Feminizmi öğrenen kadınlar, lezbiyenliği kabul sınırlarının içine aldıkları zaman, artık kendilerine dair değiştirecekleri bir şey kalmadığı yanılgısına kapılabiliyorlar.
Feministim diyen, feminizmi önemseyen kadınlar arasında zaman zaman karşılaştığım, bence değişmesi gereken, ama genelde sorgulanma ihtiyacı duyulmayan üç mitten bahsedeceğim sizlere. Lezbiyenliğe veya lezbiyenlere dair üç mitten.
Çok temel bulduğum bir bilgiyi paylaşmak istiyorum öncelikle. Eşcinseller kelimesi ile başlayan ve emin olarak kurabileceğimiz tek bir cümle var: "Eşcinseller eziliyor."
Bunun dışındaki cümlelerin, "eşcinseller sanatçı ruhludur," gibi kulağa hoşmuş gibi gelenlerden, "eşcinseller güvenilmez insanlardır," gibi kötü olanlarına kadar, hepsi yanlış.
Bütün eşcinseller arasında eziliyor olmalarından başka tamamen ortak olan hiçbir özellik bulamayız. Tıpkı heteroseksüeller arasında sanatçı ruhlu, sanatçı ruhsuz, güvenilir, güvenilmez insanlar olabileceği gibi, eşcinseller arasında da vardır. Hiçbir nitelik eşcinselliğin doğasından kaynaklanmaz.
İktidara karşı bir direniş olarak kurulan eşcinsel kimliğini, çeşitli toplumsal olgularla bağlama çabamız, iktidarın yine iş başında olduğunun göstergesi. Eşcinselleri sevebilmek için olumlu, eşcinsellerden uzak durabilmek için olumsuz nitelikleri eşcinsel kimliğine bağlamak çok karşılaşılan ama kaçınılması gereken bir şey. Buradan yola çıkarak mitlere geçiyorum.
Bütün lezbiyenler feminist olmalı
Çok yaygın bir düşünce. Gerçekten de keşke bütün lezbiyenler feminist olsa. Sadece lezbiyenlerin değil, bütün kadınların feminizmi anlamasını ve sevmesini diliyorum. Ama neden bazen sadece biz lezbiyenlerin feminist olması bekleniyor ve olmaması da şaşırtıcı karşılanıyor?
Lezbiyen olmak hiçbir kadını feminizmin bilgisine ulaşabilmek ve ezilmenin bilincini açığa çıkarabilmekte heteroseksüel kadınlardan daha şanslı kılmıyor ki...
Lezbiyenler toplumun dışında ayrıksı bir tür olmadıklarına göre, tıpkı heteroseksüel kadınlar gibi, lezbiyenler ve biseksüel kadınlar, ancak feminizm güçlendikçe ve yaygınlaştıkça feminist olabilirler.
Başlangıçta lezbiyenliğe böylesi mistik anlamlar yüklerken, hepimizin feminist olmadığı gerçeğiyle yüzleşenler için lezbiyenlik birden sevilemez bir durum haline gelebiliyor, "Aaa, bütün iezbiyenler feminist değil! Oysa ben onların isyankâr ve direnişçi olmalarını beklerdim. Hayal kırıklığına uğradım," ama tüm ezilenler doğaları gereği isyancı ve isyanda başarılı olsalardı, ezilme diye bir şey kalmazdı.
Biseksüellerin lezbiyenliği yarımdır
Bu sadece biseksüel kadınlar değil, biseksüel erkekler hakkında da yaygın kabul gören bir düşünce. Aynı zamanda sadece feministler arasında değil, cinsel yönelim ve düşüncelerinden bağımsız olarak çeşitli çevrelerde geçerli olan bir düşünce.
Ama eşcinsellik tam olunca bize statü kazandıran, yarım olunca da kaybettiren bir şey değil ki. Tam tersine, aslında olağan bir durum olabilecekken, ataerkillik içerisinde kötümsenen, dışlanan, yok sayılan bir toplumsal olgu. Bu durumu toplumda varolan bir duygunun asimilasyon süreci olarak da tanımlayabiliriz.
Ne pahasına olursa olsun, hiçbir kadın bir kadına, hiçbir erkek bir erkeğe aşık olmasın! O zaman, neden lezbiyenleri tam lezbiyen, biseksüelleri de yarım lezbiyen olarak görelim ki?
Biseksüeller aynı zamanda erkeklere de aşık olma potansiyelini taşıyan lezbiyenlerdir. Lezbiyenlik bir paye olmadığına göre, bir kadının erkeklere de aşık olup olmaması hiçbir şeyi değiştirmez. Sonuç olarak biseksüel kadınların da kadınlara yönelik hissettikleri cinsel ve duygusal yakınlık toplum içinde asimile ediliyor.
Feminizm teori, lezbiyenlik pratiktir
Hayır, hayır, hayır. Elbette feminizm bize kadınlar arası dayanışmayı geliştirmeyi ve kadınlar arası rekabeti sona erdirmeye çalışmayı öğretiyor. Elbette feminizm bize binlerce yıldır ayaklar altına alınmış cinsiyetimizle barışmayı, birbirimizi sevmeyi öğretiyor. Ama kadınların kadınlara duyduğu aşk kendiliğinden feminizmin öğretileri ile bezenemez ki!
Kadınlar arası aşkın doğası gereği dayanışmacı ve geliştirici olmasını beklemek, lezbiyenliğe -aslında kadınlığa- özsel bir anlam yüklemek demek. Toplumda göründüğü kadarıyla yaygın olmasının yanı sıra bir de hegemonik olan heteroseksüel aşk kadınların ezilmelerinin orta noktasında dururken, dışlanan bir aşk türü, lezbiyen aşk, nasıl olur da kendiliğinden bir cennet bahçesi yaratabilir?
Sonuç olarak;
Bu üç yargıya baktığımızda, ortak çıkış noktalarının lezbiyenliğin kutsallaştırması olduğunu fark edebiliriz. Lezbiyenliği ezilmemeyi hak eden bir kimlik olarak görebilmek için onu kutsallaştırma ihtiyacı hissedebiliyor insanlar. Oysa lezbiyenliğin ezilmemeyi hak etmesi için hiçbir şeye ihtiyacı yok. Lezbiyenler zaten ezilmemeli.
Ama çoğunlukla insanlar ezilen kimlikleri sevebilmek ve affetmek için hafifletici nedenler arıyorlar. Üstelik hafifletici neden buldukça kendimizi sorgulama gereği duymadan özgürlükçü olduğumuzu da zannedebiliyoruz, işin kötüsü böylece şiddeti meşru gören bakış açısını devam ettiriyoruz.
Oysa bizim lezbiyenler ve biseksüel kadınlar olarak, her tür dışlanmaya ve şiddete açık olan aşkımızın kutsallaştırılması yerine dışlanma deneyimimizin anlaşılmasına ihtiyacımız var. (BB)