Genel seçimlerde Blok'ta yer almadınız. Bu kez ne değişti?
3 Kasım'da daha geniş bir ittifakın gerçekleşmemiş olmasının değerlendirmesini tarihe havale edelim. Ama sol kamuoyunun beklentisi bu doğrultudaydı. Biz şimdi bu beklentiye yanıt veriyor, üzerimize düşeni ve mevcut koşulların gereğini yapıyoruz.
Nedir mevcut koşullar?
İşbaşında bir tek parti iktidarı var. Bu parti yerel seçimlerle sağın ana ve en güçlü partisi haline gelmek, iktidarını pekiştirmek ve buradan aldığı güçle kendi önceliklerini dayatmak istiyor. Amerikan emperyalizminin "Büyük Ortadoğu Projesi" içinde aktif bir rol oynamaya çok teşne ve neo-liberal politikaları derinleştirmeye kararlı. Kendi parametreleri içinde oldukça akılcı davranıyor.
Bu partiye karşı, 29 Mart sabahı insanlara umut verecek bir güç odağı, dönüp bakılacak bir seçenek yaratmak gerekiyor. Bu konuda iki teklif var. İlki, bu ülkede hem demokrasiyi, özgürlükleri ve insan haklarını daha fazla geliştirelim hem de neo-liberal politikalara set çekelim teklifi.
Ötekisi, mevcut hükümetin İslami referanslarına vurgu yaparak, "şeriat" tehdidi iddiasına dayalı bir kutuplaşmaya oynayarak toplumdaki laik güçleri birleştirme girişimi.
Yani, ÖDP'nin "gökkuşağı"nın kapsamına "sosyal-demokrat" olarak Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) artık girmiyor mu?
CHP geniş kitleler nezdinde hala bir sol ve sosyal-demokrat parti. Yükselen sağa karşı, solu birleştirme arayışları gündeme geldiğinde, akla ister istemez CHP de geliyor. Ayrıca CHP tabanında sol duyarlılığa sahip, kendisini solcu ve emekten yana diye tanımlayan insanların önemli bir ağırlığı var. Bu durumda, CHP'yi baştan dışta tutan bir anlayış, ilgili karara da verili koşullara da pek uygun düşmezdi. Bu nedenle, CHP ile bir araya gelişin koşullarının da aranması gerektiğini düşündük.
Ancak, CHP'nin çizgisi onunla ittifakı olası kılacak her iki eksenden de yoksun. Demokrasi ve özgürlükleri savunma bahsinde Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) gerisinde. Avrupa Birliği'ne (AB) girişi savunduğu halde "bu kadarı yeter" diyor. Yükseköğretim Kurulu (YÖK) dahil pek çok temel tartışma konusunda Milli Güvenlik Kurulu'nun (MGK) sözcülüğüne soyundu. Emekli büyükelçilerin sürüklediği Kıbrıs politikasının sol yaklaşımla alakası yok.
Kısacası, CHP devlet eksenli bakıştan, merkezi bürokrasiden bir türlü kopamayan statükocu bir hatta demir atmış durumda. Demokratik Halk Partisi'nin (DEHAP) varlığından hareketle güçbirliğini karalaması ve bildik duyarlılıkları kaşıması ise işin cabası.
Ekonomik politikalarda da durum farklı değil. Sendikal bürokrasiden gelme milletvekillerinin iş güvencesi yasası sırasındaki kişisel çabalarını saymazsak, CHP, Uluslar arası Para Fonu (IMF) politikalarının utangaç savunucusu. 3 Kasım seçimleri öncesinde Derviş'i transfer ederek güç toplamak isteyen bir partiden başka türlüsü de beklenemez.
Buna rağmen biz güçbirliğinin seçime girmediği yerlerde gericiliğe ve şoven eğilimlere karşı genel bir sol duyarlılığı temsil eden CHP adaylarını desteklemekte bir beis görmüyoruz. Bu noktada bizim için esas olan güçbirliğinin sözleşmesidir.
