Kentsel yoksulluk
Yoksulluk sorununun son on yıllar içinde artarak büyümesinde, dünya ölçeğindeki yapısal dönüşümün önemli bir rolünün olduğunu söylemek mümkündür. 1970lerle birlikte az gelişmiş ülke ekonomilerinin, yapısal uyum ve istikrar politikaları ile hızla liberalizasyonu yaşanırken bu tür programlar genellikle yüksek işsizlik, sosyo- ekonomik eşitsizlik ve yoksullukla sonuçlanmıştır. İzlenen neo- liberal politikaların ise yapısal olarak daha dezavantajlı grupları (kadınlar, çocuklar, azınlıklar ve göçmenler) doğrudan etkilediği söylenebilir (Standing ve Tokman, 1991). Ekonomilerin üretici temeli aşınmış, toplumun mütevazi kesimlerine dönük sosyal amaçlı harcamalar budanmış, devletin ekonomiyi yönetme ve yönlendirme kapasitesi yok olmuş, ekonomilerin yönetim mercileri bütünüyle IMF ve Dünya Bankası gibi emperyalist merkezlere kaymış ve bütün bunlar piyasa ekonomisinin başarısı sayılmıştır.
İş güvencesi kurumunun ortadan kalkması, emek piyasasının bölünmesi, istihdam koşullarının daralması ve yaygınlaşan işsizlik, varolan istihdamın enformel sektörde yoğunluk kazanması (kadın ve çocuk emeğinin kullanımı), emek örgütlerinin güç kaybı, reel ücretlerde düşüş, esneklik, esnek üretim sistemleri gibi emeğin ve üretimin yeni örgütlenme biçimleri ile iş gücü piyasasına hakim olan deregülasyon ve özelleştirme politikaları yoksullaşma sürecini hızlandırmış ve yaygınlaştırmıştır.
Neo- liberal iktisadi politikalar, gelir ve servet dağılımında, yaşam standartlarında varolan uçurumları büyütürken aynı zamanda tam da ideolojik arka planına uygun olarak, dünya sisteminin sürekliliğini sağlamak için gerekli- gerekli olmayan insan söylemi ile kutuplaşmayı arttırmıştır. Bu söylem, kitleleri, ulusları, bölgeleri, kıtaları marjinalleştirmiştir.
BM Kalkınma Programı Beşeri Gelişmeler Dünya Raporu (1996) na göre; 1978de gelişmiş ülkelerde kişi başına gelir ortalaması 8500- 9000 dolara yakınken gelişmekte olan ülkelerde (buna en yoksullar dahil değil) 1500 dolar civarındaydı. Oysa 1990lara gelindiğinde gelişmişler için rakam 23.000 doları geçmesine rağmen diğerlerinde 2500 dolarda kalmıştır. 1960 ile 1991 arasında dünya nüfusunun en yüksek yüzde 20sinin dünya geliri içindeki payı yüzde 70den yüzde 85e çıkmıştır. En düşük yüzde 20 ise dünya gelirinin ancak yüzde 1.4ünü almaktadır. Türkiyede 13 milyon kişi günde 2 dolarla, 1,5 milyon kişi ise günde 1 doların altında geçinmektedir (BM İnsani Gelişme Raporu: 2002).
Zorunlu göç ya da yerinden edilenler
Göç, insanların tek başına veya tüm aile bireyleri ile birlikte bir yerden başka bir yere gitmelerini ifade eder. Bu mekan değişiklerinin sebepleri olarak sosyal bilim literatüründe iten ve çeken (Keleş, 1993:47) faktörlerden söz edilir. Kentin istihdam çekiciliğinden kaynaklanan nedenler kadar yerleşilen yerin imkansızlıklarından kaynaklanan topraksızlık gibi nedenlerde bulunabilir. Burada göç eden aile üyelerinin kendi koşulları hakkında düşünme ve karar verme süreci yani iradesi vardır. Dolayısıyla göç eden açısından, bu süreç gönüllüdür ve yaşanılan süreç de gönüllü göç sürecidir. Yine göç süreciyle ilgili olarak sosyal bilimciler savaşlar, doğal afetler, gibi olağandışı koşullarda ortaya çıkan ve göç edenlerin iradelerinin işlemesine imkan bulunmayan, çeşitli kuvvetlerin etkilemesi ve zorlaması sonucu oluşan zorunlu göç sürecini tanımlarlar. Devletin çeşitli sosyal, ekonomik ve güvenlik vb. konularda aldığı kararların yerine getirilmesi aşamasında nüfusta oluşan hareketlilik zorunlu göçü ifade eder.
