Sonra kitaplar, kalemler, silgiler, gazoz, simit, teneffüsler, kahkahalar, geliyor.
Bugün bir arkadaşım, "Senin iyimserliğin beni öldürecek!" dedi.
Okul, denince aklıma ilk gelenlere bakarak bana iyimser denebilir mi? Bence denemez. Kötümser, ise hiç denemez. Baksanıza aklıma gelenlerin çoğu güzel şeyler.
Okul, denince aklıma ilk gelenin merdiven olmasının nedenini bianet okurları hemen anlayacaktır. Dayakın nedenini de devlet okullarında okuyanlar...
Gelelim ayrımcılığa:
İlkokula giderken öğretmenlerin bana karşı tutumlarının adı yoktu benim için. Ortaokula giderken de, liseye ve üniversiteye giderken de. Okullar bittikten çok sonra öğrendim, yaşadığım şeylerin nedeninin "kötü öğretmenler" değil "ayrımcılık" olduğunu.
Sınıfta herkes tahtaya kaldırılırken, benim neden kaldırılmadığımı anlayamazdım ilkokuldayken. Tıpkı sabahları herkes bahçede sıraya girerken, benim neden tek başıma sınıfa yollandığımı anlayamadığım gibi. Ya da sınıfta şiirleri herkes tahtada okurken, benim neden oturduğum yerde okuduğumu.
Pozitif ayrımcılık falan değildi o öğretmenlerin yaptıkları, ayrımcılıktı.
Geçen yıl Bilgi Üniversitesi'ndeki bir sempozyumda eşcinsellere karşı en çok ayrımcılık yapan meslekler arasında öğretmenlerin, doktor ve polislerle birinciliği paylaştığını öğrendiğimde nedense hiç şaşırmadım.
Bu yazıyı yazmaya başlayınca hatırladım 24 Kasım'ın Öğretmenler Günü olduğunu. Mideme kramplar girdi. Öğretmenler Günü hep aynı etkiyi yapıyor bende.
İlkokul 3. sınıfa gidiyordum ilk kez Öğretmenler Günü lafını duyduğumda. Yetmişli yılların başı olmalı. Annem, gazete kağıdına sarılı küçük bir şişe verdi. Gizlice açıp baktım: kolonya şişesiydi.
Hediye götürmeyen öğrencileri öğretmen sınıfta bırakıyor, diye duymuş. Almış.
Sınıfın birkaç zengin çocuğu dışında hediye veren olmadı öğretmene. Sınıfı dolaşırken yanımdan her geçişinde, saçımı ya da kulağımı çekerek canımı acıtan öğretmene o kolonyayı veremedim ben.
Çöpe atmaya da kıyamadım. Annem görürse beni öldürür, diye düşünerek günlerce azap çektim, ama çantamda dolaşmaya devam ettim o küçük şişeyle.
Sonunda korkulan gün geldi. Annem çantamda buldu o baş belası şişeyi. Yaşadığım korkuyu hatırlıyorum, ama sonrasını hatırlamıyorum.
Yıllarca nefret ettim o öğretmenden. Canımı acıtmasaydı, o hediye alacaktı ben de o korkuları yaşamayacaktım.
Kız kardeşimin çok sevdiği bir öğretmeni vardı. İlkokulda 5 yıl aynı öğretmenle okudu. Çok kıskanırdım onu, sevebileceği bir öğretmeni var diye. Benim hiç olmadı ilkokulda. Sayısını/kendisini hatırlamadığım çok öğretmen geldi gitti.
Bazılarını unutamıyorum bir türlü.
En "iyi" öğretmen beni dövmeyendi, ki o da tahtaya yazı yazdıktan sonra elindeki tebeşir tozunu gelip omzuma silerdi. Dayağı evde yerdim önlüğümü çok kirletiyorum diye.
Ortaokuldayken ayaklarım (pardon sol ayağım) büyüdüğü için, ayakkabıyı delip çıkan parmağımı göstermek için beni tahtaya kaldıran öğretmeni hiç unutmadım. Okula "öyle" gittiğim için azarladıktan sonra saçımı çekmişti.
Lisedeki "Güzel günler göreceğiz çocuklar / motorları mavilikler süreceğiz" diye şiirler okuyan Aslan Bey bana diğer öğrencilerden farklı davranmayan tek öğretmendi. Yıl 1976'ydı. Ayrımcılık kelimesini hala duymamıştım o yıllarda.
"Küreselleşme Sürecinde 2.Uluslararası Erken Yaş Eğitimi ve İlköğretimde Kalite Kongresi"* broşürünü görünce aklıma geldi Aslan Bey ve bize okuduğu şiiri.
Güzel bir gündü, bir sempozyum broşüründe "Engelli katılımcılar için" başlıklı bölümü görmek.
İlk kez Amerika'da eğitim gören bir arkadaşım anlatmıştı; orada etkinlik broşürlerinde, sakatlar için erişimin mümkün olduğunun belirtildiğini. Ben de yıllardır ABD'ye gidenlere ısmarlayıp duruyordum, burada da başlaması için örnek olarak gösterebileyim diye.
Başladı işte.
Ayrımcılık yapmayan öğretmenlerin Öğretmenler Günü kutlu olsun dersem, ayrımcılık yapmış olur muyum? (NG/YS)
*Uluslararası Small Hands / Küçük Eller Akademisi'nin 26-28 Kasım tarihlerinde The Marmara Oteli'nde düzenlediği kongre için ayrıntılı bilgi: http://www.childhoodcongress.com/