"Sinan artık muhabirliğe başla"
Babam ise gazeteciliğe 1964'de "Hınıs Sesi" gazetesini çıkararak başlamıştı. Bir gün bana, "Sinan sen artık muhabirlik yapmaya başla" dedi. Babam hakikaten bu işi iyi biliyordu. Gazeteyi ilk kurmanın zorluğunu da, daha önce babamdan edindiğin deneyim nedeniyle fazla yaşamadım .
Tabii, farklı düşüncelere sahiptik babamla. Şu anki süreç onu gösteriyor. O hep devleti korumayı tercih etti. Örneğin kaymakam bir şey yaptığı zaman "kesinlikle bulaşma" tarzında hareket ederdi.
İlk ve en güzel haberim
Kısa bir süre sonra "Devlet Hastanesi'nde Horoz dövüşü" haberini yakalamam hayatımın güzel anılarından birisi oldu. Başlangıç haberim de oydu, en güzel haberim de oydu zaten.
1999'de Datça'ya yerleştim. Gazeteciliği "Datça Haber" gazetesini çıkararak sürdürdüm. Gazete sahibi olmam aldığım cezalar dışında konumumu etkilemedi. En zor günlerimi bu son bir buçuk yılda başlayan mahkeme süreçlerinde yaşadım. Çünkü duruşmalar günübirlik hale gelmişti. Kaymakam, Müftü, Savcı. özel şirket yetkilisi derken yaptığım haberler nedeniyle kısa sürede hakkımda 27 dava açıldı. Şu ana kadar 9 yıla yakın hapis cezası aldım.
"Gazetemi kapatmak istediler ve yaptılar"
Cemaatin parasıyla kendisine makam otomobili aldığı için Müftünün, iftar yemeği diye halkın parasıyla yemek veren yerel yöneticilerin haberlerini yaptım. Haberlerim ulusal gazetelerde yayımlanınca, ertesi gün, savcı Kerim Tosun beni makamına çağırdı ve azarladı. Birkaç gün sonra da "terör örgütü ile bağlantım" olduğu yönünde yazılı bir ihbarın bulunduğu iddia edildi. Deniz kumuyla villa yapan MEKA İnşaat'la ilgili haber yaptığım için bu kez "tehditten" dava açıldı. Sözüm ona, para istemişim vermeyince de haberi yapmışım. Hakkımda açılan davaların çoğu sürüyor. Ben gazeteyi hiç kapatmak istemezdim ama onlar istedi ve yaptılar. Gazetem yedi aydır kapalı.
"Çocuğumun doğum gününü unuttum"
Gazetecilik normal hayatımı veya ailemle ilişkilerimi son iki yılda çok etkiledi. Kızım Berfin 3, oğlum Burhan Apaydın 1 yaşında. Ona avukatımın ismini verdim...Yani eşim ve iki çocuğumla ilgilenemedim. Düşünün ki, çocuğumun 20 Aralık'taki doğum gününü unutmuşum. Dört gün geçmiş üzerinden...
Ama ailem beni anlayışla karşılıyor; bana göğüs germiş durumdalar, eşim özellikle. Çünkü eşim yürüdüğüm yolun çok doğru bir yol olduğuna inandı. Ben aç kaldım o da aç kaldı. Yani beraber her tür sıkıntıyı paylaştık.
"Fotoğraf makinemi sattım, süt aldım"
Zor günlerden biri var ki unutmam mümkün değil: Maddi durumumun iyi olmadığı bir gün eve gittim. Eşim ağlayarak bana sarıldı çünkü küçük çocuğum Burhan Apaydın aç kalmıştı. Süt alamamıştım. İşte o gün gittim fotoğraf makinemi sattım ve süt aldım tabi...
Kısacası gazetecilik onur ve cesaret isteyen bir meslek. Ya bu işi tam anlamıyla yapacaksın ya da hiç bulaşmayacaksın. Ama tüccar gazetecilerin bu süreci ne kadar kirlettikleri ortada.
"Onlar masa başında sen haberin kaynağındasın"
Hem ulusal hem de yerel basına çalışmak kötü bir şey çünkü yerel basın için her düşündüğünü yazabiliyorsun. Ama ulusal basında tabi bu geçerli değil. Ulusal basında yayımlanana kadar haberin birçok elden geçiyor. Ve ummadığın bir şekilde bazen çıkıyor. Dolayısıyla senin beklentilerin de gerçekleşmemiş oluyor. Çünkü karşındakiler masa üzerinde çalışan insanlar sen haberin kaynağındasın. Zaten ulusal basının zorluğu da bu.
"Kötü yapacaksak yapmayacağız gazeteciliği"
Başından beri söylüyorum. Ben Datça'da Sinan, Kars'tan Ahmet veya Edirne'den Mehmet fark etmez. Bu işi insan gibi, ya gazetecilik yapacağız ya tüccarlık yapacağız ama iyi yapacağız. Kötü yapacaksak yapmayacağız gazeteciliği. Bu işi düzgün yürütmemiz lazım. Tamamen toplum için çalıştığımızı unutmamamız gerekiyor. Bunu böyle yaparsak, toplumda birçok soruna neşter vuracağız. Bir çok sıkıntılar da giderilecek.(NK)