On dört aylık bir dönemi tek bir yazıda değerlendirebilmek pek mümkün olmasa da, Amerikalıların savaş sonrası dönemde pek çok hata yaptığına inandığımı öncelikle belirtmeliyim. Amerikalılar ülkeyi yönetme çabalarında başarısızlığa uğradılar ve zaten güçlük içindeki bir durumu daha da karmaşık hale getirdiler.
Eğer Amerikalılar savaş hemen bittikten sonra Iraklıların ülkeyi yönetmesine izin verselerdi şimdi çok daha iyi bir durumda olurlardı.
Dağıtılana kadar benim de üyesi olduğum Geçici Yönetim Konseyi (GYK), başarıya ulaşmış bir deney sayılamaz; zira bu konsey, işgal yetkililerinden bağımsız bir şekilde çalışabilmek için gerek duyduğu güçten yoksundu.
Benim yetkilerime dönecek olursak, ben GYK'ya Kürtleri temsil etmek için katıldım ve bizim dönemimizdeki Kürt üyelerin Iraklı arkadaşlarıyla birlikte çalışmak için elinden geleni yaptığını kendimden emin bir şekilde öne sürebilirim.
Kanaatimce, o zamanki işbirliğinin getirdiği en önemli sonuçlardan biri, GYK'nın Kürt ve Arap üyeleri arasında, mart ayında çıkarılan Geçici İdari Yasa (GİY) üzerinde varılan anlaşmadır.
Bu yasa Kürt dilini resmi dil olarak tanıyor ve savaş sonrası Irak'ta benimsenecek siyasi düzen bakımından federalizmi, yani Kürtlerin kendi kendilerini yönetmesini destekliyordu.
Ancak daha da önemlisi, söz konusu yasa daha önceki rejimlerce sürdürülen etnik temizlik politikalarını teşhir edip ortadan kaldırmayı da mümkün hale getiriyordu.
Genel olarak bakıldığında, bu yasa Kürtlerin uzun zamandır dile getirdiği talepleri içeriyor ve Irak'ın en büyük iki etnik topluluğu, Kürtler ve Araplar arasında ulusal bir uzlaşmaya doğru olumlu bir adım atıyordu.
Yasanın kapsamında bütün insan hakları da vardı. Bu yasa hem Kürtler hem de Irak'ta bulunan herkes için olumlu bir yasadır, çünkü insanların haklarının çiğnendiği değil aksine bu haklara saygı duyulduğu laik bir Irak devleti fikrine dayalı olarak oluşturulmuştur. Aynı zamanda Irak'ın bütünlüğünün korunmasını, zor yoluyla değil, anlayış ve işbirliği aracılığıyla teminat altına almaktadır.
GİY'nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından destekleneceği düşünülüyordu ama Britanya ve ABD'nin önerdiği 1546 nolu önerge bu yasayı hiçbir şekilde tanımıyor.
Böylece Kürtlerin ABD'nin son zamanlarda Irak'ta sergilediği genel tavra yönelik hissettiği hayal kırıklığı katmerleşmiş oldu.
İşgal yetkililerinin GİY'i BM kararına dahil etmemelerini protesto etmek için Kürt liderler Mesut Barzani ve Celal Talabani'nin ABD Başkanı George W. Bush'a yazdıkları ortak beyanat bu hayal kırıklığını dile dökmüş oldu.
Böylesi bir protestocu tavır Kürtlerin, özellikle Arap medyasında, çok olumsuz bir şekilde resmedilmesine yol açtı. Irak'ın nihai statüsü ve siyasi yapısına dair karar alınırken Kürtlerin yalnızca haklarına saygı duyulmasını ve tarih boyunca ezilmelerinin göz önünde bulundurulmasını istediği bir zamanda, medyanın Kürtler hakkındaki birçok yanlış algılamalara sebep olduğuna inanıyorum.
Bunlar olup biterken, bu karanlık dönemin içinden birleşik ve barış içindeki bir Irak'ın doğmasını ve ülkemizin işgaline son verilmesini güvence altına almak için çalışıyoruz.
Buna ek olarak, hükümetin ülkedeki denetimi yavaş yavaş eline alıp ilk seçimleri yapmasını ve nihayetinde bütün Iraklı yurttaşların haklarının tanınıp yürürlüğe konacağı kalıcı bir anayasayı oluşturmasını istiyoruz.
Daha acil taleplerimiz ise, Irak'ın iki komşu ülkesiyle, yani Türkiye ve İran'ın izlediği politikalarla ilgili. Her ne kadar bahis konusu iki ülke kabul etmek istemese de, hem Türkiye hem de İran'ın ülkelerindeki Kürtlerle sorunları var.
Bu ülkelerdeki Kürtleri bekleyen zorluklara dayalı olarak, Türkiye ve İran'ın Irak'ın iç işlerine herhangi bir şekilde karışması hususundaki endişelerimizi dile getirmek bana meşru görünüyor.
Çünkü bu ülkeler Kürtlerin kendi ulusal bütünlükleri ve güvenlikleri için tehlike teşkil ettiğini düşünüyor ve Kürtlerin bölgede kendi durumlarını geliştirmek için girişecekleri her türlü çabaya ihtiyatla yaklaşıyorlar.