Türkiyede gerek yoksulluğun gerekse bağlantılı biçimde sokakta çalışan çocuklar sorununun büyük kentlerin önemli bir sorunu olarak kabul edilmesi ise büyük oranda 1990lı yıllarla birlikte yaşanan zorunlu göç süreci sonrasına denk gelmektedir. Zorunlu göçü yaşayan aileler için yoksulluk süreğenleşirken, kente tutunamayan yeni yoksullar tartışmaları bu grup üzerinden yürütülmeye başlanmıştır. 1990lı yıllarda yaşanan bu yeni göç dalgasının geçmişte yaşanan göçlerden en temel farkı zorunlu olmasıdır, dolayısıyla bu göç süreci hazırlıksız yaşanmıştır. Göç eden insanlar, göç edecekleri yerleri seçme şansları olmaksızın yaşam alanlarını terk etmek zorunda kalmışlardır. Göç- Der (2002)in raporuna göre, 1989-1999 yılları arasında 3438 kırsal yerleşim birimi boşaltılmış 4 - 4,5 milyon insan yerinden edilmiştir. Bu insanlar Türkiye ortalamasının en altında bir yaşamı Diyarbakır, Van, Batman gibi illerin şehir merkezlerinde ya da İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Mersin gibi metropollerde gettolaşma benzeri yerleşim alanları oluşturarak sürdürmek zorunda kalmışlardır. Zorunlu göç, hem demografik ve çevresel bakımdan hem de siyasal, sosyal ve ekonomik bakımlardan radikal bir altüst oluş ve kapsamlı bir tahribata neden olmuştur.
Doğup büyüdükleri yerlerden istekleri dışında koparılmış, yerlerinden yurtlarından edilmiş, yakın zaman önce yaşadıkları cinnet in (baskınlar, silahlı tarama, ev-köy-otlak yakma, gıda ambargosu, faili meçhul ler, gözaltında kayıplar...) etkilerinden hala kurtulamamış (Sır ve Arkadaşları,1998), yaşadıkları travma tamamen görmezden gelinmiş, bu yeni yersiz-yurtsuz bırakılmışların yoksullukları ve yoksunlukları gerek sosyal gerekse siyasi konumlanışları nedeniyle daha fazla hissedilmiştir.
Bu göçler herhangi bir yasal zemin üzerine gerçekleştirilmediği için, göç ettiren yeni gelinen yerde hiçbir yaşam alanı hazırlamamış, olayın siyasi boyutları nedeniyle kamusal otorite, göçün sosyal maliyetini karşılamaya yanaşmamıştır. Üstelik zorunlu göçün yaşandığı dönemin, neo-liberal ekonomi politikaların var kılınmaya çalışıldığı konjonktüre denk gelmesi, dolayısıyla devletin gerek yerel yönetimlere olan desteğinin gerekse sosyal koruma olanaklarının zayıflatılması sürecin daha tahripkar yaşanmasına neden olmuştur.
Öte yandan 1980 sonrası gecekondu yapım sürecinin ticarileşmesi, büyük kentlerde yoksul kitle için arsa sağlayıp yapı gereçlerini bulan ve gecekondu yapısını yaparak bunları satışa çıkaran gecekondu firmaları nın türemesi, kitleler halinde kentlere yığılan yoksul insanların, barınak sorununu önceki göç süreçlerinde yaşanandan daha zor kılmıştır. Türkiye büyük sermayesinin özellikle 1990lardan sonra kentsel alanlara yönelerek perakende tüketim, arsa spekülasyonu, orta ve büyük burjuvaziye dönük (lüks) konut üretimi, iş ve alış veriş merkezleri, eğlence ve turizm yatırımları, özel sağlık, eğitim kurumları vb. üzerinden rant elde etme eğilimi barınma sorununu göç edenler açısından, içinden çıkılmaz bir hale getirmiş, pek çoğu için kentin çeperlerinde (gecekondu alanlarında) yerleşim olanağı olamamış ve kentin merkezindeki derme çatma yapılanmalar ya da naylon korunaklar ve çadırlar yaşam alanı olmuştur. Dolayısıyla yaşanan son dönem göç diğerlerinden farklı olarak tedrici uyum olanaklarından yoksun kalmış, yumuşak ve bütünleştirici (Işık ve Pınarcıoğlu: 2001) olmaktan uzak, gergin ve dışlayıcı (Işık ve Pınarcıoğlu: 2001) olmuştur.
