*Görsel betimleme:Pembe renk ışıklı bir odada duvar asılmış, “Eşcinsel dağıtıldı” yazan bir gazete kupürü gözüküyor. Haberin görselinde oturma eylemi yapan bir grup LGBTİ+ var. Sol altında ise “Trans Manifesto”dan bir alıntı var.
Türkiye’de trans hareketinin tarihine mercek tutan “Dön-Dün Bak” sergisi, 26 Haziran’da İstanbul’da açıldı.
1980’li yıllardan günümüze kadar uzanan bir zaman dilimini ele alan sergi, Türkiye trans hareketinin dönüm noktalarını arşiv kayıtları aracılığıyla gün yüzüne çıkarıyor.
Türkiye'deki ilk Trans Onur Yürüyüşlerinden başlayarak günümüze uzanan serginin önemli bir bölümünde gazete kupürleri aracılığıyla, nefret söylemleriyle dolu haberlerin direnişin gücünü vurgulayan bir dille aktarılması ve medyanın etkisi üzerine yoğunlaşılıyor.
Sergide ayrıca, öldürülen ve intihara sürüklenen transların isimlerinin yer aldığı özel bir oda var.
Türkiye trans mücadelesinin hafızasını canlı tutma amacı güden ve 27 Temmuz’a dek açık olacak sergiyi, 10. Trans Onur Haftası Sergi Kolektifi ile konuştuk.
1987’deki açlık grevi
Sergide Türkiye trans hareketinin tarihine mercek tutuyorsunuz. Hangi tarih aralığını baz aldınız, özellikle hangi yıllar radarınıza girdi?
1980'li yıllardan başladık. 29 Nisan 1987’de translar, devlet baskısına karşı İstanbul’daki Gezi Parkı’nda açlık grevine başladı. Bu 10 günlük açlık grevi, Türkiye trans hareketi tarafından bir dönüm noktası olarak benimseniyor. Günümüzdeki (2023-2024) eylem ve direnişlerle de bitirmeye çalıştık.
Arşivdeki eylem ve haberleri tararken gözünüze en çok çarpan neydi?
Arşivde "trans" sözcüğüyle arama yaptığımızda çok fazla kaynağa ulaşamadık. "Eşcinsel" sözcüğünü tarattığımızda ise, aslında trans+ kavramlarının 90'lar ve 2000'lerden sonra gündelik hayatta kullanılmaya başlandığını, öncesinde ise transların eşcinsel çatısı altında tanımlandıklarını gördük.
Bu, öğrenmemiz açısından önemliydi. “Eşcinseller açlık grevinde” diye verilen haberlerde de bunu gördük. Öncesinde “kadın erkekler”, “erkek kadınlar" gibi tanımlar kullanıldığına denk geldik. Ayrıca, ana akım gazetelerde nefret söylemleri yaygındı ve haberler özellikle belli figürler üzerinden ilerliyordu, Bülent Ersoy gibi.
Yine aynı şekilde, nefret söylemi içerse de “Eşcinseller karakol dağıttı", "Eşcinseller şuraya saldırdı" gibi haberler vasıtasıyla aslında direnişin ne denli güçlü olduğunu gördük. Böylesine transfobik ve LGBT+ fobik bir ortamda bile karakol dağıtmak, emniyet önünde basın açıklaması yapmak, yüzlerini siyaha boyamak gibi eylemler gerçekleştirebilmeleri bize çok güçlendirici geldi. Örneğin, 2006 yılında Ankara'da "İş istiyoruz" eylemi yapılmış. SGK önüne gidip eylem düzenlemiş translar.
Banu’nun kaçışı
Neden medya ayağını özellikle vurgulamayı tercih ettiniz?
Çünkü başka bir kaynak yoktu. 2000'lerden önce insanların akıllı telefonları olmadığı için görüntü alınmamış. Video çeken insanlar çok azdı. Bu yüzden sadece gazetelere bakabildik. Kütüphanelere gidip dergilere bakma fırsatımız olmadı.
Ana akım gazetelerde de daha çok nefret söylemi içeren haberler vardı. Onları olabildiğince eledik. Nefret söylemi içeren bazı haberleri sakladık ve direnişlerin öne çıktığı haberleri parlatmaya çalıştık. Örneğin, “Banu kayıp” diye bir haber vardı. Haber dili yanlış olabilir; ama Banu'nun sürekli kaçması bizim için bir direniş.
Neden kaçıyormuş Banu?
Polisten. (gülüşmeler)
Sergide “Gacı”, “Dönme” ve “Lubunya” gibi dergi ve fanzinler de yer alıyor. Bu dergilerden bahsedebilir misiniz?