Fakat Kürtlerin gerçekten istedikleri tek şey, uzun zamandır çözülmeyen sorunlarının bir an önce ve bir daha bozulmamak üzere çözüme kavuşturulmasıdır. Saddam rejiminden kalan miras adil bir şekilde onarılmalı ve geçmişteki ezilmeler telafi edilmelidir. Kerkük'teki durum daha genel bir soruna işaret etmektedir:
Yirmi yıl kadar önce evlerini terk etmeye zorlanan Kürtler tekrar geri dönmek isterken, Arap sakinler uzun zamandır yaşadıkları yerden ayrılmak istemiyorlar. Irak hükümeti bu tür sorunları adilce ele almak için o bölgelerde nüfus sayımı yapmalıdır. Böylece yöredeki insanların kaderine demokratik bir biçimde karar verilebilir.
Kürtlerin Irak'taki niyetlerinden şüphe duyanlar için, Irak'ta federalizmden bahsettiğimizde Iraklı Kürtlerin muhakkak ayrılıkçı eğilimleri olacağını kastetmediğimizin altını çizmeliyiz. Ne de olsa Kürtler on yıldır Bağdat'taki merkezi hükümetten büyük ölçüde bağımsızdılar.
Ancak Saddam devrildikten sonra Bağdat'a döndük, zira Irak'ın ulusal bütünlük mücadelesine katılmak istiyorduk. Fakat seçim yoluyla. Bizim federalizm anlayışımıza göre, merkezi hükümet ulusal egemenliği ilgilendiren her türlü konudan sorumlu olacaktır.
Bir başka deyişle, tek bir ordu, tek bir dış politika ve tek bir Irak olacaktır. Ama bu Irak'ın içinde tanınan bir Kürt varlığı da olacaktır. Ayrılık söz konusu olmayacaktır ve federalizm, bir bölünme sebebi olmaktan çok, Iraklılar arasında hakiki ve adil bir birliğe ulaşmanın kanalını kuracaktır.
Bilhassa Arap basınında sıcak bir tartışmayı kışkırtan ve birçok yorumcunun Kürtlerin siyasi gündemini sorgulamasına yol açan bir başka konu da, Irak Kürdistanı'nda İsraillilerin olduğunun iddia edilmesiydi.
Bildiğim kadarıyla- iki ülkenin hükümetleriyle yakın ilişkiler içinde bulunduğumdan bilgi sahibi olmam makul karşılanmalıdır- Irak Kürdistanı'nda İsrailliler yoktur.
1960'lar ve 1970'ler boyunca İsraillilerle gerçekten de ilişki kurmuştuk ama hemen ortaya çıkmıştı ki bu ilişki biz Kürtlerin çıkarı için hem zarar verici nitelikte hem de son derece tehlikeliydi ve dolayısıyla İsraillilerle ilişkimizi sürdürmek istemediğimiz çok açık.
Bana öyle geliyor ki; bu tür iddialar, özellikle Suriye'deki Araplarla Kürtler arasına fesat sokmak isteyen ajanlar tarafından ortaya atılıyor. Bu propagandanın bir kısmı İsrail tarafından bile yapılıyor olabilir. Her zaman için Kürdistan'a gelip böyle bir bağlantının olmadığını kendi gözleriyle görmek isteyenleri hoşça karşıladık. Zaten böyle bir bağlantı olsa, Kürtler bunu kendileri kabul ederlerdi.
Her ne olursa olsun, bence şu an Irak'ın önünde daha yakıcı sorunlar olduğu çok açık. Ana sorunlar Saddam rejiminin mirasından ve ülkenin işgal edilmesinden doğuyor. Amerikalı birlikler halen ülkede konuşlanmış bekliyorlar. Şiddet ise hiçbir şekilde dinmedi.
Irak'taki durumu değerlendirirken dikkatli olunmalı. Kendi davalarını ilerletmek için şiddete başvuran hareketler kesinlikle türdeş değildir. Görebildiğim kadarıyla, içlerinde esas olarak Iraklı sivilleri, Irak polisini ve şirketlerini hedef alan yabancı teröristler de var. İkinci grup ise temel olarak Saddam yıllarında ayrıcalıklı bir konumda olup eski düzeni yeniden kurmayı amaçlayanlardan oluşuyor.
En son olarak, içinde bulundukları halden mustarip olup yalın bir şekilde işgale karşı olan Iraklı topluluklar var ve bu kişilerin direnişleri, ülkelerinin karşı karşıya olduğu duruma verdikleri doğal bir tepki. Ne Saddam'ın safındalar ne de El-Kaide'nin.
Direnişteki hiziplerle diyalog kurulması, Irak'ta güvenli bir barış ortamının tesis edilmesi için direnişte olanlara af sağlanması ve sürüp giden siyasi süreçle bütünleşmeleri için samimi adımların atılması gerektiğine inanıyorum.
Irak şu an her şeyden çok, ulusal uzlaşma sürecine eğilmek durumundadır. Ülkeye istikrarın getirilmesinin ve yeni, demokratik bir Irak için gerekli zeminin oluşturulmasının tek yolu buradan geçer. (MO/ED/BA)
*Mahmud Osman, Kürt lider Mustafa Barzani'nin eski baş danışmanıydı. 1975'te Irak Kürt Sosyalist Partisi'ni kurmak için Kürdistan Demokratik Partisi'nden ayrıldı. Şimdi dağıtılmış olan Irak Yönetim Konseyi'nin önde gelen üyelerinden biriydi. Şu an ise bağımsız olarak siyaset yapıyor.
** Ender Demirci'nin çevirdiği yazı Mısır'da yayımlanan Al-Ahram Weekly'de 18 Temmuz günü çıktı.