Erder (1995)in Türkiyeye ilişkin saptamaları ise son derece önemlidir. Erder, göçle kente gelip yerleşenlerden başarı durumuna bağlı olarak üç temel grubun ortaya çıktığını tespit etmiştir. Yükselenler, izole olanlar ve yoksullaşanlar. İşte göç sonunda metaforik anlamıyla göçenler bu yoksullaşan gruptakilerdir aslında. Bu grubun ortak özelliği gerek iş ve gerek konut piyasasında işleyen mekanizmaların dışında olmaları ve günlük yaşamları içindeki yalnızlıklarıdır. Bu grubun diğer gruplardan en temel farkı kendi istek ve iradeleri dışında yalnızlığa terk edilmiş olmalarıdır. Erder (1995: 118)e göre, yoksulluk- varsıllık çizgisinin bıçak sırtında gittiği bu ortamda, bazı haneler, hemşehrileri olsa bile, ilişki ağlarının dışında kalabilmektedir. Bu grup içinde yeni göç etmiş yoksullar, yetişkin yaşta hünersiz göç edenler; iş kazasına uğramış ve sakatlanmış hane reisleri; dullar; iş yaşamında başarısız olmuş ya da hemşehrilik ilişkilerinden dışlanmış haneler vardır. Bu arada Doğudan bugünlerde gelen Kürt göçünün de bu tür haneler yarattığı bir göç türü olduğunu belirtmekte yarar vardır. Doğudan yeni gelen göç dalgası eskisinden farklı olarak zincirleme göçün sağladığı esnek ve tedrici uyum olanaklarını ortadan kaldırmaktadır. Çok çocuklu ve hünersiz yetişkinlerin olduğu bu hanelerin mevcut hemşehrilik ilişkileri içine girmeleri çok daha zor olmakta ve bunlar da yalnızlığa terk edilebilmektedirler. Bu grubun varlığı kökene dayalı ilişkilerin seçiciliğini ve kentte yoksulluğun bazı gruplar için yerleşikleşme eğiliminde olduğunu göstermektedir.
Barut (2001)un tespitlerine göre, zorunlu göçerlerin yarısı yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır, yüzde 6sının hiç bir geliri yokken yüzde 40.5i 100 milyon liranın altında bir gelire sahiptir. Aylık geliri 100 milyon ile 200 milyon arasında olanların oranı yüzde 45.5 ve 200 milyon ile 300 milyon arasında olanların oranı ise sadece yüzde 8dir. Erkeklerin yüzde 29.3ünün işsiz olduğu belirtilen araştırma sonuçlarına göre, yapılan işler, genellikle gündelik işler (yüzde 29.9), seyyar satıcılık (yüzde 22) ve diğer niteliksiz işlerdir (yüzde 11.4). Barut (2001) İstanbula göç edenlerin hemen hemen tamamının (yüzde 98.3) çevre uyumsuzluğu, dil, kültür farklılığı, potansiyel suçlu görülme gibi sorunlarla karşı karşıya kaldıklarını, sağlık ( yüzde 84.8), beslenme (yüzde 79.8), barınma ( yüzde 54.9), düzenli iş bulamama- işsizlik (yüzde 91.6) ve eğitim (yüzde 49.5) ile ilgili sorunların var olduğunu belirlemiştir. Ailelerin yarısı, çevreyle uyum sorunu yaşadıklarını, yüzde 32.3ü ise dil ve kültür farklılığı yaşadıklarını ifade etmişlerdir. Ailelerin ancak yüzde 1i devletin ve yerel yönetimlerin sosyal hizmetlerinden yararlanmaktadır.
