Derinleşen iklim krizi, Türkiye’nin dört bir yanında farklı sinyaller veriyor: Seller, heyelanlar, orman yangınları, müsilaj ve daha fazlası. Ancak bu sonuçlar arasında belki de en az akla geleni obruklar. Oysa obruklar da iklim krizinin doğrudan sonuçları arasında yer alıyor.
Obrukları ve bu oluşumların insanların yaşamına etkilerini gözlemlemek için Konya’ya gittik. Tıpkı diğer doğal afet risklerinde olduğu gibi, obrukların günlük yaşam üzerindeki etkisi ilk bakışta fark edilmiyor. Ancak insanlarla konuşmaya başladığınızda, zihinlerinin bir köşesinde yer ettiğini anlıyorsunuz.
Bir şehre seyahat ettiğimde, ilk izlenimleri genellikle taksicilerden almayı tercih ederim. Konya’da da bu geleneğimi sürdürerek taksici Ekrem’le sohbete başladım. Önce havadan sudan konuşsak da, kısa süre içinde konu şehrin sorunlarına geldi.
Obrukları araştırmak için geldiğimi söylediğimde, “Karapınar’da obruk çok. Ben hiç görmedim ama devasa bir şeymiş. Neden oluyor, sen araştırmışsındır” dedi.
Taksici Ekrem’in bahsettiği Karapınar ilçesi, Konya merkezine 110 kilometre uzaklıkta ve obrukların en yoğun görüldüğü bölge. Bizim de ilk durağımız oldu.
“Obruklar evlerimizi yutacak diye korkuyoruz”
Geçimini tarımdan sağlayan Karapınarlılarla konuşmak için muhtarın yanındayız. Aynı zamanda bir nalbur işleten muhtarla dükkanında sohbet ediyoruz. Muhtar, halkın obrukları konuşmaktan çekindiğini söylüyor, çünkü evlerini ve tarlalarını kaybetmekten korkuyorlar.
Biz sohbet ederken dükkana birçok çiftçi girip çıkıyor. Çoğu konuşmamıza katılmasa da dikkatle dinliyor. Ara sıra söze girenler, obrukların artık kendileri için bir sorun yaratmadığını, buna alıştıklarını söyleseler de yüzlerindeki endişe her şeyi anlatıyor.
Çiftçilerin asıl beklentisi ise su sorununa çözüm bulunması. Her geçen yıl suya ulaşmak için daha derin sondaj kuyuları açmak zorunda kaldıklarını anlatıyorlar. Kendi aralarında bile bu konuda görüş ayrılıkları var. Göksu Nehri’nden su getirilmesi planıyla ilgili bazı çiftçiler bu suyun tarımda kullanılabileceğini savunurken, diğerleri suyun sadece içme suyu için kullanılacağını öne sürüyor.
Bununla birlikte, çiftçilerin ortak noktası, şükür duygusunu korumaları. Şimdiye kadar obruklar can kaybına yol açmamış olsa da tehlikenin farkındalar ve bu durumun ne kadar süreceğini bilemediklerini söylüyorlar.
Karapınar’da konaklamadığımı, merkeze döneceğimi söylediğimde, endişelerini en açık şekilde dile getiren çiftçi Ahmet oluyor: “Sen döneceksin ama biz burada kalacağız. Korkuyoruz. Ölüm tehlikesiyle yaşıyoruz. Obruklar evlerimizi yutacak diye korkuyoruz.”
Ahmet’in sözleri diğer çiftçilerin de korkularını dile getirmesine vesile oluyor. Hepsinin tarlasında irili ufaklı obruklar bulunduğunu bu sohbet sırasında öğreniyorum. Çiftçilerin ortak noktası ise geçim sıkıntısı ile obruk tehdidi arasında sıkışıp kalmış olmaları.
“Çevredeki köylerde ise suyun tamamen tükendi”
Ertesi sabah, Karapınar’da oluşan en son ve yerleşim yerine en yakın obruğu gözlemlemek üzere Cafer Şıh Yaylası’na gidiyorum. Yaylada bir yıl arayla iki obruk meydana gelmiş. Geçen yıl 40 metre derinliğinde ve 60 metre çapında oluşan obruğun yanına bu yıl 35 metre derinlikte ve 20 metre çapında bir obruk daha eklenmiş.
Beş yıl önce Afganistan’daki savaştan kaçarak Türkiye’ye sığınan ve şu anda yaylada çobanlık yapan 37 yaşındaki Abdullah, bizi obrukların bulunduğu alana götürüyor. Ona ilk sorumuz şu oluyor: “Korkmuyor musun?”
Abdullah’ın cevabı ise durumu tüm açıklığıyla özetliyor: “Korkuyorum, geceleri uyuyamıyorum ama ne yapayım, beş yıldır buranın ekmeğini yiyorum. Şimdi bırakıp gidemem.”
