Hatip Dicle'nin milletvekilliğinin Yüksek Seçim Kurulu kararıyla iptal edilmesi, Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku milletvekillerinin Meclis'e gitmeme kararı alması ve İkinci "Ergenekon" davası kapsamında tutuklu olarak yargılandıkları sırada milletvekili seçilen Prof. Dr. Mehmet Haberal ile gazeteci Mustafa Balbay'ın tahliye taleplerin reddedilmesi konularında köşelerde yer alan yazılardan bazı bölümler...
Hasan Cemal (Milliyet): AK Parti inşallah tutumunu gözden geçirir
"Hem Hatip Dicle olayında bu kadar katı, bu denli duyarsız davranacaksınız, hem Kürt oylarının yarısını alan BDP'ye bu kadar sırtınızı döneceksiniz, hem de Kürt sorununu çözüm rayına oturtacak ve barışın kapısını ardına kadar açacak yeni bir anayasa yapacaksınız!
Pek inandırıcı değil. Ak Parti inşallah bu tutumunu gecikmeden gözden geçirir."
Derya Sazak (Milliyet): Boykot ve ret
"Dicle yoksa biz de yokuz" diyen BDP'liler boykotta kararlılar. Ancak, Kürt siyasetinde demokratik çözüm konusunda yeni anayasaya bağlanan umutları rafa kaldırmak da doğru değil. Kürt milletvekilleri sadece Doğu'dan değil, Batı'dan da oy aldılar. Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku adaylarının sola açık mesajları toplumda destek gördü. Şimdi bir haksızlığa uğranmış olsa bile Hatip Dicle olayını "boykot"a dönüştürüp, yeni anayasa ve Kürt sorununun çözümü konusunda demokratik inisiyatifi Parlamento dışı güçlere terk etmek, çözümsüzlük tuzağına düşmek olur."
Balçiçek İlter (Habertürk): Gerçekten de yeter artık
Benim beklediğim tepki karşılıklı el uzatmaktır... Yani balkon konuşmasıyla Ortadoğu'ya ılımlı mesajlar gönderen Başbakan'ın, Kasımpaşalı tavrıyla "Bu nasıl bir karardır!" açıklaması, olayı kınaması bile yüreklere su serper! Aynı şekilde BDP'lilerin de çözümün Meclis'te olacağını, her şeye rağmen o Meclis'in kimsenin tekelinde olmadığını kanıtlamak adına, o çatı altında sorun çözmeye çalışmaları gerekir...
Nihal Bengisu Karaca (Habertürk): Hukuk devletini korumak yalancı çobana kalırsa
"YSK, Dicle'nin hüküm giydiğini gösteren dosya eline gelene kadar da duruma müdahale edebilirdi, partiye başka bir bağımsız aday gösterme şansı verebilirdi, neden vermedi?" sorusu baki olmakla beraber, başka bir soru da elzemdir. Hatip Dicle ve avukatları cezanın 22 Mart'ta onaylandığını, yani o tarihten itibaren Dicle'nin artık "sanık" değil, milletvekili olmasına engel olan bir hükümlülüğünün bulunduğunu bilmiyorlar mıydı?
Eyüp Can (Radikal): Topal Demokrasi
"BDP, CHP ve MHP birebir aynı olmasa da sonuçları itibariyle mağduriyette buluştular. Bence bu süreç eninde sonunda seçimden zaferle çıkan ama Meclis'i büyük bir siyasi krizle açmak zorunda kalan iktidar partisini de mağdur edecek...
Cengiz Çandar (Radikal): Krizi aşmanın adresi BDP değil AK Parti
"Bu süreçte en anlamlı ve işlevsel rolü üstlenecek seçilmiş 36 (ya da Hatip Dicle eksiğiyle 35, KCK tutukluları eksiğiyle ise 30) kişinin yer almamasıyla yeni bir anayasa milyonlarca kişinin içine sinecek şekilde yapılabilir mi? Yeni anayasa diye -diyelim ki, içinde Kürtleri de tatmin edebilecek birçok hüküm bulunsun- basılacak metnin Türkiye'de uygulanabilmesi mümkün olabilecek midir? Kürtlerin binbir meşakkatle seçtiği insanların katılmadığı, bir bakıma 'Kürtleri dışlayarak, Kürt sorununa yaklaşma'yı ifade edecek bir metnin, milyonlarca Kürt vatandaşımız için geçerliliği olacak mıdır? Durumu toparlayacak ve krizin aşılmasını sağlayacak olan, seçilmiş 36 kişinin TBMM'de temsilini sağlayacak yasal düzenlemelere ilişkin, iktidar partisinin, Ak Parti'nin yükümlülük içine girmesidir."