Türkiyede yaşanan son dönem göç, hazırlıksız ve istem dışıdır bu ise göç sürecini yaşayanlar açısından tam anlamıyla sosyal bir yıkıma neden olmuştur. Ayakta kalabilme, yeni yerleşim alanlarına tutunabilme mücadelesi, hayatları boyunca tarımcılık, hayvancılık, meyvecilik vb. türden uğraşların dışına çıkamamış insanların geldikleri yeni mekanların gereklerine ve niteliklerine uygun iş olanağı bulamayışı ya da tamamen işsizlikle karşı karşıya kalışı, süregelen yoksulluk sadece mekan değişikliğini içermemiş, aynı zamanda değerlerde, yaşam ve çalışma tarzında da dönüşüme neden olmuştur.
İstem dışı nedenlerle kurulu yapılarından kopan ve geldiği yeni mekanda tutunamayan aileler yaşanan göç sürecinde ciddi hasarlar görmüşlerdir ve geçmişte varolan pek çok aile işlevini kaybetmeye başlamışlardır. Aile üyeleri arasındaki tutunum gevşemiş, bağlılık yok olmaya başlamıştır. Köyün, düzenli gelir olmasa da sunduğu yaşam olanaklarının yerini kentin kurumsallaşmamış emek piyasası almış ve her halükarda düzenli bir gelirin koşul olduğu bir yaşam seyrine dönüştürmüştür. Bu kurumsallaşmamış emek piyasası içinde erkekler iş bulma olanağı yakaladığı oranda çalışmaya başlarken bu olanaklar kadınlar için büyük ölçüde mümkün olamamıştır. Kadınların eğitimsizliği kesin bir sonuç iken ailedeki geleneksel rollerin değiştiği de bir o kadar önemli sonuç olarak görülmelidir.
Kentteki aile yoksulluğu artık soğuramıyor. Yoksulluk gizlenemiyor, çıplak gözle görülebiliyor. Göç sonucunda görülen önemli değişiklerden birisi babalardaki otorite yitimidir. Babalar evin eski tanrıları artık göçmüştür, kadınlar yeni ortamda eski alışkanlıklarını ve düzeni sürdürmek için daha çok çalışmak zorunda kaldıkları için artık göçmüştür. Çocuklar yeni dünyaya gözlerini serbest emek piyasasının içinde açtıkları için artık göçmüştür (Sinanlı, 2000: 82). Köy, mezra boşaltmalarla yerinden edilenler için her şey bir iki hafta ve bu sürecin son günü bir kaç saat içinde olup bitmiş yüzyılların birikimi, becerisi, bilgisi üzerinden yükselerek şekillenen, evleri, toprakları, bağları, bahçeleri, hayvanları ve bunlara göre şekillenen ruhları bir anda koparılmıştır. Artık farklı bir dokuya uyum sağlamaya zorlanmaktadırlar.
Hemen hemen hepsi göç sonrası kendini aşağılanmış, dışlanmış hissediyor. Hepsinde memleket özlemi, toprağa duyulan özlem, şehre uyum gösterememe kişinin geriye dönüş isteğini güçlendiriyor. Daha yüksek düzeyde psikolojik sorunların gerekse yağma ve talan gibi ortaya çıkabilecek psiko- sosyal sorunların ortaya çıkmamasının temel nedeni akrabalık ilişkileri ve toplumsal dayanışmanın henüz üst düzeyde olmasıdır (Barut, 2002).
Cernea (1993, aktaran; Özbudun, 2000), zorunlu iç göç mağdurlarının yedi tipik boyutta yoksunlaşmayla karşı karşıya olduklarını belirtir: Topraksızlık, evsizlik, işsizlik, marjinalleşme, besin güvencesizliği, ölüm oranlarında artış ve toplumsal kopukluk. Bu yoksunlaşmalardan marjinalleşme ve toplumsal kopukluğun özellikle göç edenlerin belirgin bir etnik aidiyetleri söz konusu olduğunda daha yoğun yaşandığı söylenebilir.
İstemli ya da zorunlu hangi koşullar altında yapılmış olursa olsun, uzun süreli göç olayında, yaşamın sürekliliğinden bir daha kolayına bağlanamayan büyük kopuşlar vardır. Ruhbilimsel yönden göç olgusunun asıl belirleyici yanını bu büyük kopuşlar ve yeniden bağlanamayışlar oluşturmaktadır. Göçmenin içine girdiği yeni toplumda, etnik ve ekonomik farklılıkları nedeniyle sürekli olarak dışlanması, yoksanması ve kuşkuyla karşılanması, kendisine karşı olan güven duygusunun hızla çözülmesine neden olabilmekte ve yoğun bir kimlik krizi ortaya çıkabilmektedir (Teber, 1993). Bu krizi azaltmak için göçmenler göç edilen yerlerde ortak mahalleler kurmakta geldikleri yerdeki değerlerle farklı bir coğrafyada yaşama mücadelesi vermektedirler.