Özellikle “Dönme” dergisi dikkat çekici. İlk baskısında neden “Dönme” isminin seçildiği ve bu kelimenin devletin bize atfettiği anlamdan ziyade bizim onu nasıl sahiplenip kullandığımız yazılmış. Bu bizce tarihi bir öneme sahip.
Arşiv olarak çok kıymetli bir kaynak. “Gacı” dergisi ise “Dönme”den daha önce yayımlanmış ve genellikle trans kadınların ve seks işçisi trans kadınların yaşadığı sorunlara ağırlık vermiş. Bir çağrı yaptık ve bu dergilerin tamamını, birinci baskıdan sonuncu baskıya kadar, trans bir aktivistten aldık.
Lubunya dergisi ise daha çok 2000'lerde çıkan bir dergi. Pembe Hayat ve Almanya'daki eşcinseller tarafından çıkarılmış. Bizde daha çok Pembe Hayat'ın çıkardığı dergiye ait sayılar var. Onda da aynı şekilde transların yaşadığı sorunlara değiniliyor.
Kayıplar
Bir odayı sadece kayıplarınıza ayırmışsınız, odanın duvarlarından birinde sadece öldürülen ve intihara sürüklenen transların isimleri yazıyor. O odayı anlatabilir misiniz?
Arşivi taradığımızda katledilen çoğu transın ya dead name’i ile (kimlik ismiyle) haberlerde yer aldığını var ya da “N.A” diye geçtiğini gördük. Kaybettiğimiz arkadaşlarımızın isimlerine hiçbir şekilde erişemedik. Yakın tarihli haberlerle birleştirdiğimizde 100'e yakın isim bulabildik.
Devletin bizleri yok sayma ve tarihimizi silikleştirmek isteme politikasının bir ürünü bu da elbette. Ve bu durum bizim açımızdan hem sinir bozucu hem de keder verici.
Haftalardır, belki de aylardır bu sergiye emek veriyorsunuz; ama Türkiye'deki politik atmosfer ve devlet baskısı nedeniyle serginin konumunu duyuramıyorsunuz. Bu size nasıl hissettiriyor?
Sizinle konuştuğumuz esnada Kadıköy'deki etkinliklerimiz yasaklandı. Sinir bozucu; ama beklediğimiz bir şeydi. Serginin izleyici ile buluşamaması ise bizim için daha üzücü olurdu. Şu an sergimizin olduğu mekân farklı disiplinlerden sanatçılara açık olduğu için, başka bir sergiye gelen insanlar da bu sergiyi ziyaret edebilecek. Bu da bizim kendimizi ve tarihimizi daha çok insana anlatabilmemiz için bir fırsat.
Etkinliklerimiz bir bir yasaklanıyor; ama çatlaklardan sızıyoruz. Sergi için de durum böyle. Yasaklanmamasının ve basılmamasının bedeli, mekânın konumunun verilmemesi ise buna itiraz etmiyoruz. Bizim için asıl önemli olan tarihimizin unutulmaması ve devlet şiddetinin duyurulması. Bu kapsamda tarihimizi hatırlamamızı ve daha iyi anlatmamızı sağlayacak birkaç etkinlik de düzenleyeceğiz. Trans öznelerle beraber konuşacağımız yuvarlak masa benzeri etkinlikler olacak bunlar.
Direniş ve hafıza
Az evvel de söylediğimiz gibi, katledilen arkadaşlarımızın isimlerine ulaşmakta dahi zorluk çektik. Hafızayı diri tutmak ve tarihimi tekrar tekrar hatırlatmak için buradayız. İktidarın söylemleriyle trans hareketin ve genel olarak Türkiye LGBTİ+ hareketinin batıdan “ithal edildiği” lanse ediliyor.
Ama aslında bu topraklar kurulduğundan beri varız. Kökümüz burada. Ve bırakın Cumhuriyet dönemini, Osmanlı’dan itibaren bir direniş de var bu topraklarda. Mağdur değiliz, direnen özneleriz. Bunu hatırlatmak istiyoruz.
Biraz da mücadelenin hafızası kendi içimizde de yok oluyor. Eylem yapamadıkça, tüm etkinliklerimiz yasaklanınca karamsarlaşıyoruz. Geriye dönüp bakmak bizleri motive ediyor. Yıllardır emin adımlarla yürüyen ve büyüyen bir mücadele var. Bu mücadelenin büyümesinden korkan iktidar bizi, bir alana sıkıştırdı. O alanı tekrar geri kazanabiliriz. Eylem pratiklerimizle bunu hatırlayarak yapabiliriz.
Sadece unutmamak ve unutturmamak gerekiyor. Ellerin havaya kalkması ve direnişin sürmesi için hafızayı diri tutmalıyız. Bu yüzden de sergimizin etiketini #KendiniBul olarak belirledik. Velhasıl, iyi ki trans mücadelesi var!
(TY/EMK)