Sosyaldemokrat Halk Partisi (SHP) ile DEHAP arasındaki özel ilişki ittifakın seyrini nasıl etkiledi?
Biz görüşmelere başladığımızda böyle bir ikili ilişki vardı. Bize aralarındaki mutabakattan söz ettiler ve SHP çatısında seçime girme telkininde bulundular. Buna karşılık tek çatının güçbirliğinin doğasına uygun olmadığını, bileşenlerin özgünlüklerini gözeten, onları asimile etmeye yeltenmeyen bir yan yana geliş formunun daha uygun olduğunu söyledik.
Emeğin Partisi (EMEP) de aynı görüşteydi. Sonuçta bu yaklaşım benimsendi. EMEP ve ÖDP'nin kendi adlarıyla, diğer dört partinin SHP çatısında seçime girdiği bir güç birliği oluştu. Şu ana kadar, SHP ve DEHAP'ın kendilerini güçbirliğinin öteki bileşenlerine karşı konumlandırdıklarına tanık olmadık.
Söz konusu olan bir yerel seçim olduğu halde, ÖDP bu kez çubuğu geniş ve yerel platformlardan yana bükmüyor. Neden?
2003 Haziranında toplanan parti meclisimiz, merkezi bir ittifakı öngörmeyen, her yerelin kendi özgünlüğü üzerinden yürüyecek bir modeli benimsemişti. Yer yer böyle platformlara önayak olduk. Güçbirliğiyle birlikte bunlar bütünüyle devre dışı kalmadı. Ama bizim arzumuz bu yönde olsa bile, yerel platformların bu güçbirliğinin asli dayanağı olduğu da ileri sürülemez.
Sorun şu: Yerel platformların doğru bir model olması başka, gerçek yaşamda sahici bir unsur olarak ortaya çıkmaları ise başka bir şey. Denemeler yerel platformların yeterince kurumlaşamadığını, çalışma ve yaşam alanlarından yeterince beslenemediğini gösterdi. Bu durumda, seçimlerin arifesinde teorik olarak doğru bulduğumuz, dünyanın başka yerlerinde başarılı örnekleri olan, ama bizde gerçek yaşamda bir temsil kabiliyetiyle ortaya çıkarılamamış bir modeli güçbirliğine monte edemezdik.
28 Mart sonrasında nasıl bir siyasi tablo öngörüyorsunuz? Yeni dizilişler olacak mı?
AKP dışındaki öteki sağ aktörler büyük ölçüde tasfiye olacaklar. Bu bakımdan AKP'ye karşı muhalefetin şöyle ya da böyle sol tınısı olan bir eksende gerçekleşeceği söylenebilir. Burada da iki seçenek var.
Bunlardan biri bana göre bir çıkmaz yol olan devletçi, ulusal ya da milliyetçi solculuktur. Olması gereken ise, bu solla arasına kesin mesafe koyan, daha özgürlükçü, emekten yana ve kamucu bir soldur. Bu eksenin ciddi bir şansı olduğunu düşünüyorum. Güçbirliği böyle bir eksende duruyor.
Aynı anda AKP ve liberalizme karşı kalın bir hat nereden çekilebilir. Demokrasi bahsinde mi, toplumsal çelişkiler zemininde mi?
Toplumsal çelişkiler ve mücadeleler zemininde. Ulusal solu özellikle vurgulamamın nedeni, bu kesimin kapitalizmin ve küreselleşmenin kimi semptomlarına, örneğin özelleştirmeye ve deregülasyona tepki göstermesi yani bu anlamda zeminimizde duruyormuş gibi gözükmesi, ama bunu gerici diyebileceğimiz bir hatta bağlamasıdır.
İşte bütün bunları "son Türk devletine karşı komplo" sayma, insan haklarını bunu kolaylaştıran bir dış dayatma olarak görme, şoven kesimleri müttefik olarak seçme, bir ulusal burjuvazi arama ve merkezi bürokrasinin ipine sarılma gibi. Liberalizme ve neo-liberal politikalara karşı mücadele ise, zaten bizim varlık nedenimiz.