Kent yoksulları, işsizler, göçmenler kentlileşemeyen insan grupları içinde değerlendirilmekte, çözüm de onların kente entegrasyonunda görülmektedir. Oysa Berry ve Kim (1978), farklı kültürel etnik kimliğe sahip kişilerin yeni geldikleri toplumsal yapı içinde, özgün kültürel özelliklerini korumak istemeleri ile diğer grupla ilişki kurma durumuna göre, entegrasyon, asimilasyon, seperasyon ve marjinalleşme gibi dört tip davranış biçimleri geliştireceklerini belirtmektedir.
Nitekim bu konuda yapılan çok sınırlı sayıdaki araştırmalardan biri de Türkyılmaz ve arkadaşlarının (1997) İzmir, Aydın, Manisa, İçel, Adana ve Antalyada yürüttüğü araştırma olup bu araştırmada yerli nüfusun yeni gelenleri potansiyel bir tehlike olarak değerlendirme oranı oldukça yüksek görünmektedir. Görüşülenlerin yüzde 21i Kürtler buradan gitmeli, kendi memleketlerinde yaşamalıdır, yüzde 6.9u Burası bizim memleketimiz, rahatsız etmeye hakları yok yanıtını vermişlerdir. Somut sorulara verilen yanıtlar ise çok daha yüksek bir gerilim potansiyeli içermektedir. Aynı araştırmaya göre, yerli halkın yüzde 86.7'si Kürtlerin gelişiyle işsizliğin arttığını, yüzde 92.5i yeni gecekondu bölgelerinin ortaya çıktığını, yüzde 90.9u altyapının yetersiz kaldığını, yüzde 82.3ü mevcut doğal kaynakların tahrip olduğunu, yüzde 90.4ü suç oranının her geçen gün arttığını, bu durumunda sokakları ve diğer satış merkezlerini olumsuz yönde etkilediğini düşünmektedir. Yerli nüfus içinde araştırmaya katılanların yüzde 55.1i kızı ya da oğlunun bir Kürt ile evlenmesine karşı olduğunu söylemekte, yüzde 45.2si onları çok kaba ve saldırgan bulmakta, yüzde 57.3ü konuşma ve davranışlarını anlamadığını belirtmekte, yüzde 28.4ü onları tehlikeli ve korkutucu bulmakta, yüzde 10.6sı tümünün terörist olduğunu düşünmekte, yüzde 42.6sı çocuklarına kötü örnek olduklarını düşünmektedir.
İHD İstanbul Şubesinin 1993- 1994 yıllarında değişik illerde göç eden aileler üzerinde yaptığı bir çalışmanın sonuçlarına göre; göç edenlerin çocuklarının yüzde 53ü okula gidememektedir; yüzde 89.1ine ev verilmemiştir; yüzde 78.9u Kürt olduğu gerekçesiyle işe alınmadığını, yüzde 88.7si aynı nedenle yerleştiği yerde baskı gördüğünü belirtmektedir; yüzde 75.5i ise kimliğinden dolayı göz altına alındığını bildirmektedir. Barut (2002)un saptamalarına göre, zorunlu göç mağduru ailelerin yarısında hala korku ve tedirginlik yaşanırken, yetişkin nüfusun yüzde 35.6sı potansiyel suçlu olarak görüldüklerine inanmaktadır. Sokakta çalışan çocuklar içerisinde de bu duygunun yaygın olduğu tespit edilmiştir. Doğudan geldiğimiz için bizi terörist sanıyorlar, canavar gözüyle bakıyorlar. Bütün PKK örgütü Hakkariden çıkıyor diyorlar, İnsanlar bizi kabul etmiyor. Adamlar bize diyorlar, siz nerelisiniz? Diyoruz, Hakkariliyiz. Siz PKK mısınız? Yok ağabey ne PKKsı? PKK olsaydık burada ne işimiz vardı? Bu çöplerde sürünüyoruz işte.
