia, bilimsel ve teknik açıdan oldukça tartışmalı. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ayrıca vatandaşların dava açma yetkisini sorguluyor ve ortak dava açmalarına yönelik itirazlarını sunuyor. Ancak ilgili düzenlemelerde, kimlerin hangi koşullarda dava açabileceği açıkça belirtiliyor ve bu konuda hukuki bir engel olmadığı anlaşılıyor. Dava süreci açısından bakıldığında, mahkeme yetki meselesine odaklanmış, bilirkişi raporlarına ilişkin herhangi bir eleştiride bulunmamıştır.
"Bu süreçte, 5. İdare Mahkemesi hızlı bir şekilde bilirkişi raporlarını değerlendirerek yeni bir işlem yapmadan çevre düzeni planı ve rezerv alan kararlarını gözden geçirebilir. Ancak bu, davacılar açısından ek bir külfet yaratır. Aralık 2019’dan beri süren dava süreci, vatandaşları hukuki ve bürokratik olarak yıpratıyor. Beş yıldır devam eden bu süreç, yurttaşları ciddi şekilde mağdur ediyor. Nihayetinde, rezerv alanlarla ilgili en önemli mesele, bu kararların şeffaf bir şekilde duyurulmaması. Eğer Bakanlık bu denli geniş bir yetkiye sahip olacaksa, vatandaşların da alınan kararları denetleme hakkı olmalı. Mevcut durumda, rezerv alan kararlarının kamuoyuna açık bir şekilde sunulması sağlanmalı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın gelişmiş bir coğrafi bilgi sistemi altyapısı var. Rezerv alan kararları da burada ilân edilebilir.
"Kanal İstanbul projesi açısından bakıldığında ise, İstanbul’un mevcut nüfus yoğunluğu ve çevresel sorunları göz önüne alındığında, bu projenin yaratacağı ek yük ciddi bir endişe kaynağı. 2012’den bu yana gündemde olan Kanal İstanbul tartışmalarında asıl meselelerden biri kanalın kendisi değil, bölgedeki arsa stokunun değerlendirilmesine dönüşmüş durumda. TOKİ’nin büyük ölçüde mülkiyet sahibi olduğu alanlarda sosyal konut projeleri adı altında yapılaşmaya gidilmesi, çevresel ve ekolojik açıdan büyük riskler doğuruyor. Özellikle Sazlıdere Barajı çevresindeki yapılaşma, baraj gölünü, tarım alanlarını ve meraları tehdit ediyor. Bu süreç sonunda, kanal projesi uygulamaya geçmese bile İstanbul’un doğal yapısı büyük ölçüde tahrip edilecek. En büyük endişe kaynağı da bu." (TY/VC)