Öte yandan, AKP ile özgürlükçü sol arasında demokrasi ve özgürlükleri geliştirme bahsinde sanki kısmi bir kesişme varmış gibi gözüküyor ama biz bunun geçici olduğunu düşünüyoruz. Çünkü orta ve uzun vadede neo-liberal politikalarla demokrasi bağdaşmaz. Yaşamın bunu doğrulayacağına ve özgürlükçü solun demokrasi ve özgürlüklerin tek tutarlı savunucusu olarak temayüz edeceğine inanıyoruz.
28 Mart'tan sonra galiba en çok "solun birliği" konuşulacak. Bu konuda ÖDP'nin tutumu nedir?
Biz güçbirliğinin genişleyerek sürmesi, yeni güçleri kapsaması, onun önemli bir bileşeni olarak Kürt hareketinin girdiği doğrultuyu demokratik kazanımlarını pekiştirme, demokratik güçler yelpazesine açılma, birlikte yaşama iradesi ve sosyal politikalara öncelik verme - pekiştirmesi perspektifiyle hareket edeceğiz. Bu herkesin bağımsız varoluşunu çelmeyen, ortaklıkları öne çıkaran esnek bir güçbirliği olmalı.
Tek bir çatıda birleşme yaklaşımlarını ise doğru bulmuyoruz. Aslında, güçbirliğinin dizaynı bizim tutumumuz hakkında fikir verebilir. Biz özgürlükçü sosyalizm hattında duruyoruz. Örgütsel birleşmelerle değil, solu seçenek kılacak ittifaklarla ilgiliyiz.
Yani sizi solda birliğin güçbirliği halkası ilgilendiriyor. Peki sosyalist solun, yeniden dizilişi gibi bir sorununuz var mı?
Bir bütün olarak sol geniş kitleler nezdinde bir seçenek haline gelmedikçe, onun her bir bileşeninin zemininin de daralacağını düşünüyoruz. Genel bir sol yükseliş, onun bileşenlerinin içinde farklılıklarını ve iddialarını sınayacağı vasattır.
Örneğin biz özgürlükçü sosyalizmin temsilcisi olan bir partiyiz. Ama sosyaldemokrasiyle, Ortodoks solla, hatta özgürlükçü sosyalizm alanında sayılabilecek ama farklı duyarlılıkları olan kümelerle, örneğin Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP) ile, farklılıklarımızı toplumsal karşılığı olacak şekilde sınamamız bir sol yükselişe bağlıdır.
Bu anlamda ikili bir görevimiz var. Genel olarak solu bir umut haline getirmek için çalışmak ve bu arada kendi hatlımızın olabildiğince toplumsal kabul görmesini sağlamak.
Özgürlükçü sosyalizm alanında muhataplarınız yok mu?
En genel anlamıyla, bütün bileşenleri ile ÖDP projesi Ortodoks solun dışındaki sosyalistlerin kümelenmesinin bir ifadesi idi. Ama bir zaafı vardı. Farklılıklarını tam açmadan açmış gibi yapmak. Dolayısıyla bu model tekrarlanamaz. Halen genel hatlarıyla özgürlükçü sosyalizm alanında bulunanların da, kör bir rekabetten uzak durarak farklılıklarını sınaması gerekiyor.
Bir ayrılıktan sonra SDP ile yan yana gelmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bunu kırgınlıkların giderilmesi ve bir diyalog ortamının yaratılması bakımından bir fırsat sayıyorum. Bu süreçte demokrasi ve katılımcılık bahsindeki ortak yanlarımızın belirginlik kazanmasından kişisel olarak çok mutluluk duyuyorum. Ama bu süreç aynı zamanda farklı duyarlılıklarımızın da test edildiği bir zemin sunmuş oluyor. Bunların rastlantısal ve anlık farklılıklar olmadığını da karşılıklı olarak görüyoruz. Ama güçbirliği içinde size en yakın bileşen kim diye soracak olursanız, çok rahatlıkla SDP diyebilirim. (BB)