Deniz olup çevrelediği, nehir olup içinden geçtiği toprakları berekete boğan su, tarih öncesi çağlardan beri yarattığı flora ve faunayla insanoğluna bitimsiz bir hayat kaynağı sunar. Su kutsaldır... Yalnızca sunduğu bitimsiz hayat kaynağı için değil, hayatın başladığı yer olduğu için de...
Su kutsallaştırılır, efsanelerle birlikte anılır... Dünyanın dört bir yanındaki yaradılış hikayelerinde onun adı geçer. Yunan mitolojisinde dünyanın bütün ırmaklarını, denizin bereketini simgeleyen Tanrıça Tethys ile Evrensel Irmak Okeanos yaratır. Mezopotamya'yı yeşerten Dicle ve Fırat bir efsanedir. Alüvyonlarında taşıdığı altın ve gümüş zerrecikleriyle Lydia uygarlığının zenginliğine zenginlik katan Paktalos (Şart) Çayı'nın adı "Karun Hazinesi"yle birlikte anılır.
Büyük kentler su kaynaklarının ve nehirlerin kenarlarında kurulur hep. Su kaynaklarının kuruması tarihte büyük göçlere neden olur, kaynağın hakimiyeti yüzünden büyük savaşlar çıkar. Suyun kentlere ulaştırılması ise uygarlık tarihinin en büyük aşamasıdır. Pişmiş toprak ve taştan yapılma su künkleri ve kanallar, günümüz barajlarının öncüsü olan su bentleri, çeşmeler ve sarnıçlar su mimarisinin seçkin örnekleri olarak günümüze gelir.
İstanbul'da "Padişah fermanı"yla su
Eski çağlardan beri çeşitli uygarlıkların beşiği olan Anadolu'da suya ilişkin en zengin bilgi ve malzemeyi, bize binlerce yıllık geçmişe sahip bir imparatorluk başkenti, İstanbul verir. Çok erken bir yerleşim yeri olan İstanbul'a kentin kuruluşundan itibaren yerleşen uygarlıklar, su ve suyla ilgili tesislere çok önem verir. Şehrin dışında bulunan su kaynaklarından, suyu getirmek için uzun kanallar açılır, sarnıçlar ve yeraltı sularından faydalanmak için kuyular yapılır.
Antikçağ şehirlerinde su dağıtımı evlere kadar yapılabiliyordu. Bizans döneminde de bir süre devam eden bu uygulamanın, gerileme ve çöküşle birlikte kaldırıldığı, suyun İstanbul'a dolan nüfusa yetmemeye başladığı, suyun sadece saraya ve çevresine verilebildiği biliniyor. Halk ise açık ve kapalı sarnıçlarda biriken su ile ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırmış. Fetih sonrası tümüyle yenilenen ve geliştirilen su yollarının güzergahını ve dağılımını bugün bize İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesi ile Topkapı Sarayı Müzesi'nde bulunan Üsküdar, Süleymaniye ve Beylik su yolları haritaları gösteriyor. Haritalarda yer alan detaylı kent çizimlerinde, İstanbul'a su veren kaynaklar, su bentleri ve kemerleri,su terazileri, sokak çeşmeleri, sosyal ve dînî yapılar dışında su bağlantısı yapılmış, ayrıcalıklı kişilere ait evler de görülüyor. Bu bağlantının sadece sultanın yazılı fermanıyla yapılması, bu ayrıcalığın derecesini ve kişilerin önemini gösteriyor. Antikçağlarda suyun çeşme ve oluklardan taş çörtenler aracılığıyla durmaksızın akıtıldığı biliniyor. Ancak suyun zor elde edilebilir ve tükenebilir bir kaynak olması, bu değerin idareli kullanılmasını ve su akımını ihtiyaca göre kontrollü kullanmayı zorunlu kılmış, işte, musluklar da bu ihtiyaca cevap veriyor.
Musluklar, musluk formları
Suyun aktığı oluk bölümünde bir vana görevi yapan ve istenildiğinde açılıp kapanabilen, dikine bir burmalı çubuk musluğun temelini oluşturuyor. Muslukların tarihinde ilginç olaylar da yer alıyor; Kanuni döneminde kullanılmaya başlandığı kaynaklarda yer alan burma lülelerin (muslukların) çeşmelere takılmasının, sucu esnafı ve Sipahiler tarafından bir hayli dirençle karşılandığı, hatta muslukların tahrip edildiği biliniyor.
Musluk yapımında çeşitli maden alaşımları ve bezeme teknikleri kullanılmış. Tümü döküm tekniğiyle yapılan musluklarda önceleri bakır-kalay alaşımı kullanılarak bronz musluklar, daha sonraları ise ucuz olan bakır-çinko alaşımı kullanılarak pirinç musluklar elde edilmiş. Seri halde yapılan basit muslukların yanı sıra, gösterişli formlara sahip kazıma tekniğiyle bezeli musluklar da var. Saray ve benzeri önemli yapılar için gümüş alaşımlı ve tombak musluklar da yapılıyordu. Tunç üzerine altın yaldızlı, bol gümüş alaşımlı değerli madenden yapılan saray musluklarının işçilikleri de son derece özenli.
Kazımadan başka ajur, kabartma ve matkapla delme de musluklar üzerinde uygulanan süsleme teknikleri arasında sayılabilir.
Musluk formları yılan, ejder, koç başı gibi formlardan geometrik ve bitkisel şekillere kadar uzanan bir çeşitlilik gösteriyor ve dönemin mimarî zevk ve anlayışını yansıtıyor. 1819. yüzyıllarda saray ve çevresi tarafından yaptırılan bina ve iç mekanlarındaki muslukların bezeme ve gösterişli formlarının ise neredeyse muslukların işlevinin önüne geçtiği görülüyor.
Muslukların kolay bozulabilen, ayrıca takılıp çıkartılan bir ürün olması orijinal yerlerinden uzak düşebilme tehlikesini getiriyor. Yapıldıkları maddenin aksamının eritilebilir ve yeniden kullanılır olması da onların oldukları gibi günümüze ulaşmasını zorlaştırıyor. Bu nedenle, bugün pek çok tarihî yapıda yer alan musluklar ne yazık ki orijinal değil. Eritilmekten tesadüfen kurtulmuş musluk örneklerinin de hangi yapıda ve nasıl kullanıldığı ancak tahmin edilebilse de Anadolu'da İslami dönem su kültürünün oluşturduğu zevk anlayışını temsil eden musluklar, bizi günlük yaşamımızın vazgeçilmez kaynağı olan su üzerine düşünmeye davet ediyor. (CS/NH)