Denktaş'ı da alarak giden gruptan İşçi Partisi (İP) lideri Doğu Perinçek'in İsviçreli savcı tarafından tutuklandığı haberi ulaşınca, ülkede ciddi tepki doğdu. Dışişleri Bakanı Gül, İsviçre büyükelçisini çağırttı. Bern büyükelçiliğimiz protesto etti.
25.07 tarihli Milliyet Perinçek'in ifadesinin l0 sayfa tuttuğunu yazdı: Perinçek'le birlikte sorgulamaya katılan bir hukukçu, "Sorgulama 2-3 sorudan sonra bitmişti. Savcı Rolf Jaeger 'Serbestsiniz, gidebilirsiniz' dediği halde Pen'nçek ısrarla söyleyeceklerinin aynen zapta geçmesini istediği için sorgulama uzadı" dedi.
Gündemi etkileyen ikinci olay, Ecevit'in "Vahdettin hain değildi" açıklaması oldu. Bu da ülkede ciddi tepki doğurdu. "Asıl hain kendisidir" diyenlerden, Demirel'in "Daha en az 100 yıl Atatürk referansına ihtiyacımız var" sözüne kadar, çeşitli protestolar geldi. Hatta ABD'den O.Kaymakçalan, Hürriyet'ten O.Ekşi'ye gönderdiği mektupta "33 senelik tıp doktoru olarak" Ecevit'e Alzheimer (bir tür bunama) teşhisi koydu.
Bu iki olay birbiriyle yüzde 100 bağlantılı. Biri Vahidettin'in hainliği'nin, öteki de Lozan'ın tartışılamayacağını söylüyor.
Tabu, tartıştığın zaman "hain" ilan edilmene yol açan konuların ortak adıdır. Bendenizin hainliği nasılsa müseccel olduğundan, bu iki konunun ne kadar tabu/doğru olduğuna izninizle bir bakayım:
1) Lozan'a niçin dokunulmaz, çünkü Lozan hakikaten Türkiye'nin siyasal ve iktisadi bağımsızlığının belgesi, bu devletin kurucu antlaşmasıdır.
Güzel de, Lozan Antlaşmasına en çok dokunan, bizzat Türkiye. Şu anda da "dokunmaya" devam ediyor. Lozan'a giden grubun yüzde yüz desteğiyle. Bu konuyu bin defa yazdığım için, yalnızca en çok ihlal ettiğimizin 14. ve 37-43. maddeler olduğunu söyleyip geçeyim. Kitaplarım hariç, www.baskinoran.com sitesindeki en az 34 yazıda, Lozan'ı dokuna dokuna ne hale getirdiğimizi ayrıntısıyla okuyabilirsiniz. Demek ki Türkiye'de Lozan dokunulmaz falan değil.
2) Vahidettin niçin haindir, çünkü Sevr'i imzaladı, düşmanlarla işbirliği yaptı; okullarda hep okuduk. Üstelik, 17 Kasım 1922 sabahı bir İngiliz zırhlısına gizlice binerek ülkeden kaçtı.
Sondan başlayalım. Başarısız olan yöneticiler savaşlardan veya darbelerden sonra genellikle kaçar. Ama o zaman Enver ve Talat paşalar başta olmak üzere ittihatçılar da hain, çünkü Vahidettin'den tam 4 yıl önce, l Kasım 1918 gecesi, bir Alman denizaltısına gizlice binerek kaçtılar. Üstelik, Vahidettin'in kaçarak, Ankara'yı ne dertlerden kurtarıverdiğini hiç düşünmüş müydünüz?
Ya, o dönemde, imparatorluk toprağının Vahidettin'e babasından resmen kalan mülk sayıldığını? Ya, "bir çekmece mücevherle kaçtığını, San Remo'da I926'da öldüğünde hastane parasının ödenemediğini?
Devam edelim. Vahidettin Sevr'i imzalamadı ama, Hüseyin Rauf Bey Mondros 'u imzaladı. "Hamidiye Kahramanı", sonra M.Kemal'in Başbakanı Rauf Orbay. Demek ki iyi öğretilen bazı şeyleri iyi düşünmek lazım.
Daha sivrisini sunayım: Damat Ferit, meşhur hain, Haziran 1919'daki Sevr görüşmelerinde bugün Lozan'a giden grubun istediği şeyi aynen yaptı: On'lar Konseyi'ndeki fevkalade sert konuşmasında imparatorluğun bütünlüğünün korunmasını istedi ve arkasından aynı tonda bir de muhtıra okudu: Batıda 1878 sınırlarına dönülmeli ve Musul dahil Rus ve Iran sınırına kadar olan bütün bölge iade edilmeliydi (Paul C. Helmreich, Sevr Entrikaları, İst., Sabah Y., 1996, s.80-81).
Bir Devrim yapılınca, Eski Rejim alabildiğine ve haklı-haksız kötülenir. Kötülenmelidir de. Çünkü bir koltuğa oturmak için önce o koltuktakini kaldırmak gereklidir; yoksa kucağa oturtulur ve bu da fazla endike değildir.
Ama, Devrim'den 82 yıl sonra Eski Rejim hâlâ kötüleniyor ve yenisinin bütün gücü buna harcanıyor ve daha kötüsü, bütün enerjisi bundan bekleniyorsa, ortada rezalet bir durum var demektir. Çünkü bütün olay hâlâ "korku" üzerine kuruludur.
Ecevit'in durumu malumdur, ama unutmayın: Durmuş saat bile günde 2 kere doğruyu gösterir.
Bugün Cumhuriyete ve Atatürk'e en büyük hakaret, onların karşıtlarını kötüleyerek onları yüceltme gayretidir. Yüceltmek istiyorsak, örneğin, Vahidettin başta olmak üzere, yurt dışında yatan herkesi getirtelim, yan yana gömelim. Mesela, Nazım Hikmet ile Vahidettin'i.
Çünkü, artık Cumhuriyetin Eski'den korkmaya değil, Eski'yle barışmaya ihtiyacı var. Senteze ihtiyacı var. Bak, Kürtçe kurslar serbest bırakılınca öğrencisizlikten kapandı, size daha ne örnek vereyim bekardeşim?