Abdullah yaylada tek başına yaşıyor. Obruklar, kaldığı yerin sadece 100 metre ötesinde. İlk obruk oluştuğunda haftalarca uyuyamadığını anlatıyor. Ancak asıl korkutucu olanın ikinci obruk olduğunu söylüyor. Akşam saatlerinde hayvanları beslemek için dışarıdayken obruk oluşmuş; çok yüksek bir ses duyduğunu ve tarlaya baktığında yeraltından fışkıran sular gördüğünü anlatıyor. O an “kıyamet olduğunu” düşündüğünü de ekliyor.
Şu an için tarlada bir su sorunu olmadığını belirten Abdullah, çevredeki köylerde ise suyun tamamen tükendiğini söylüyor. Ayrıca civar köylerde çok sayıda obruk bulunduğuna dikkat çekiyor.
Abdullah, hayatında daha önce böyle bir şeye şahit olmadığını her fırsatta dile getiriyor. Türkiye’ye geliş sürecinden de bahseden Abdullah, ailesini geçindirmek zorunda olduğunu ve kazandığı tüm parayı onlara gönderdiğini ifade ediyor.
Savaş nedeniyle geldiği Türkiye’de, daha önce varlığından bile haberdar olmadığı obruklarla yan yana yaşamaya mecbur kalışını ise şu cümlelerle özetliyor: “Allah ne derse o olur.”
“Konya’da ciddi bir kuraklık yaşanıyor”
Şimdiye kadar konuştuğumuz herkes obrukların tehlikesinin az çok farkında olsa da asıl tehdidi kavrayabilmiş değil. Obruklar, aslında yaklaşan büyük bir gıda krizinin habercisi. Bu tehdidin boyutlarını ve nedenlerini konuşmak için TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası Konya Şube Başkanı Şükrü Arslan ile bir araya geldik.
Aynı zamanda AFAD yetkilisi de olan Arslan, obrukların oluşum nedenlerini üç ana başlıkta şöyle sıralıyor:
“Birincisi, zeminin yapısı. Zeminin kimyasal özelliklerinin obruk oluşumuna uygun olması gerekiyor. İkincisi, fay hatları. Üçüncü ve asıl önemli neden ise yeraltı sularıdır.”
Arslan, yeraltı sularının akış yönü ve statik seviyesindeki değişimlerin obruk oluşumu üzerindeki etkisini detaylı bir şekilde açıklıyor. Yıllar içinde yeraltı su seviyelerindeki düşüşün, obruk oluşumuyla paralellik gösterdiğini belirterek, “Geçmişte yılda 1-2 obruk oluşurken, son yıllarda bu sayı yıllık ortalama 20’ye ulaştı. Obruk sayısındaki artış, yeraltı suyu seviyesindeki düşüşle doğrudan orantılı. İklim değişikliği nedeniyle Konya’da ciddi bir kuraklık yaşanıyor” dedi.
İklim değişikliğinin etkisiyle yaşanan kuraklık, Konyalı çiftçilerin mahsullerini kurtarmak için daha fazla sulama yapmasına yol açmış. Ancak Şükrü Arslan, kullanılacak yeraltı suyunun tükenmesi durumunda Türkiye’nin büyük bir gıda krizine sürükleneceğini vurguluyor.
Konya’daki obrukların oluşumu, yalnızca iklim değişikliğinin değil, aynı zamanda yanlış yürütülen tarım ve hayvancılık politikalarının da bir sonucu. Konya’da 20 yıl öncesine kadar ekilmeyen silajlık mısırın üretiminin artması, yeraltı su seviyelerinin hızla düşmesine neden olmuş. Arslan, silajlık mısır ekiminin başladığı dönemde bu konuda uyarılarda bulunduklarını ancak bu uyarıların dikkate alınmadığını belirtiyor.
Arslan, bölgedeki hayvancılık faaliyetlerinin de su tüketimini artırdığını şu sözlerle ifade ediyor:
“Bugün bir büyükbaş hayvanın tükettiği su miktarı besinlerle birlikte çok yüksek. Bunları karşılayabilmek için işte bizim tarım mahsulümüzde ciddi değişikliklere gittik ve çok fazla yeraltından su tükettik. Bu aşırı tüketim, yeraltı su seviyesinin düşmesine, bu da obruk oluşumuna neden oldu.”
Bölgenin ciddi bir yeraltı suyu kriziyle karşı karşıya olduğuna dikkat çeken Arslan, olası sonuçları şöyle özetliyor:
“Yeraltı suyunun tükenmesi, bu bölgenin kuraklaşmasına, çoraklaşmasına ve çölleşmesine neden olacak. Konya Havzası, tahıl ambarı dediğimiz bu alan, tamamen yok olacak, kuruyacak ve Türkiye’nin gıda tedarik zincirine büyük bir darbe vuracak. Bu, ülkemizde büyük bir gıda krizinin kapısını aralayacak.”
(AD/VC)