İhsan Çaralan (Evrensel): Bazen 36, 514'ten büyüktür
"Sorunun "iki çözümü" vardır artık. Birinci çözüm; AKP çoğunluğundaki Meclis, "hukuk", "yargı; "YSK" demeyi, provokasyon teorileri geliştirmeyi bırakır, sorunu çözmek üzere gerekli yasaları değiştirmeyi gündeme alır ve sorunu çözer. Eğer istenirse bu, hemen, milletvekilleri yemin ettikten sonra ele alınıp bir iki günde çözülebilir bir şeydir.
Sorunun "ikinci çözümü" ise "halkın çözümü"dür. Meclis çözmezse halk kendi çözümünü üretecektir."
Bülent Korucu (Zaman): Kaos mühendisliği
"2002'de Tayyip Erdoğan, partisini tek başına iktidara taşımasına rağmen vekil seçilemedi ve başbakan olamadı. Ne Parlamento'ya fatura çıkarıldı ne de sokakları ateşe verme tehdidi savruldu. O gün çözümün tek adresi Parlamento'ydu, bugün de öyle. Öyleyse Meclis'i boykot etmek makul ve demokratik bir tepki değil. Evet 78 bin Diyarbakırlı seçmenin oyu elbirliği ile çöpe gönderildi. Bu bir mağduriyet. Ama BDP'lilerin tavrı 42 milyon seçmenin iradesini heba etme riski taşıyor. Yüzde 85 civarında katılım ve yüzde 95'e varan temsil gücüne sahip Parlamento'yu daha işbaşı yapmadan sakatlama tehlikesi var. Gerçekten 'barış ve demokrasi' hedefleniyorsa yasama organını yaralayarak elde edilemez. Ayrıca üç muhalefet partisi ilk defa bir mağduriyette buluştuğunu düşünüyor. Ortak bir çözüm üretirlerse sivil anayasa çalışmalarına iyi bir başlangıç yapılmış olur. Böylece şer zannettiğimiz şeyi hayra dönüştürebiliriz.
Fehmi Koru (Zaman): Egemenlik milletindir, unutmayalım
"İşin içinden çıkışın yolunu bulması gereken yine siyaset kurumudur. Egemenlik gerçekten kayıtsız ve şartsız milletin ise, egemenliğini seçilmiş temsilcileri eliyle yürütecektir millet; seçilmiş bütün temsilcilerin yerini alamadığı bir Meclis'in temsil kabiliyeti olmaz. Yemine hazırlanan milletvekilleri ve partiler bu demokratik gerçekliği asla unutmamalı.
O zamana kadar başka çıkış yolu bulunamazsa, bu Meclis'in ilk işi, aralarına gelmeleri önlenen yasaklı milletvekillerinin önündeki engelleri kaldırmak olmalı."
İsmet Berkan (Hürriyet): Türk'ün ifade özgürlüğüyle imtihanı hiç bitmeyecek mi?
"Hatip Dicle bir terör suçlusu değildir. Onun mahkumiyeti ifade özgürlüğüyle ilgilidir. Ve dolayısıyla bir demokrasi ayıbıdır zaten. Şimdi biz bu ayıbın üzerinde bir yenisini ekledik, seçilmiş bir kişinin milletvekili olmasını da engelledik. Türk'ün ne ateşle imtihanı biter bu ülkede ne de ifade özgürlüğüyle. Yoksa Kürt'ün mü demeliydim?"
Sedat Ergin (Hürriyet): Tek çıkış Erdoğan Kılıçdaroğlu zirvesi
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun süratle bir araya gelip bu krizin nasıl aşılabileceği konusunda samimi bir irade sergilemeleri gerekiyor. Bu kadar ağır bir hasarın ortadan kaldırılabilmesi ancak hükümet ve ana muhalefetin el ele vermesiyle mümkün olabilir. Burada sergilenecek işbirliği demokrasi üzerine düşen gölgeyi silmekle kalmayacak, belki de önümüzdeki dönemde yeni bir sivil anayasanın hazırlanmasının da altyapısını hazırlayıp bu sürecin önünü açacaktır.