Sonuç
Kürtleri, yoksulları, yoksulluk nedeniyle sokaklarda çalışan çocukları tehlikeli sınıflar, riskli gruplar olarak kodlayan kavram setine karşı dikkatli olmak gerekiyor. Bizatihi kullanıldıkları biçimiyle bu tür tanımlamaların tehlikeli oldukları düşünülmelidir. Toplumsal barış talebi anlamlıdır. Ancak bu talebin halk katmanları içerisinde yerleşikleşmesi ve yaygınlaşması da o kadar önemli olarak görülmelidir.
Zorunlu nedenlerle göç edenler metropollere tutunmaya çalışmaktadır. Entegrasyon ya da seperasyon (toplumsal kopukluk) onların gerek toplumsal gerekse siyasal konumlarını belirleyecektir. Köye dönüş projesi bu anlamda yeniden tartışılmalıdır. Elbetteki uygun koşullar hazırlandığında, köylerine dönmek isteyen ailelere bu imkan sağlanmalıdır. Ancak yoksulluk, konutsuzluk, işsizlik, besin güvencesizliği ve marjinalleşme ile karşı karşıya kalanlar için onların ihtiyaçlarını ve taleplerini merkeze alan acil çözümlere ve zorunlu göçün sosyal ve ekonomik maliyetinin bir an önce üstlenilmesine ihtiyaç vardır.
Ve yukarıdan siyasi değerlendirmeler, çözümlemeler yerine toplum bilimden içeri, araştırmaya dayalı, olgunun kendisini içine alan çözümlemelere ihtiyaç vardır. (BA/EK)
Yararlanılan Kaynaklar
Altuntaş,B., (2003), Mendile, Simite, Boyaya, Çöpe- Ankara Sokaklarında Çalışan Çocuklar İletişim Yayınları, Mayıs
Barut, M., (2002), Zorunlu Göç Araştırması , Göç Edenler Sosyal Yardımlaşma ve Kültür Derneği.
Başkaya, F., (1997), Sermayenin Küreselleşmesi veya Neo- Liberalizmin Vahşeti, Özgür Üniversite Forumu- Küreselleşme , cilt,1, sayı,1.
Berry, J.W., (1987), Comperative Studies of Aculturative Stress, İnternational Migration Review , Volume XXI, No:3.
Cernea, M. M., (1993), Disaster related Refugee Flows and Development-Caused Population Displacemet, Antropological Approahes to Resettlement, Policy, Practice and Theory, Boulder , San Fransisco, Oxford: Westview Press ( aktaran; Özbudun, S. (2000), Adı Konulmayan Olağanüstü Göç Bilim ve Siyaset , Sonbahar, İstanbul).
Değirmen, U., (2000), 1990lardaki Göçün Özgüllükleri, Bilim ve Siyaset , Sayı 1, İstanbul.
Erder, S.,(1995), Yeni Kentliler ve Kentin Yeni Yoksulları, Toplum ve Bilim , 66, Bahar.
Işık O., M. Pınarcıoğlu (2001) Nöbetleşe Yoksulluk- Sultanbeyli Örneği , İletişim Yayınları.
Kahraman,B., (2000) Göç Hikayesi Ütopiya , sayı 11,Güz
Keleş, R., (2000), Kentleşme Politikası , İmge Kitabevi, Ankara.
Sır,A.,Bayram,Y.,Özkan,M.,(1998), Zorunlu İç Göç Yaşamış Bir Grupta Travma Sonrası Stres Bozukluğu Üzerine Bir Ön Çalışma, Türk Psikiyatri Dergisi , 9(3).
Sinanlı,M.A., (2000) Sokakta Çalışan Çocuklar, Göç ve Göçmüş Aileler Ütopiya , sayı 10,Yaz.
Standing,G.,V. Tokman (1991) (ed), Towards Social Adjustment , ILO, Geneva.
Teber, S., (1993), Göçmenlik Yaşantısı ve Kişilik Değişimi , Ortadoğu Yay. Köln.
Türkyılmaz, A., Çay, A., Avşar, Z., Aksoy, M., (1998), Doğu ve Güneydoğu Anadoludan Terör Nedeniyle Göç Eden Ailelerin Sorunları, Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı Yay., Ankara.