Ahmet Altan (Taraf): Siyaset ve Yasa
Başbakan Erdoğan şiir okumuştu, Hatip Dicle de ANKA Ajansı'na bir demeç vermişti. İkisi de "söz"den dolayı mahkûm olmuştu. Onları benzer kılan, bu ülkede "söz ve fikir özgürlüğünün" olmaması ve bu yasakların onları mahkûm etmesiydi. Meselenin, "özgürlük ve yasak" boyutunu hiç görmeyip, sadece "yasalar" kısmını görmek siyasi bir aczin ve yetersizliğin işaretiydi bence.Bir de tabii inanılmaz bir bencilliğin.
Erdal Şafak (Sabah): Kaos
Önce siyasiler yargıyla bilek güreşine girdiler. Hatip Dicle hapis cezasının kesinleştiğini bile bile aday oldu ya da gösterildi. (Not: Yargıtay 9'uncu Ceza Dairesi, Dicle'nin 1 yıl 8 aylık mahkûmiyet kararını 22 Mart 2011'de onadı. Dicle'nin avukatları adaylık başvurusunu 11 Nisan 2011'de yaptı. Kararın kesinleşmesinden 20 gün sonra.) KCK sanıkları, seçilmeleri durumunda hukuki ve siyasi sorun yaratılacağı bile bile aday gösterildi. Aynı şekilde Ergenekon sanıkları Mehmet Haberal, Mustafa Balbay ve Engin Alan, CHP ve MHP tarafından milletvekili seçilmeleri durumunda -ki liste başlarında yer aldıkları için seçilmeleri kesindi- siyasi ve hukuki sıkıntıların tetikleneceği bile bile aday yapıldı. Ve olanlar oldu... Şimdi ise yargı siyasetle bilek güreşi yapıyor.
Ali Bayramoğlu (Yeni Şafak): Ölüm ile doğum arasında siyaset
Siyasi partilerin yaşanan krizle ilgili sorumluluğu diğer siyasi partilere çıkarması, fırsatlardan istifade etmeye çalışması krizi daha da derinleştirir. Nitekim yapılacak en yanlış iş, BDP'nin Dicle konusunda krizi bilerek zorladığını, KCK tutuklusu kişileri aday göstererek çatışma aradığını söylemek olacaktır... Beteri BDP'nin meclis oturumlarına katılmama kararını bir tehdit olarak algılamak ve yaşananların tüm sorumluluğunu bu partiye vermek olacaktır...
Abdülkadir Selvi (Yeni Şafak): YSK'nın özrü kabahatinden büyük
AK Partililer ise... Asıl tuzağın kendileri için kurulduğunu fark etmiyor."Hatip Dicle milletvekili olamaz" diyerek YSK kararının arkasında duruyorlar.Ben de ağzım bir karış açık olanı biteni seyrediyorum.Ve buradan, "AK Partililere, yeni süreci sabote etmek isteyen,"Ejder'in çocukları" size karşı işbirliği yapıyor. Bu işin asıl mağduru Hatip değil, sizsiniz" diye avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum.
Ali Sirmen (Cumhuriyet): Daha karanlık günlere
Kimse anayasanın şu maddesi, Ceza Yasası'nın bu maddesi, CMK'nin filanca hükmü diye gerekçeler göstererek kendini haklı çıkarmaya kalkmasın! Çünkü verilen yargı kararları hep kamuoyunun vicdanını rahatsız etmekte, hep kimi soru işaretlerinin oluşmasına yol açmaktadır. Türkiye'yi askeri vesayet anayasasından kurtarıp yeni ve ileri demokrasiye geçirmeyi hedeflediği ileri sürülen 12 Eylül 2010 anayasa referandumun üzerinden daha on ay dahi geçmeden tuzun bile koktuğu bir ülke haline gelmiştir. Kimse de masumları oynamasın! Kimse de "biz de onaylamıyoruz ama, ne yapalım yargı kararı" gibi gerekçelerin ardına gizlenmesin! Yeterli çoğunluğa sahip bir iktidar vardır ve onun elinde bütün bu aksaklıkları giderecek güç bulunmaktadır. Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri de kaldırılabilir, (zaten o iktidar getirmişti) CMK'nin ilgili maddeleri de düzeltilebilir (zaten onlar düzenlemişlerdi). Yeter ki, demokrasi isteği olsun! Yoksa hep daha karanlık günlere gidecektir Türkiyem. (BK/HH/ŞA)